Referandum düğümünün çözülmesine bir şey kalmadı. İşin içinde olanların çoğunun "bıçak sırtı" deyimiyle betimlediği bu gidişin nihai sonucunu pazar gecesi almış oluruz: Şu kadar "evet", şu kadar "hayır..." Bu sayılar pazar gecesi "ayan" olsa da, somut hayatımıza hangi sonuçları getireceği hiç açık değil. Ancak, kısa ve belki orta vadede, bunların mutluluk getirecek sonuçlar olmayacağını hissediyorum.
Bu konuda benim düşündüğüm şeyi bir süre önce Oya Baydar dile getirmişti: Referandumda çoğunlukla "evet" de çıksa, "hayır" da çıksa, Tayyip Erdoğan kaybetmiştir, diyordu Oya. Aynı fikirdeyim.
Daha önceki "belediye" yıllarını saymasak bile Tayyip Erdoğan 2002'den beri kazanıyor. Hiç azımsanmayacak bir başarı! Bizim tarihimizde benzeri de yok. Böyle böyle, "seçim kazanmak" Tayyip Erdoğan'ın gözünde bir "iptilâ" haline geldi. Dolayısıyla durmadan bir seçim atmosferi yaşıyoruz. Zaten yüklü bir seçim takvimi var, ama haziranda olduğu gibi Tayyip Erdoğan'ı mutlu etmeyen sonuç alındığında "yenisi" yapılıyor.
Seçim kazanıyor Tayyip Erdoğan. Bu referandumu kazanma ihtimali de yüksek -en azından "yarı yarıya", "bıçak sırtı" vb. Elinde her türlü devlet imkânı, OHAL koşullarında, yüklendikçe yükleniyor.
Bunca yıldır gördüğümüz, tanıdığımız bu kişi sözgelişi "hayır"la karşılaşsa da kavgayı bırakmaz. Hazirandan beri yaşadığımız süreç, seçim sonuçlarına nasıl yaklaştığını gösteriyor. Ama tabii 17 Aralık olgularına karşı takındığı tavır da unutulmamalı. Bu tür bir "kazanma"nın yeni biçimlerini de bulur.
Bu bir "kazanma"dır ve şüphesiz önemlidir. Ama şu "kazanma" kelimesini genişlemesine ele aldığımızda neler görüyoruz? Bir şeyi kazanmanın başka ve çok zaman daha değerli bir şeyi kaybetmek anlamına geldiği çok olay görüyoruz tarihte. Zaten "kazanma"nın nihaî anlamı da tarih karşısında beliriyor.
"Benim görüşüme göre" diyerek gireyim söze, ama sonuçta bunun çok "öznel" bir yargı olduğu kanısında değilim: Benim görüşüme göre Tayyip Erdoğan Gezi direnişi karşısında aldığı tavır nedeniyle, o tarihten itibaren kaybetmeye başladı. O tarihten itibaren, gün geçtikçe bu "kaybettiren" tavrına, söylemine daha sıkı sarıldı. Böylece onu katladıkça katladı.
Siyasette sivrilmiş insanlardan bazıları, hayatı boyunca, çizgisini pek değiştirmez - bu çizgi olumlu da olabilir, olumsuz da. Nehru gibi biri 1925'te ne idiyse, 1955'te de oydu. Hayatta, tarihte, baştan sona ak ya da kara kariyer olmaz. Nehru bence tarihin iyi işler başarmışlar kümesine gönderdiği önderlerdendi. Ama buna karşılık Endonezya'nın "kurtarıcı"sı Sukarno 1942'de işgalci Japonlara kucak açarken de 1956'da demokrasiyi yok ederken de, aynı adamdı: Tarihin kara şeritinden giden biri. Diyorum, hayat ve tarih her zaman düzenli, simetrik akan şeyler değil. Örneğin Tayyip Erdoğan da belki Nehru gibi başlayıp bir zaman sonra Sukarno'nun yolunu benimseyen biri. Tabii asıl belirleyici olan, nasıl başladığın değil, nasıl bitirdiğin. Burada, Erdoğan'ın arkadaşları, Nehru, Sun Yat-sen, Lumumba vb. olmayacak. Ama daha kalabalık olacaklarından şüphem yok, Salazar'ından İdi Amin'ine, aralarından daha "samimi arkadaş" bulup seçmek daha kolay olabilir.
Referandum sonucu somut hayatımızı ciddi bir biçimde etkileyecek. Ama Tayyip Erdoğan'ın bu dediğim anlamda ve düzeyde kazanacağı ya da kaybedeceği o sonuç değiştirmeyecek.