Rusya’yla ilişkilerimiz, ne desem, “ilginç” mi, “tuhaf” mı, herhalde çok normal değil. İki ülkenin başında bulunup ülke adına karar verenler de çok “normal” değil sanki. Ve bu kişilikler ilişkilere yansıyor.
Osmanlı tarihi Rusya ile girişilmiş savaşlarla doludur. Bu savaşlardan Osmanlı tarafının kazançlı çıkamadığı bellidir. Kazançlı çıktığı ender savaşlardan biri Kırım Savaşı; o da Britanya ve Fransa ile birlikte dövüştüğümüz ve aslında onların kazandığı savaş.
Bu tarihin de bir payı olmalı: Rus uçağını düşürdüğümüz haberi çıkınca herkes şöyle bir gerildi. “Hoppala! Ne oluyoruz? Şimdi bir de Ruslarla savaşa mı gireceğiz?”
Ama 21. yüzyılda savaşa girmek de kolay değil. Savaşa girmedik. Savaş yerine Rusya düşen uçağını birtakım “barış silahlarıyla” ödetme yolunu seçti. Bildiğimiz, izlediğimiz hikâye. AKP’liler dışında herkes uçağın düşürülmesiyle başlayan bu hikâyenin özellikle Türkiye için zararlı olduğunda birleşiyor.
Herhalde öyle ki barışmak için ilk “hamle” de Türkiye’den geldi. Nedir bu zarar? İlkin turizmden başlayabiliriz. Putin “Türkiye’ye gitmeyin!” dedi, Rus turistler Türkiye’ye gelmedi. Epeydir onların alay alay gelmesine alışmış, başta Antalya, turizm bölgeleri, bu yaz perişan oldu. Kapanan tesisler, ağlaşan otelciler, lokantacılar vb. Bu turistlerin Türkiye’ye gelmemesi elbette ki Rusya’yı sarsmadı veya Putin’i üzmedi.
İkinci büyük kalem, Rusya’da iş yapan Türk iş adamları. Putin tabii hiç gecikmeden onlara da kapının yolunu gösterdi. Özellikle inşaat alanında Rusya’da iş yapan birçok Türk şirketi olduğunu biliyoruz. Bundan kazanılan paranın yanı sıra istihdam var, şu var, bu var. Bunun kesilmesi de öncelikle Türkiye’nin ekonomisini vuracak bir şey.
Rusya’nın, daha doğrusu Putin’in, Türkiye ile ilişki gibi bir konudan daha fazla önem verdiği bir şey olduğu kanısındayım. Bu şey, NATO...
Bir kalem de meyve – sebze ihracatını sayabiliriz. Uçak düşer düşmez Ruslar Türkiye’den gelen sebze – meyvede bir yığın çürüklük, bozukluk tespit etmeye başladılar. Uzatmayalım, bunun da Rusya’ya onulmaz acılar yaşatmayacağı, ama Türkiye’de hissedilir bir etki yaratacağı belliydi. Öyle de oldu.
Uzatmayayım, zaten önemli kalemler bunlar. Yani ekonomik alanda önemli kalemler bunlar. Bir de Suriye felaketi gibi siyasi konular var ki onlara hiç girmeyelim.
Sonunda Tayyip Erdoğan oturup Putin’e bir mektup yazma gereği duydu. Yazma noktasına geldi. Rusya bunun bir “özür” mektubu olduğunu duyurdu. Burada bize söylenense bu değildi. Hiç Türkiye’nin cumhurbaşkanı – kim olursa olsun – birilerinden özür diler mi? Kesinlikle dilemez! Sonuçta o mektupta nelerin yazılı olduğunu ve mektuptan başka diyalog koridorlarından hangi mesajların gidip geldiğini muhtemelen hiç öğrenemeyeceğiz.
Tayyip Erdoğan’ın Rusya dönüşünde Rus uçağının sınır ihlâli yaptığını gösteren fotoğrafların vb. gönderileceği belirtildi. Demek Rusya tarafı bunu da henüz kabul etmiş değil. “Sınır ihlali yokken düşürüldü” diyor. (Bunun doğru olduğunu da sanmıyorum).
Ama Erdoğan’ın jestine Putin de olumlu bir jestle karşılık verdi ve böylece St. Petersburg görüşmesi gerçekleşti.
Bu şüphesiz iyi oldu. Bir sorunu “barışçı diyalog” kanalına oturtmayı her zaman olumlu bulurum. Bunun gerçekleşmesi özür dilemeyi gerektiriyorsa, özür dilemekte de bence bir sakınca yoktur. Özür dilemeyi bir teslimiyet olarak kabul eden anlayışa (ki AKP’nin ve Erdoğan’ın tipik anlayışı tam da budur) ve onun içerdiği maço tavra vb. hiçbir sempatim yok. Onun için Erdoğan’ın mektubuna da, ziyaretine de itiraz etmiyorum.
Ama şunu diyorum: Sonunda buraya gelecek işi o başlattığınız üslûpla başlatmak bir marifet miydi? Erdoğan’ı Putin’in ayağına kapanmış gösteren Rus karikatürleri hiç olmayabilirdi, o günlerin afra tafraları olmasaydı.
Bu iyi bir ülke yönetimi midir? Ülke halkına güven verecek bir siyaset yapma tarzı mıdır? Bir süredir habire tırmanmakta olan kutuplaşma ve gerilim ortamında herkes bambaşka sorunlara bakarak tavrını alıyor ve aldıktan sonra hiçbir şeyi dinlemeyip kendisi bar bar bağırıyor. Ama bağırmayı kesip “Ne olmuş?” diye baktığımızda, burada sergilenmiş tavırları, öncekini ve sonrakini, beğenmek mümkün mü?
Erdoğan “yedi düvelle kavgalı” ve bundan rahatsızmış gibi görünmüyor; ama bir tek Rusya’yla barışma konusunda bir girişkenlik gösteriyor. Bunun bir anlamı herhalde olmalı
Yukarıda, krizden zararlı çıkanın Türkiye olduğunu söylemiştim. Putin gibi biri (“intikam almak”, “haddini bildirmek” gibi konularda Tayyip Erdoğan’dan pek de farklı bir yapısı olmadığı besbelli) barışmak konusunda daha ağırdan almayı tercih edebilirdi. Nitekim “Her şey hemen hallolmaz” mesajını vermekte gecikmedi. Gene de, daha çok nazlanabilirdi. Ne oldu? Türkiye’nin gözle kolay görünmeyen kozları mı var? Yoksa Putin de uçağı Fethullahçılar’ın düşürdüğüne inandı mı?
Böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Rusya’nın, daha doğrusu Putin’in, Türkiye ile ilişki gibi bir konudan daha fazla önem verdiği bir şey olduğu kanısındayım. Bu şey, NATO.
Türkiye, daha doğrusu Tayyip Erdoğan, Amerika’yla ilişkileri gerginleştiriyor. NATO’nun Avrupalı üyeleri arasında “Türkiye NATO’dan çıkarılsın” demeye başlayanlar var. “Fethullah’ı verdin, vermedin” çekişmesi bu gerilimleri artıracaktır elbette (sonuçta Türkiye bu konuyu göründüğü gibi önemsemiyor olsa da).
Putin ise NATO’da çıkabilecek her türlü huzursuzluktan, anlaşmazlıktan son derece mutlu oluyor ve NATO içinde oluştuğuna inandığı herhangi bir çatlağı büyütmek için elinden geleni yapıyor. Şu dönem karşımıza çıkan fenomenler de Türkiye ile Amerika ve dolayısıyla Türkiye ile NATO arasında bir çatlak çıktığını ve bunun büyüme eğilimi gösterdiğini işaret ediyor. Dolayısıyla Putin hemen Erdoğan’a güler yüz gösterme gereğini duymuş olmalı.
Bunun tek yanlı olduğunu da sanmıyorum. Tayyip Erdoğan da Rusya’ya giderken bunun Batı’da bir tehdit olarak algılanmasını istiyordu. Somut sonuçlarını nasıl, neyle karşılar, neyle karşılamayı düşünüyor, bilemiyorum, ama Tayyip Erdoğan Türkiye’nin rotasını Batı’dan uzaklaştırmaya karar vermiş gibi görünüyor.
Erdoğan “yedi düvelle kavgalı” ve bundan rahatsızmış gibi görünmüyor; ama bir tek Rusya’yla barışma konusunda bir girişkenlik gösteriyor. Bunun bir anlamı herhalde olmalı.
Bunun ne kadar tehlikeli bir gidiş olduğunu bir kere daha söylemeye gerek var mı?