"Benim en önemli özelliğim dinime bağlılığımdır" diyen bir siyasi parti... "Seküler" bir dünya görüşüne sahipseniz böyle bir partiyle uyuşamayacağınız baştan bellidir. Tabii "dine bağlılık" dediğimiz özelliğin derecesi, o partinin dini tartışmaya ne kadar hazır olduğu ve daha birçok şey değişebilir. Ama sonuç olarak kararlarını, politikalarını dine bakarak belirleyen bir partiden söz ediyoruz. Bunun seküler bir siyasi yapıyla bağdaşması (herhalde geçici olarak) mümkün olsa da uzun vadeli bir "birlik" beklemek çok gerçekçi olmaz -örneğin şu anda laik CHP "Millet İttifakı" içinde dinine bağlı üç siyasi partiyle pekala iyi işleyen bir ilişki sürdürebiliyor. Ama bunun "ilelebet" sürmesini bekleyemeyiz.
Ben Türkiye'nin Batılılaşma girişiminin belirli özelliklerinden ötürü aldığı baskıcı, dışlayıcı tutumları düşünerek burada radikal solla İslamcılık arasında bir "husumet" olmaması gerektiğini savunanlardan biriyim. Kapitalizmin bu iki "radikal" hareketi birbirine kırdırarak kendi yolunda daha rahat yürümesine meydan verilmemesi gerektiğini düşünürüm. Bu nedenle de AKP iktidarına başlangıçta hoşgörülü bakmaktan yana oldum. Bugünkü ortamda Kemal Kılıçdaroğlu'nun "helalleşelim" çağrısı yapmasına yol açan tarihi "düzeltmekten" yana oldum. Solun bu işi yapabileceğini, o halde bunun için çaba göstermesi gereğini savundum. Tayyip Erdoğan işin başındayken bu gibi tavırlardan yana gibi görünen bir çizgi izliyordu; ama çabuk vazgeçti -yerini sağlamlaştırdığına inandığı ölçüde sağa doğru kaydı, sonunda buralara geldi. "Sağa kaydı" derken yalnız "İslamcı" bir tutumu da kastetmiyorum. MHP desteğinde, içinde MHP'yi mutlu edecek motiflerin de bolca yer aldığı bir "güzergâh" belirledi.
Yazının başlığı "seccade" ama ben epey farklı görünen bir hava tutturmuş gibiyim. Değil aslında, şunu vurgulamak istiyorum: Dinci bir parti ile seküler bir partinin (veya bu adlarla andığımız siyasi tutumların) er geç yollarının ayrılacağını söyleyerek söze başladım. Nitekim yollar ayrıldı. Ama şu anda "ne oluyor?" diye baktığımızda, ayrılma nedeninin yalnızca "din" olgusuna dayanmadığını gördüğümüzü vurgulamak istiyorum. Erdoğan ve partisi, trolleri v.b. olayların böyle görünmesini isteyebilir. İstediği, "seccade politikasından" belli. Kılıçdaroğlu Pensilvanya'dan (!) talimat alarak seccadeye basıyor ve bununla siyasi bir mesaj veriyor. Yani herhalde "Ben iktidar olunca böyle yapacağım" demek istiyor. Din kurumu karşısında tutumunun böyle olacağının teminatını veriyor.
Dolayısıyla din konusunda bir tartışma içinde miyiz?
Yoksa din konusunun bir avlama/tavlama aracı olarak kullanıldığı bir iktidar mücadelesinin propaganda süreci içinde bir noktada mıyız? İktidar cephesinde pek çok örneğini gördüğümüz bir "hayali" sorun mu kondu önümüze? Yani "siyasi ahlak" denen şeye sığmayan bir durumla mı karşı karşıyayız?
AKP'nin şimdiye kadar uyguladığı politikalar bir vadede Türkiye'yi bir "şeriat ülkesi" haline getirme hedefini güdebilir. Örneğin, siyaset düzeyinde AKP'ye sadakatla bağlı bir burjuvazi böyle bir amaca hizmet ediyor olabilir. Ama bu, yolsuzluğun bu derecesini gerektirir ya da bunu mazur gösterebilir mi? Bir başka İslamcı politika yolsuzluğa hiç yer vermeden işleyemez mi? Millet İttifak'ında yer alan üç İslamcı çizgi "Biz iktidar olalım da bu yolsuzluğu biz yapalım" demek için mi oradalar?
İslamcı bir parti, içeride veya dışarıda, "İslamcı" olan politikalar uygular. Tamam, buna diyecek yok. Ama bunun anlamı o partinin ve onun yöneticilerinin sözcülüğüne talip olduğu İslamcı politikaların yedi düvelle kavgalı olmasını zorunlu kılar mı? Şu son günlerde Tayyip Erdoğan'ın Amerikan elçisine söylediği sözleri Tayyip Erdoğan mı söyledi yoksa onun ağzından İslamcılık mı konuştu?
Gelelim seccadeye. Kimsenin dikkatini çekmediği anlaşılan, kılınan namazdan sonra niçin toplanıp kaldırılmadığı anlaşılmayan seccade mağribinin bulduğu mal olarak iktidar medyasının eline ve diline düştü. Tamam, bu "kalemler" böyle çalışıyor, biliyoruz. Ama, derken, Adalet Bakanı bir dalış yaptı ve Kılıçdaroğlu hakkında olmadık şeyler söyledi. "Ne oluyor?" demeye kalmadan Cumhurbaşkanı da arz-ı endam etti ve daha tuhaf şeyler söyledi. Böylece Fethullah Gülen "Seccadeye ayakkabıyla basın" talimatını göndermiş oldu.
Fethullah Gülen şöyle kötü, böyle "düzenbaz" bir adamdır. Eyvallah. Ama Gülen namaz seccadesine basın diye talimat verecek bir adam mıdır? Tayyip Erdoğan'dan "daha az Müslüman" bir adam mıdır? Buralara gelince olay iyice "absürd" noktalara varıyor. Tayyip Erdoğan bir ihtimal bunları inanarak söylüyorsa, "patolojik" bir dünyada, olmadık komplolar vehmederek yaşıyor demektir. Benzeri görülmemiş bir "uzaktan kumanda" tertibatı ile seccadeyi görüyor, talimatını gönderiyor falan...
Ama bunları inanarak söylediğini hiç sanmıyorum. Bu durumda, kendisine oy vermesini umduğu ve beklediği kesimin aklına ve yargılama yeteneğine zerre kadar saygısı yok demektir, çünkü on yaşında bir çocuğa yutturulamayacak bir senaryoya inanmalarını istiyor. Böyle bir kesim var: Reis neye inanın derse inanmaya hazır bir kitle. İnanmış gibi yapmaya hazır bir kitle. Bunların bu ilişkisi seccade saygısına değil, başka türlü çıkarlara dayanıyor ve onlar her durumda oylarını Erdoğan'a vermekle yükümlü olmayı kabul ediyorlar.
Bu seccade hikâyesinin de İslamcılıkla, muhafazakârlıkla, hiçbir elle tutulur değerle ilgisi yok.
Ama bu, Tayyip Erdoğan'ın ve yakınlarının nasıl bir toplum tasavvur ettiklerini, nasıl insanlar görmek istediklerini -epey belagatle- anlatıyor.