D_Masthead_970x250Şimdi sıra İmamoğlu'nda
Tayyip Erdoğan kendisine bir yol seçti. Bu yol belirleyici. Tayyip Erdoğan'ın davranışlarını da belirleyecek güce sahip. Bu yolun kullanma kılavuzunda "demokrasi"nin yeri yok; hukuk bu yolda makbul bir nesne değil. Ayrıca, Tayyip Erdoğan'ın, "demokrasi/hukuk" falan demekte ısrar edenleri mutlu etmek gibi bir kaygısı da yok

"Tarih tekerrürden ibarettir" tekerlemesini doğru bulmam ve hiç kullanmam; ama bazan öyle olaylar oluyor ki, insanın bu söze inanası geliyor. İronilerle dolu bir "tekerrür" oyunu önümüzde oynanmakta. İroni, Tayyip Erdoğan'ın kendi başından geçen bir "haksızlık" olayını şimdi bir başkasına, Ekrem İmamoğlu'na yaşatmakta olması. Siyaset tarihinde iki olay ancak bu kadar birbirine benzeyebilirdi. Ama bu benzerlik Tayyip Erdoğan'ın bu yolu seçmesine engel değil. 

Benzerliği vurguladım ama farklılık da var tabii. Tayyip Erdoğan'ı mahkemeden aldığı ceza ile hapisaneye yollayan olayda okuduğu bir şiirin (bu "manzumeye" "şiir" demek yakışık alır mı, o da ayrı konu ya) payı olmuştu. Bundan ötürü o mahkemenin Tayyip Erdoğan'a çıkardığı fatura demokrasinin "de"si ile uyuşan bir şey değildi (Belki "şiir" diye o "mısraları" okuduğu için bir "zevksizlik" cezası verilebilirdi ama bunun da ceza kanununda yeri yok). Ne var ki İmamoğlu olayında bunun bile daha beterini görüyoruz. İçişleri Bakanı İmamoğlu'na açıkça "ahmak" demişti. Ekrem İmamoğlu böyle bir şeye karşı "Babandır" veya "Sensin ahmak!" diye cevap verecek ilkel bir adam değil. Sözü belirli bir incelikle Süleyman Soylu'ya "iade" ediyor. Ama Ekrem İmamoğlu "halka açık" bir ağız kavgası içinde kalmış ve söyleyeceği lafı kime söylediği konusunda kimsede bir "acaba" sorusuna yer bırakmak istemiyor. Kurduğu cümle ile "Burada bir 'ahmak' varsa o sensin" dediği ayan beyan ortada. Gelgelelim, mahkeme İmamoğlu'nu Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret etmekten "suçlu" buluyor ve buna göre bir ceza beğeniyor. Yani, Tayyip Erdoğan sonuç olarak söylediği bir sözden dolayı hüküm yedi, Ekrem İmamoğlu söylemediği (ya da başkasına söylediği) bir sözden dolayı mahkûm oldu. Eh, bu da önemlice bir farklılık sayılır sanırım. Şüphesiz bu farklılık Erdoğan'ı suçlu gösterecek bir şey değil, bunların hiçbiri suç değil.

"Suç değil" ama burası Türkiye. İktidar suç olduğuna karar verdiyse suçtur. Kararı veren de mahkeme değil iktidarın kendisidir. Bu ülkede "hukuk" denen şey böyle işler. Bu son olayın da tamamen bu kalıplar içinde cereyan ettiği konusunda kimsenin bir şüphesi olduğunu sanmıyorum. İmamoğlu'nun başına böyle bir olay gelmesinden memnun olanlar olabilir -buna isyan edenler de olduğu gibi. Ama bu memnun olanlar da "yargıç böyle değerlendirmiş" diye düşünecek değillerdir. Böyle durumlarda yargıcın rolünün bir figüran rolünün ötesine geçmediğini her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bilir. Yargıç, iktidarın kararının mübaşiridir.

Tayyip Erdoğan'ın verdiği her kararın doğru olduğuna inanan kişiler var, AKP'de. Her kararı sindiremeyen bir azınlık da var. Bu konuda gene böyle gelişmeler göreceğiz. AKP içinden birileri de böyle bir kararı sindirmekte zorluk çekecek, ama büyük bir ihtimalle takımdan ayrılmayacak. "Bu iş biraz tuhaf oldu ama Reis bizim iyiliğimiz için bunları yapıyor" deyip yola devam edecek. Ancak toplumda çoğunluğun olanı onaylayacağını sanmıyorum.

Tayyip Erdoğan kendisine bir yol seçti. Bu yol belirleyici. Tayyip Erdoğan'ın davranışlarını da belirleyecek güce sahip. Bu yolun kullanma kılavuzunda "demokrasi"nin yeri yok; hukuk bu yolda makbul bir nesne değil. Ayrıca, Tayyip Erdoğan'ın, "demokrasi/hukuk" falan demekte ısrar edenleri mutlu etmek gibi bir kaygısı da yok. Tam tersine, öylelerine "Bu iş böyle yürüyecek" diyor. "Beğenmiyorsanız, bu sizin bileceğiniz iş." Beğenmeyenleri, bir şikayeti olanları nasıl selametlediğini de birkaç kere gördük, dinledik.

Dolayısıyla olaylara sanki hukuka uyuluyormuş gibi bir renk, bir görünüm vermek gibi bir çaba da söz konusu değil. Ya da, "hukuk"tan anlaşılan şey çok farklı dememiz gerekiyor. Tayyip Erdoğan "bu kardeşinize" yetki verilmesini talep etti ve istediği yetkiyi de aldı. Şimdi böylece bu "tek-adam hukuku" aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Bu hukukun temeli Tayyip Erdoğan'ın neyi İslam'a uygun hayat tarzı olarak kabul ettiğine bağlı. İşte, örneğin "faiz" konusundaki tutumu genel gidişin nasıl olacağına dair yeterince fikir veriyor.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969’da İngiltere’deki Sussex Üniversitesi’nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980’de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964’ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970’te Halkın Dostları Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975’te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK’ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984’te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980’lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991’de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995’ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben’in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır  - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- “Siz isterseniz…” – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

İlgili İçerikler