Rusya'nın Ukrayna'ya silahlı kuvvetlerini sokmasıyla ve bir işgal girişimi başlatmasıyla ortaya çıkan durum bütün dünyanın endişeli ilgisini çekti ve her zaman olduğu gibi değişen ve bazan çelişen tavırlar alınmasına yol açtı. Bu "çelişen" tavırlar arasında "Rusya böyle hareket etmekte haklıdır" diyenler de çıktı. Anladığım kadarıyla, Türkiye'de böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Bu sonuca varmak için nasıl bir mantık izlendiğini anlamakta güçlük çekiyorum.
"İyi şeyler" olsun, "kötü şeyler" olsun, "şeylerin oluşmasında" sorumluluk genellikle birden fazla özne tarafından paylaşılır. Tarafların olan "şeyde" payları değişir, tamamen suçlu ya da tamamen suçsuz olan bir tarafa rastlamak sık görülen bir durum değildir. Yani şu anda önümüzde sahne sahne açılan tragedyanın oluşmasında Ukrayna'nın da payı olmuş olabilir. Ama "Bu olayın sorumluluğu Ukrayna'nın sırtındadır" diyecek derecede bir iri kıyım bir "pay" değildir bu.
Bir "saldırı" var orta yerde. Ukrayna Rusya'ya saldırmıyor, Rusya Ukrayna'ya saldırıyor. Ukrayna kendini savunuyor. "Kendini savunmak", bildiğim kadar, uluslararası hukuku çiğneyen bir eylem değil. Bu eylemi gerçekleştiren Rusya'nın yol açtığı yıkımın vardığı ölçüleri her gün medyada izliyoruz. "Bütün bu felaket, Ukrayna kendini savunduğu için oluyor" demek mümkün mü? Değil.
Ukrayna "Beni NATO'ya alın" demiş! Saldırının gerekçesi (yani dünyaya sunulan gerekçesi) bu. "Rusya haklı" diyenler bu gerekçe hakkında ne düşünüyorlar? Zaten olay oradan başlıyor. Rusya, kendisine karşı kurulduğunu düşündüğü (ve düşünmekte pek de haksız olmadığı) bir askeri ittifakın kendisiyle "sınırdaş" olmasını kendi güvenliğine bir tehdit saymış. Kendisine düşmanca diş gösterdiğini iddia ettiği Ukrayna'yı uyarmış, ama dinletememiş; bu durumda başka korunma çaresi bulamamış.
Dünyanın çok daha gergin dengeler üzerinde durduğu Soğuk Savaş yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği sınırdaştı; sınır çok daha kısa olmakla birlikte Norveç de bir NATO üyesi ülkeydi. Bu iki ülkeyi yönetenler böyle bir korunma tedbiri almayı gerekli görmüş, toplumdan gelen ciddi, kitlesel bir muhalefet de olmamıştı. Ukrayna ile Rusya'nın aralarının pek parlak olmadığı da "sır" değildi. Varolan koşullarda Ukrayna'nın seçilmiş yöneticileri de ihtimal dışı sayılamayacak (sayılamayacağı iki aya yakın bir süredir her gün yeniden kanıtlanıyor) bir Rus saldırısına karşı NATO'ya girmeyi akılcı bir tedbir olarak gördüler. Bu, "hükümran" bir ülkenin vermesinde herhangi bir "suç" olmayan bir düşünce ve bir eylemdi.
Türkiye'de NATO üyesi olmaktan mutluluk duymayan kişiler vardı -ben onlardan biriyim. Hele o yıllarda Amerika'nın benimsediği "dünyanın jandarması" rolüyle başını çektiği, her hücresiyle "anti-komünist" bir ittifaka üye olmayı doğru bulmuyordum. Ama üye olmasının Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye (ya da Norveç'e) bir saldırı başlatmasını haklı göstereceğini de aklımdan geçirmiyordum.
Geldiğimiz yerin yolunun taşlarını oluşturan adımlardan biri de Rusya'nın Kırım hamlesiydi. Aslında bu da sindirilebilir bir olgu değildi. Kırım ziyaretimde yarımadada yaşayan Ruslar'la konuştuğumuzda onların birçoğunun da "Kırım'da yaşayan Ukraynalı" kimliğinden rahatsızlık duymadığını görmüştüm. "Kırım Tatarları" sorunu tabii ayrı hikâye. Bu yıllanmış sorunun da bir an önce çözülmesi gerekiyor ama bu çözüm Kırım'ı Rusya'ya bağlamak değil.
Ukrayna'da yaşıyor olmaktan tedirginlik duymayan Ruslar arasında doğudaki Rus nüfustan çok kişi olduğunu tahmin ediyorum; ama orada Ukraynalı yetkililerin dil yasakları ve benzer davranışlarla kötülüğü körükledikleri herhalde söylenebilir. Gerçi bu da bir "işgal" harekatı başlatmak için yeterli gerekçe sayılmaz (sürecin başlarında Baltık devlerinde benzer sorunlar olmuştu) ; Ama gerginleşme eğilimi gösteren bir ortamda (aslında herhangi bir ortamda) durumun düzelmesine yardımcı olacak bir davranış değildi.
Rusya'nın saldırı gerekçelerinden biri de, kendi kullandıkları terimlerle, Ukrayna'nın "Azak" grupları gibi "faşist" hareketleri beslemesi, desteklemesiydi. Ukrayna'da pek çok sevimsiz davranışları olan milliyetçi akımlar olduğunu ben olayların başlamasından beri söylüyorum. Ama bunların sayıları da, etkililikleri de abartıldı. Kaldı ki, bu da son analizde "iç işleri" denecek bir olay. Alpaslan Türkeş Milliyetçi Cephe koalisyonunda bakan oldu diye Sovyetler Birliği'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş açması, Soğuk Savaş yıllarında, "hak vermek" bir yana, "düşünülecek" bir şey miydi?
"Rusya böyle yapmakta haklıdır" kategorisinde oy vermiş ülkeler listesine baktığımızda, orada herhangi bir "demokratik" ülke görünmüyor. Sayıca en cılız kalan kümelenme de o kategori -tarafsızlık tavrını tercih edenler daha kalabalık. Her iki kümenin de "dış ilişkiler" v.b., böyle tavır almalarının nedenlerini anlayabiliyorsunuz. Türkiye'de "Rusya haklı" diyen çok kişi bulunmasının nedenlerini anlamak daha zor.
Bunların arasında NATO'dan hazzetmeyenler bulunuyor. NATO'dan hazzetmemek bence anlaşılmayacak bir şey sayılmaz. Sayılmaz da, tartıştığımız konu Ukrayna sınırlarından içeriye işgal amacıyla dalmış askeri birlikler NATO değil, Rus ordusunun birlikleri. NATO'ya üye ülkelerin iktidarları da bu akıl dışı ve hukuk dışı davranışı kınamak ve karşı-tedbir almakla meşgul.
Olayın bütününe bakınca NATO'nun iyi ve doğru bir siyasi çizgi izlediğini söylemek kolay değil. Ukrayna'nın dikbaşlı davranmasını teşvik ettiler; iş ciddiye binince de kenara çekildiler. Bu gibi tavırlar için hep bir ağızdan eleştirelim onları. Batı'nın dünyadaki birçok olay karşısında ikiyüzlü tavırlar takınmasının ilk ya da tek örneği değil. Ama eleştirirken, NATO'nun silahlı bir müdahalede bulunmasının "Üçüncü Dünya Savaşı" ile muhtemel ilişkisini de aklımızın bir kıyısında tutalım.
Eleştirelim, ama işi "Bu olayı NATO yarattı" demeye vardırmayalım. Gerekli dikkati, diplomatik incelikleri yeterince düşünmediklerini, Ukrayna'nın konumunu gereği gibi ciddiye almadıklarını söyleyebiliriz; ama savaşı onlar başlatmadı. Adam dolandırıcılık yapmışsa, dolandırıcılık maddesinden yargılarsın, cinayet maddesinden değil.
Türkiye'de bu son olayın böyle bir "NATO" düşmanı çizgiye çekilmesinin aslında köklü bir sorunsaldan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu toplumda kazdıkça derinlere giden bir "Batı nefreti" olabilir. Bunun içinde "imparatorluk kaybetme" olgusu önemli bir rol oynuyor olabilir. Bir "aşk ve nefret" ilişkisinden söz edilebilir. Bu düşmanlığın hem sağa özgü, hem de sola özgü biçimleri, tezahürleri var. Bunların hiçbiri hayra alamet değil.
Bir de, "statik dünya görüşü" diyebileceğim bir şey zihnimden gelip geçiyor. "NATO kötüdür" diyorsunuz. Size bunu dedirten nesnel nedenler var. Ancak, bunu bir kere söyleyince, artık hiç değişmeyecek bir şey söylemiş oluyorsunuz. Bundan böyle NATO kötüdür. Değişmez; her yaptığı kötüdür; her kötülüğü o planlar ve gerçekleştirir.
Hayat böyle değişmez "iyi"ler ve "kötü"lerle doludur.
Politikayı böyle düşünmeye başlarsanız, hiç şaşmaz: "apolitik" olursunuz.