Hagiografi (Azizlerin hayat öyküsü) olmayacak bu yazı. Mitleştirmeden, mübalağa etmeden anlatacağım Jose Monge Cruz'u ve biraz da Francisco Sanchez Gomez'i (D. 21 Aralık 1947, Algeciras, Cádiz, İspanya – Ö. 25 Şubat 2014, Cancún, Meksika), yani Paco de Lucia'yı
Aynı şehirde yaşayan ve aynı mahfillerin iki özel insanının karşılaşması zaten bir zorunluktu. Küçük bir rastlantı ile karşı karşıya geldiler. İki içe dönük, utangaç, dâhilere özgü melankolileriyle baş başa oturdular öylece. İkisi de az konuşan insanlardı ama bir an geldi Paco gitarını aldı çalmaya başladı, Camaron da söylemeye. "Bütün gün ben gitar çaldım, Camaron da şarkı söyledi", 40 yıl sonra bu sözlerle anlatıyor Paco, o ilk tanışma ve sonrasını.
Birbirlerini biliyorlardı. Kısa sürede kişilik ve mizaç olarak da çok iyi uyum sağladılar. Flamenko'da ne yapmak istedikleri konusunda da tam bir eşgüdüm halindeydiler. Çünkü Camaron, Paco'nun gitarda yaptığını şarkıda yapmak istiyor; Paco da, Camaron'un şarkıda yaptığını gitarda yapmayı arzu ediyordu.
Bir başka ortak yanları daha vardı!
Aslında Paco şarkı söylemeyi arzulamıştı ilk başlarda, ama mahcup kişiliği yüzünden kendisinin de dediği gibi, şarkı söyleyemeceğini anlayınca "Gitarın arkasına saklandı(m)".
Camaron ise bir gitar tutkunu idi. Hep gitar çalarak Flamenko yapma hevesindeydi. Ama şarkıcılıktaki yeteneği, özgünlüğü, sesindeki nüans zenginliği, Cante'leri yüreğinden kopup gelen haykırışla söyleme istidatı onun benzersiz olacağının fark edilmesini sağladı ve yatkın da olsa gitarı bıraktı. Zaman zaman canlı performanslarda seyircilere dönüp Paco'dan sonraki gitarcısı Tomatito'dan izin isteyerek birkaç Cante'de, Tomatito ile beraber gitar çaldı. Aynı anda çalarak söyleyebiliyordu ve bu ender görülen bir maharetti. Ama yine de fazla ısrarcı olmadı gitarda.
Sevgili eşi La Chispa (Türkçesi: Kıvılcım), eşinin ölümünden 15 yıl sonra verdiği mülakatta, Camaron'un tam bir gitar tutkunu olduğunu ve gördüğü her gitarı satın aldığını söyledi.
Paco'nun babası Antonio Sanchez müzisyen geçmişi olan bir yapımcıdır. Camaron'daki parlak potansiyeli hemen fark eder ve Jose'yi alır götürür. Çok katı bir disiplin anlayışı vardır ve bu katılığı ile Paco'yu yetiştirmiştir. Ama Paco'nun imgeleminde çok da olumlu bir baba figürü olamamıştır. Despot, dayatmacı ve çok müdahalecidir. Çocukları stüdyoya alır ve ilk albümü hazırlar. Birlikte 10 albüm yaparlar. Flamenko için medar-ı iftihar olan bu albümler birer elmas değerindedir. Flamenkonun akışını, istikametini değiştirdiler. Yeni bir yön belirlediler. Alışılmışın dışında bir mecra yarattılar.
Bu yıllar içerisinde Paco da, Camaron da olağanüstü gelişme gösterirler. Önce Flamenko aleminde sonra tüm İspanya'da akabinde de dünyada dikkat çekerler.
Paco, uluslararası çalışan yapımcıların menziline girer ve sözleşmeler yapar. Yıllardır birlikte yaptıkları albümlerden başka yüzlerce performansı gerçekleştirirler. Seyirciler büyülü bir ayindeymişçesine bu iki dehanın sanatlarının doruklarına çıkışlarını izlerler. Ne büyük bir şanstır bu muhteşem ikiliyi canlı izlemiş olmak.
Paco, artık başka ufuklara yelken açmak üzeredir. Yapımcılar uyarır: "Paco sen artık uluslararası üne sahip bir gitar virtüözüsün. Bir şarkıcının gitar eşlikçisi olamazsın, bu şarkıcı Camaron bile olsa." Paco baskılara direnemez kendi sanatsal kariyerini de düşünerek 1977 yılında Camaron'la birlikteliğine son verir. Turneler, başka başka ülkelerde yüzlerce konser, plak kayıtları… derken Paco artık apayrı bir aleme iltisak etmiştir.
Camaron da büyük yapımcıların radarındadır.
Yapımcılar Paco gibi Camaron'u da benzer mecraya almak isterler. Dünya turnesi önerip O'nu bir dünya starı yapacaklarını bildirirler Jose'ye. Ama Camaron'un tavrı Paco'nunkinden farklıdır. Reddeder gelen başdöndürücü teklifleri. İki sebepten: Camaron bir Çingenedir ve ailesine çok bağlıdır. Evinden, eşinden, çocuklarından uzun süreli ayrılıklar yaşamayı istemez. Bir de seyahat etmekten hiç hazzetmez. Hele de öyle aylarca sürecek turneler! Düşüncesi bile içini karartır.
Paco yeni yolunda aynı başarıyla ilerler ve gitarda bir dünya yıldızı olur.
Babası İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilerin safında çarpışmış, şair, Flamenko uzmanı ve eleştirmeni Felix Grande, Paco de Lucia için, "ellerindeki makine benzeri gücün romantikliğin etkisinde açığa çıkan bir güç olduğunu "betimler.
"Paco de Lucia Flamenko müziğinin derinlerine dalmış, sevimsiz enkaz ve anılarla geri dönmüştür; ancak bu geri dönüşte, meşale gibi yanarak itaatsizlik, güç ve özgürlük dağıttığı da görülür. Paco de Lucia'nın elleri Endülüs müziğinin irfan yüklü kanunlarına saygılıdır, ancak kanun koyuculara itaat etmez. Paco de Lucia'nın elleri, gitar dünyasında yeni bir kanundur… Paco, ellerindeki müzik emeğiyle bizi fanilikten, yeniden dirilen ruhlara dönüştürür. (Grande, 1986) William Washabaugh - Flamenko syf: 98."
Paco ve Camaron, Flamenkodaki paternalizmin karşısında yollarından dönmezler. Ortodoks ve katı gelenekçi Flamenkocuların eleştirilerinden paylarına düşeni alırlar. Bir müzik türünde indirgemeci anlayışı, paternalizmi, her halükârda karşıt kutup olarak vaziyet alıp oradan eleştiri salvoların varoluşsal bir vasıf, bir davranış biçimi haline getirilmesini, doğru bulmam. Yegane ve mutlak doğruyu kendisinin vazettiğine inanan anlayışın eleştiri nesnesine geliştirici bir katkı yapamayacağı görüşündeyim. Hele de Flamenko gibi bir türde bu tutumların yarar getirmesi olası değildir. Çünkü:
"Flamenkonun verebileceği hazzın tarihsel zenginliği, performansın her bir anında vardır ve öyle ki, bu haz aynı anda gelenekçi ve ilerici, romantik ve milliyetçi, benmerkezci ve toplum merkezci, itaatkâr ve direnişçi olabilir. Bir kişi ticari performansın sıradanlığı ve yavanlığını küçük görürken, bir başkası aynı ticari performansın içtenliğini ve otantikliğini övebilir. Herhangi bir performansta bunların hepsi vardır." Age.syf: 101
Bu alıntı ile Paco bahsini kapatmak gerekiyor, çünkü yazı konumuz Paco değil, Camaron.
Paco, kendi başına ayrı bir yazı dizisinde incelenebilir ancak.
Camaron da daha çok İspanya'da insanları mest etmeye devam eder.
Camaron'un sanat hayatında üç mühim debut diyebileceğimiz çıkışı vardır:
Montreux caz festivali, Paris ve Newyork konserleri.
Sanatın, müziğin dünyadaki merkezleri konumuna sahip bu en önemli üç kenti, kelimenin tam anlamıyla fetheder. Bir önceki yazımın sonundaki video, Montreux caz festivalinde söylenen Soy Gitano (Ben Çingeneyim) şarkısı sanırım izlemiş olanlara, ne demek istediğim hakkında bir fikir vermiştir. Aynı festivalde Miles Davis ve Ray Charles gibi isimler de sahneye çıkarlar ama izleyiciler için Camaron bir başkadır. Bu beklenmedik gelişme yapımcıların da, festivali düzenleyenlerin de irkilmesine neden olur. İspanya'dan gelmiş bir çingene Flamenko şarkıcısı, Caz ve R&B'un dev isimlerinin önüne geçmiş, seyircileri sevinç ve coşkuya boğmuştur.
Paris biraz risklidir. Flamenko bu ülkede pek de ilgi gören bir tür değildir ve Fransızların kendi kültürlerine düşkünlükleri, kibirleri malumdur. Camaron sahneye çıkar, ilk gece 2 bin kişi, ikinci gece 3 bin kişi son gece salon hıncahınç dolu vaziyette 10 bin kişi Flamenko'nun devrimci prensini dinlemeye akın eder. Konserlere sanıldığı gibi, çingenelerin değil, hiç İspanyol'ca bilmeyen Fransızların çoğunluk olduğu bir izleyici kitlesi gelir. Camaron Fransızların kibir, kendi kendine hayranlık, kendini aşırı önemseme şovenizmini sanatıyla yerle bir eder. Fransız medyası günlerce Camaron'dan bahseder.
Ardından NewYork gelir. Camaron bu zor şehri de fetheder. Konser verdiği yer 6 bin kişiliktir. İnsanlar ayakta ve ellerinde içki bardaklarıyla hem içip hem de aralarında sohbet ederek, lakayıt (umursamaz, kayıtsız) bir tutumla hasbıhal etmektedirler. Gürültülü bir ortamdır ve bu hiç yadırganmamaktadır. Oraya gelen sanatçılar da bunu bilirler.
Camaron, arkadaşı gitarist Tomato ile sahnede görünür ama kimse oralı olmaz. Camaron, Tomato eşliğinde şarkısına başlar. Birkaç saniye sonra salonda bir anda hipnotik bir sessizlik olur ve konser sonuna kadar şarkıların bitimindeki alkış sağanağı dışında, Camaron şarkılarına başladığında yine ilahi bir sessizlik egemen olur. Konser biter ve kıyamet kopar, NewYorklular Camaron'a doyamamışlardır. Camaron, Montreux, Paris ve Newyork semalarında halkının Flamenko bayrağını dalgalandırmıştır.
Hannibal ın Kartaca'yı fethedişi gibi muzaffer bir şekilde Madrid'e dönülür.
Yunan şair, deneme, oyun, öykü ve roman yazarı filozof Nicos Kazancakis (1883 – 1957), 1920'lerin sonunda Eleftheros Logos gazetesinin dış haber muhabiri olarak gittiği İspanya'da, yıkılmış bir imparatorluğun kalıntılarında yaşayan küçük insanları, gezgin şövalyelerin at sürdüğü günlerden beri değişmemiş uçsuz bucaksız bir taşrayı, İspanya'dan yolu geçen tüm kültürlerin bıraktığı rengârenk mirası bulmuştu. O günlerde İspanya, "karanlık ve korkunç" bir yüzyıla izini bırakacak varoluş krizinin tam ortasındaydı. İç savaş felaketinden önce, bulutların toplanmasını olacakları bilmeden izleyen Kazancakis, savaş sırasında tekrar İspanya'ya gelmiş ve ülkeyi saran vahşete, Madrid'in düşüşüne bizzat tanıklık etmişti. İzlenimlerini İspanya, Yaşasın Ölüm adlı kitabında yazmıştı. Bir bölümü aktarıyorum:
"İspanya'nın iki yüzü vardır: Bir yüzünde, Mahzun Yüzlü Şövalye'nin öfkeli, uzun suratı; diğer yüzünde Sancho'nun pratik, dört köşeli kafası. İspanya'nın bütün o parlak görüntüsü geliyor aklıma şimdi: Kastilya ile Extremadura'nın susuz, ağaçsız ve baştan aşağı taşlarla dolu platoları. Endülüs ile Valencia'nın portakal, limon ve muz ağaçlarıyla dolu güleç ve sıcak ovaları. Uzun boylu, kuru erkekler. Kokulu saçlarında kule gibi yükselen tarakları, üstünde dalgalanan siyah dantel şallarıyla kadınlar. Rıhtımlardan, boğa güreşlerinden, rengârenk panayırlardan yükselen uğultu. Kurtuba ile Sevilla'nın gölgeli avluları ve kafesleri arkasından yükselen, tutku ve ölümden ibaret, nağmeleri uzun Arap müziği. Yaseminlerden, gübreden ve çürük meyvelerden çıkan koku. Camiler, serin kiliseler, Müslüman sarayları. Patırtılı, rengârenk sokaklar boyunca çarmıha gerilmiş İsalar. Murillo'nun kara gözlü serseri çocukları; Velázquez'in acılı ve mağrur cüceleri; Goya'nın serserileri ve dilencileri; El Greco'nun1 ince, dik ve meşaleler gibi yanan vücutları." Can yayınları / Syf. 15
Kazancakis eğer yaşayıp da, mesela 1970 yılında İspanya'ya tekrar gidebilmiş olsaydı bu kitabında Camaron ve Flamenko'yu da anardı kuşkusuz.
Cervantes, Goya, El Greco, Joan Miro, Diego Velazquez, Salvador Dali, Pablo Picasso, Lorca, Bunuel, Jose Carreras, Placido Domingo… İspanya kültüründe sanatlarıyla hayal sarayları yaptılar. Camaron da hem mağrip hem maşrık stilde ve sağlamlıkta düş sarayı inşa etti. Bundan dolayıdır ki İspanya için saydığım isimler ne ise Camaron da odur...
Evet! Bu son paragraf hayli iddialı gelebilir. Bu iddialı cümleler ve yazı başlığı, öznel bir duygusallık mı yoksa bir nesnelliğe tekabül ediyor mu?
Yanıtı, müziğin devlerinden alacağız. Tek ben değilim konu Camaron olunca bir duygu sağanağı ve sevgi infilakı yaşayan. Başka kimler var peki? Birkaçını sayayım:
Paul Mccartney (Beatles)
Bono (U2)
Prince
Michael Jackson (Tanışmak ve sesini duymak için Madrid'de olan Jose'yi Amerika'dan telefonla aradı ve hayranlığını ifade etti.)
Elton John
Steve Wonder (Şarkılarının bütün haklarını satın almak istedi.)
Mick Jagger (Rolling Stones). Stones, dünya turnesi kapsamında geldiği Madrid'de Camaron'u davet etti kaldıkları otele 3 milyon Peseta vereceklerini bildirdiler. Camaron'u tanımıyorlardı ve Çingene onurunun ne demek olduğundan haberleri yoktu. Camaron reddetti ve gitmedi. Üsteli maddi sıkıntı içerisindeydi. Neden gitmiyorsun çok ünlü bir rock grubuymuş, diyen eşine, gitmeyeceğim La Chispa, çünkü bana şarkı söyletecekler, yanıtını verdi. Camaron sezgileriyle hareket etti ama yerden göğe kadar haklıydı. Çünkü, Rolling Stones bunu hep yapar yerel sanatçıları çağırır dans ettirir, şarkı söyletir ve para verir. Bunu en son Küba'da da yaptılar. Havanalı bir grup çağrıldı ve kendileri için özel bir mini gösteri yaptılar.
Başlıktaki "sanatçıların sanatçısı", bana ait bir ifade değil, İspanya'da Camaron için sanatçıların yaptığı bir tanımlama. Daha başka tanımlamalar da var. Onları ve Camaron'un sanatı ve hayatına daha ayrıntılı girmeyi sonraki bitiş bölümüne bırakıyorum.
Aşağıda Camaron'un muhteşem eseri, sitar eşliğinde söylediği "Nana del caballo grande "şarkısını dinleyeceksiniz. Şarkının sözleri Çingene hayranı büyük ozan Garcia Lorca'nın, Kanlı Düğün, eserinden alınmış. Camaron'da Lorca hayranıydı.