Netflix, beklenen Pele belgesel filmini yayımladı. Film, baştan sona hassasiyetle, özenle hazırlanmış. Varlığından haberdar olmadığımız görüntülerle, altmış yıl evvelki takım arkadaşlarıyla, siyasetçilerle, o dönemleri gazeteci olarak takip etmiş insanlarla yapılmış mülakatlarla ve maç görüntüleri ile Pele'ye layık bir belgesel olmuş.
Film,1970 Meksika'da dokuzuncusu düzenlenen dünya kupasının unutulmaz Brezilya – İtalya final maçının seremonisiyle başlıyor. Aztek stadyumundan renkli enstantaneler, maçın heyecanını daha ilk saniyelerde izleyiciye hissettiriyor.
Bu maçı evimizde rahmetli babamla birlikte Suriye televizyonundan naklen izlemiştim. On yaşındaydım.
Pele'nin şimdiki acı veren haliyle verdiği mülakat insana kısa süreli bir katatoni yaşatıyor. Çünkü, hafızamızda o futbolculuk dönemindeki görüntüleriyle kalmış görüntüsünü -gayri ihtiyari- bekliyoruz. Pele'yi yeniden izleyecek olmanın keyfini süreceğimizi zannederken o, röportajın yapılacağı geniş ve bomboş mekana konulmuş iskemleye doğru medikal walker yürüteçe tutunarak bebek adımları ata ata geliyor. Zayıflamış bacakları belli ki artık Pele'yi taşıyamıyor. Sağlık sorunları yaşadığını, böbrek ve prostat sorunlarının dışında geçirdiği kalça kemiği ameliyatı yüzünden yürümekte zorlandığını biliyordum ama bu halde olacağını hiç düşünmemiştim. Pele'yi belgeselde o ilk gördüğüm anda Norveçli yazar Perr Petterson'un harika romanının adı dudaklarımdan döküldü: Lanet olsun zaman nehrine.
Long, long time years ago… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… tıpkı Brezilya gibi futbol Türkiye'de de çok seviliyordu. 60'ların küçük bir sınır kasabasında en eğlenceli oyundu futbol. Okuduğum 27 Mayıs İlkokulu ile hastane arasında harman yeri denilen geniş açık bir alan vardı, tabii ki topraktı. Orada top oynanır maçlar yapılırdı. Kale direkleri yoktu, iri taşlar konurdu direk yerine. Kale arkasında hastane duvarı vardı. O duvarda, kim yazmışsa artık, yıllarca o yazı durdu ve her gün okuduk: Pepe, Didi, Vava, Pele. Ben sadece Pele'yi biliyordum; Pepe, Didi, Vava'yı kafiye olsun diye uydurulduğunu sanmıştım yıllar boyunca. 1972 yılında Fenerbahçe, Didi'yi teknik direktör olarak transfer edince, o zaman öğrendim ki Didi meğerse Brezilya'nın eski, ünlü bir milli takım oyuncusuymuş. Vava ve Pepe ise hâlâ uydurma bir isimdi benim için. Yıllar geçti o yazı silindi, harman yeri yapılan binalarla.
Şimdi Pele belgeselinde Pepe'yi ve Vava'yı izleyince öğrendim ki Pepe de Vava da tıpkı Didi gibi Brezilya'nın ünlü futbolcularıymış. Brezilya'nın bu dört büyük yeteneği, 15 bin km uzakta, haftanın sadece birkaç günü elektriğin geldiği, avuç içi kadar bir ilçede, (o yıllarda telaffuz edilmezdi ama) graffiti oluyordu; Arial nova light formatında. İnternet yok, tv yok, gazeteler bile iki gün gecikmeli geliyor. Nasıl ilçemize kadar ulaştı bu futbolcuların isimleri, anlamak zor.
Pele ve Brezilya demek, futbolda estetik, zeka ve takım ruhu demekti; aynı zamanda dünya çapında ünlerine rağmen mütevazı olmaktı. Belgeselden de anlaşılıyor ki başka bir hususiyetleri daha vardı: Asla sert, kırıcı ve kasti faul yaparak oynamıyorlardı. Pele'li, Didi'li, Vava'lı, Pepe'li takım için söylüyorum bunu. Kendileri biçilirlerdi, çok sert faullere maruz kalırlardı ama asla mukabelede bulunmazlar, terbiyelerini bozmazlardı. Şimdi birbirine tüküren, kafa atan, en galiz küfürleri savuran, dirseğini mızrak gibi kullanan, hakemi yanıltmak için kendini numaradan yere atıp ruhunu teslim ediyormuşçasına debelendikten birkaç dakika sonra sırıtarak oyuna devam eden, rakibinin futbol hayatını bitirebilecek şiddette aşil tendonuna ezercesine basan, sonra da ne yaptım ki diye feryat ederek masumu oynayan futbolcuları düşününce, Brezilya'nın futbol ahlakını hayranlıkla yad etmemek imkansız.
Pele, daha o yıllarda, bir TV röportajında futbolun seyircilere zevk veren seyirlik bir oyun olmaktan çıkarılıp netice odaklı hâle getirilerek çirkinleştirildiğini söylüyor, belgeselde.
Pele, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu olduğu konusunda Maradona ile kıyaslanır hep. Maradona'nın belgeselinde de, yeteneklerini gösteren pozisyonlar seçkisinde altı çizilen iki görüntü imge halinde hafızalara yerleşti. İlki; 1986 yılında Arjantin milli takım formasıyla çıktığı İngiltere maçında topu orta sahadan alıp 3-4 oyuncuyu çalımlayarak attığı gol. İkincisi ise aynı maçta açık bir şekilde eliyle attığı gol ki kendisi bunu Tanrının eli, diye açıklamıştı.
Belgeseli izleyenler görecekler: Pele, Maradona'nın jenerik olmuş o golü gibi en az beş tane gol atmış, 5-6 rakip oyuncuyu attığı çalımlarla sağa sola yatırarak. Ama Pele hiçbir zaman eliyle gol atmadı.
Maradona, evet sert faullerle marke edilir öyle durdurulmak istenirdi. Pele de öyle ama Maradona, bugün gibi hatırladığım 1982 dünya kupası Arjantin - Brezilya maçında rakip oyuncu Batista'nın kasığına ayak tabanı ile öyle bir tekme attı ki, o an Pele aklıma gelivermişti ve daha böyle bir belgesel filminin fikri bile konuşulmuyordu. Tabii kırmızı kart ile oyundan atıldı. Pele'nin maç sonrasında yaptığı röportajda Maradona'nın bu kasti ve centilmenlik dışı davranışının bir büyük futbolcuya yakışmadığını söyleyerek eleştirmişti.
Pele ne kırmızı kart gördü ne de rakibine öyle acımasızca tekme attı. Defalarca ve her maçta tekmelere, sert çelmelere ve sakatlıklarla sonuçlanacak çift dalmalara maruz kalmasına rağmen.
Maradona gibi kokain, alkol, gece alemleri Pele'nin hayatında hiç olmadı. Arzu duymadı öyle bir hayata. Antenmanlara da herkesten önce geldi, soyunma odasında da en önce o formasını giyip maça hazır durumda sahaya çıkmayı bekledi.
Pele mi? Maradona mı? Yersiz ve cevabı zaten belli bir sorudur. Pele filmi insanın gözlerini yaşartacak bir dolu enstantane, röportaj, görüntü ile bezeli ama aynı zamanda hangisi en büyük sorusuna "elbette ki Pele' 'cevabının görsel gerekçe ve kanıtlarının sergilendiği tarihi bir belgeseldir.
Pele üç dünya kupası kaldırmış, ilkinde daha 17 yaşınayken Brezilya milli takımında forma giymiş bir efsane. Üçüncü dünya kupasından sonra artık milli formayı giymeyeceğini açıklamasına rağmen 1970 Meksika dünya kupası geldiğinde Brezilya halkının ve dünya futbol aleminin yoğun baskı ve ısrarları karşısında turnuvaya katılır. İlk maçta hemen tahmin edilecek eleştiriler gelir; Pele, eski Pele değil. Ama turnuva ilerledikçe yapılan maçlarda Pele, öyle yorum yapanların başlarını öne eğdirecek olağanüstü performansı ile takımını finale taşır. Finalde, Avrupa futbolunun sert ve defansif oyun ekolü ile tanınan güçlü takımı İtalya vardı. Kalede geçilmez Dino Zoff, Mazzola, Facchetti, Riva, Riveria ile İtalyanlar kupayı arzulamaktadırlar. Brezilya'da ise çok sevdiğim kaleci Felix, Tostao, Roberto Rivelino, Jairzinho, Everaldo ve tabii ki Pele'li kadrosuyla maça çıkar.
Bu finalin önemi geride kalan finallere göre daha farklıdır. Her iki ülke de iki kez Dünya Kupası'nı kaldırmış ve üçüncü kez kaldıran, FIFA'nın daha önce aldığı bir karara dayanarak, bu kupayı ebediyen müzesine götürebilecektir. 18'inci dakikada sahneye çıkan Pelé, Brezilya'nın Dünya Kupası tarihindeki 100'üncü golünü kaydederken takımını 1-0 öne geçirir. 37'nci dakikada Boninsegna, İtalya'ya 1-1 beraberliği getiren golü atar. İlk yarı bu sonuçla tamamlanır.
İkinci yarıda, Brezilya oyuna ağırlığını koyar iyice. 66'ncı dakikada Gérson, 2-1, İtalyanlar sertleşmeye ve kasti faul yapmaya başlarlar. Brezilya sahada sambasını yapmaya devam etmektedir. 71'inci dakikada Jairzinho ile 3-1. 86.'ncı dakikada, hızlı bir deparla atağa katılan ve Pelé'den aldığı pasla ceza sahasının çaprazında kaleciyle karşı karşıya kalan Carlos Alberto attığı şahane golle maçın sonucunu belirler: 4-1. Efsaneleşen Pelé, zafer sonrası sahayı omuzlarda terk ederken, Jules Rimet Kupası (Dünya Kupası) ebediyen Brezilya'ya teslim edilir. Futbol otoriteleri Pele'yi turnuvanın en iyi oyuncusu seçer.
Pele filmi futbolu seven, ilgilenmeyen Pele'yi zaten bilen, bilmeyen ya da Maradona hayranı olan, hatta bu taraklarda bezi olmayıp da hakiki bir yaşam öyküsü izlemek isteyen insanların bile ekrana çakılı kalacağı bir belgesel.
1940 yılında doğmuş, evin geçimine katkı yapmak için on yaşında ayakkabı boyacılığı yapan bir çocuğun on yedi yaşında Brezilya milli takımına yükselmesinin ve bütün zamanların en büyük futbolcusu olmasının öyküsü izlenecek bu belgeselde. Bunun yanısıra Brezilyanın 1964 yılında general Branco'nun liderliğinde yapılan askeri darbe ve izleyen diktatörlük döneminde, Pele'nin suskun kalışının eleştirisine de yer verildiği görülecek.
Şimdi o asude -sessiz, dingin, kaygısız- zamanların imgeleri arasındaki Pepe, Didi, Vava, Pele graffiti'si anlamını kavradı.
1970 yılı, futboldaki estetiğin, yaşamdaki dostluğun, bölüşmenin, dayanışmanın, düşene el uzatmanın, kanaatkârlığın, nezaketin veda edişinin de başlangıç yılıdır.
Pele futbolu bırakmış, Beatles dağılmış, Hippiler varlıklarına son vermiş, 68 kuşağı derin bir hayal kırıklığı ile Katmandu yollarına düşmüştür.
Kitsch'in, çıkarcılığın, ahlak dışı rekabetin, bencilliğin, düşene bir tekme daha savurmanın, açgözlülüğün, nobranlığın elli yıl sürecek saltanatı başlamak üzeredir.