Syd Barret'den sonra da sınırları zorlama ile deneysel yoldan ileri gitme arasında uğraş veriyorlardı. Modern dünyada muhafazakâr - neoliberal ideolojinin deklare ettiği değerlere karşı tepkilerini insanlığa seslenerek Pink Floyd sanatını gerçekleştirdiler.
Yaşamın yegane manasını, ''Al ve aldır'' mottosuyla tanımlayan, toplumsal sorumluluğu hiçe sayan, insanın üretici yaratıcı potansiyellerini gerçekleştirme arzusunun uzanımlarını umursamayan yaşam biçimiyle ilgili derin temaları, müziklerinin iştigal sahasıydı.
Toplumsal baskının insanı bir yöne ya da bir diğerine yönlendirmesini; deliliği, açgözlülüğü, ölümü, yabancılaşmanın psişedeki tahribatını, savaş vahşetini, bireyselliği ezen eğitim sisteminin insanı bir duvarın tuğlası edilgenliğine indirgemesini, empatiyi şarkı sözlerinin, tavırlarının ana aksı haline getirdiler. Modern endüstriyel tüketim toplumunda yaşayan bireyin iç sıkıntıları da dahil, insana şu kozmosta musallat olan her acıya dair söz söylediler. İçtenlikli bir duyumsamayla, umarsızlığın acısını yaşamış olmanın diliyle söylediklerinden, milyonlar Pink Floyd müziğinde, mahrem gizlerinin ikrarını buldular.
Kapitalist sisteme an ağır eleştirilerini, dar ve yavan tekrarlara dayalı politik – protest sığlığa düşmeden; bireyin umarsızlığına, tükenmişliğine, tiranların hegemonyasına, sistem tarafından öğütülüyor hissiyatının açmazları karşısındaki aczine, kendi sanatlarının siyasetini üreterek radikal bir karşı çıkış varoluşlarının ana sorunsalıydı. Yeni bir boyut yarattılar.
Her Pink Floyd konseri, hangi coğrafyada olursa olsun tiranların oligarşisine karşı isyanın müzikal başkaldırı deklarasyonu gibiydi.
Şöyle bir çıkarsama yapmak mümkün; bir insan eğer Pink Floyd totaliteryanizm karşıtlığını idrak boyutunu benimseyerek ve özümseyerek dinliyorsa, o andan itibaren artık zihinsel ve ruhsal bakımdan, grubun müziklerini dinlemediği zamanlardaki halinden farklı aynı zamanda yeni bir birey oluş sürecine girmiş demektir.
Felsefeye, antropolojiye, siyaset kuramlarına, psikanalize, sanat tarihine alaka göstermeye başlar. Beğeni standartları değişim geçirir. Caz ve klasik batı müziğine ilgi ve merakı artar. Bu bir diyalektik serüvendir; söz konusu ilgi ve merakın artışı ile entelektüel birikiminin zenginleştiğini hisseden birey, dünyaya bakışının da değiştiğini anlar ve edindiği birikim ile Pink Floyd' u bu defa yeni formasyonuyla dinlemeye devam eder. Artık yeni bir evredir bahse mevzu olan. Entelektüel zenginleşmeye koşut, içsel bir gönenç halidir yaşanan.
Girilen bu evreden herkesin hoşnut - mutlu olduğunu söyleyemeyiz elbette. Özdenetimin iplerinin elden kaçmasıyla depresif ruh hallerine girip, ağır kara bir nihilizm de eşikte kemendini atmak üzere pusudadır ve o kement çok sayıda insanın boğazını sıkmıştır. Duygu durum bozuklukları da Pink Floyd' un yan tesirleri arasında sayılabilir.
Bu anlattıklarım, her yerde ve herkes için geçerlidir, diyemeyiz elbette; en üst seviyede bir öznel çıkarsamanın soyutlamasıdır ve doğrusal bir çizgi halinde ve illa ki böyle tezahür etmiştir savı da somut hakikate uygun düşmez. Böyle bir sav diyalektiğe de hayata da aykırıdır. Antagonizma üretir. Farklı biçimlerde tezahürler, algılar, etkiler şüphesiz gerçekleşmiştir. Mesela:
Alman Joschka Fisher, üniversite yıllarında 68 sokak eylemcisi idi . Daha sonraki yıllarda katıldığı Yeşiller partisinin koalisyon ortağı olduğu hükümette Almanya dışişleri bakanı olarak görev yapmıştı. 68 eylemciliğini izleyen 20 yılda nelerin değiştiğine dair sorulan soruya şu cevabı vermişti Fisher:
''Şimdi Çaykovski bana Pink Floyd'tan daha depresif geliyor''
Babasını 2. Dünya Savaşı’nda kaybeden Waters, yaşadığı travmayı, müziği ile mükemmel seviyede paylaşımlarıyla, savaş yaşamamış kuşaklara da epik bir dille ulaştı. Waters'ın gruptan ayrılana kadar damgasını vurduğu Pink Floyd sanatı daha politikleşmiş bir dönem oldu. Şarkı sözlerinin neredeyse tamamını yazdı Waters. Prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bir insan ve sanatçıdır; öyle ki sinemanın mühim ismi Stanley Kubrik' in şarkılarını sinema filminde kullanma isteğine ret cevabı verdi.
Pink Floyd, Syd Barret zamanında da olduğu gibi şarkılarındaki temalar asla kafiye uyumu için dizilmiş içeriği boş cümlelerden müteşekkil olmadı. John Lennon'ın ifadesiyle, '' üfürülmüş '', tek bir şarkıları olmadı. Poetik düzeyi, lirik zekalarıyla bir araya gelince grubun burgacı sersemletici hal alıyordu.
Syd ile başlayan varoluşu sual eyleyen tavırları, Syd' den sonra da sürdü. Kategorize edilemeyen buna mukabil, caz – blues - progresif rock tarzındaki psychedelic müzikleriyle felsefelerini anlatırken sahne gösterileri bir rock konserinden ziyade tiyatro ve müziğin tam anlamıyla iç içe geçtiği, sınai- totaliteryanizme de, militer mütegallibeye de isyan ayinleri gibiydi. Işıklar, imgeler sahnede zihinsel metamorfoz ile yepyeni ama tesir gücü çok yüksek ambiyans yaratıyordu. 60'lar her anlamda psychedelic kültürün zirve yaptığı dönemdi. Fakat, o dönem geçtikten, yaşanıp bittikten sonra da aynı patikada ine çıka sürdürdüler yürüyüşlerini, geriye dönüp bakmadan.
İnancını yitirmiş yetişkine dair temaları zamansızdı. “Coğrafya kaderdir”in edilgenlik fışkıran hamasetine karşın küresel perspektiften ve her halükarda totaliteryanizme karşı yapılabilecek şeyler bulunduğuna dikkat çektiler.
Büyüleyici terapi ayinleri gibiydi Pink Floyd dinlemek. Konserleri performatif sanatın emprovize icrasıydı. Enstrümanlarına hakimiyetleri, caz ve blues alt yapılarının verdiği zenginlik, ışık ve renk efektleri ile sahnedeki performanslar seyirciyi de etkinleştiriyordu.
Albümleri her zaman bir öncekinden daha yetkindi. Artık şarkı sözleri tamamen şiirselleşmiş, lirik düzleme çıkmıştı. Albüm kapakları da zarf – mazruf ikilemini kırdı ve sanatsal bir obje boyutuna getirildi. Pink Floyd klanı, küresel köyümüzün gıpta edilesi bir topluluğu olmayı başarmıştı.
İyi ki mimar olmamışlar, iyi ki okulu ve okulda öğretilenleri sevmemişler; içinde bulunduğumuz katlanılması zor bu hayata ve dünyaya nasıl tahammül edebilirdik ki?
Pink Floyd'un meşhur domuzu: