Hamza Şenses, 1904 yıllında doğmuştur.
Urfa ve türkü denince elbette birçok isim ilkin akla geliverir. Ama demiştim ya satıhla değil derinlikler asıl iştigal alanım. Urfa derin kültürünün çok özel simasıdır Hamza Şenses. İnsan araştırıp biraz tanıyınca, tıpkı Bekçi Bakır ve Mukim Tahir gibi, eserlerinin uzun yıllardan beri , türkü ile ilgilenmeyenlerin bile aşina olduğu, tanıdık geliyor, dediği ve zamana karşı mukavim olan sanat gücüyle bir kültürel fenomen olduğunu hayret ederek anlıyor.
Dünyanın başka kültürlerindeki muadillerine bakınca, kıymetinin bilinmediği kanıksanmış bir anane olarak saptanabiliyor. Tek bölümlük bir yazıyla bu altın üçlüyü tanıtmak üzere klavyenin başına geçmiştim ama ancak beşinci bölümle durdurabiliyorum yazma edimini. Çünkü bu üçlü salt türkücü kimlikleriyle değerlendirilmenin sınırlarını hemen aşıveriyorlar. Kültürel birer olgu vurguladığım üzere fenomendirler. Hayat hikayeleri, edebiyattaki en yetkin büyülü gerçekçilik romanlarının sınırlarını zorlar mahiyette ve elem veren hazin vefatlarıyla sanki bir misyon için gönderilmiş ulaklar hissini yaşatmaktadırlar. Jim Morrison gibi, Robert Johnson gibi, Brian Jones gibi,Rory Gallagher gibi...
Ülkemizde kültür konusunda bir genel kötümserlik ve takatsizlik var, tüketiciler cenahında. Yani ölmüş gitmişler işte ne yapılabilir ki ? Bu sorunun yerindesizliğini uzun boylu tartışmayacağım yeri burası değil. Şimdi bile bu büyük uastalar için yapılacak çok şey var. Unutulmamalı; Joan Sebastian Bach, şimdi bütün dünyanın adını bildiği bu büyük besteci 1685-1750 yıllarında yaşamış, ölümünden sonra da unutulup gitmiştir. Taaki Felix Mendelsshon (1809-1847) tarafından keşfedilip bilince çıkartılıncaya kadar. Bugün dünyanın en bilinen bestecilerinden biri olan Bach eğer bu konuma geldi ise Mendelsshon' un Bach' tan tam yüz yıl sonra eserlerini bulup çıkartıp müzik dünyasını sarsa sarsa gündeme getiren azimkar çabaları sayesindedir.
Hamza –Tahir - Bakır böylesi bir çabaya ziyadesiyle layıktır.
Ses sanatkârlığının yanısıra bestekâr olan Hamza Şenses, herhangi bir okula gitmemiş, ama meraklı olduğu için okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiştir. Genç yaşından itibaren şiirler yazmış ve besteler yapmıştır.
Hamza Şenses’in esas mesleği keçecilik’tir. Keçecilik yaparken sesi güzel olduğu için kendi kendine türkü hoyrat söylermiş. Hoyrat okuduğu bir sırada, ustası ve arkadaşları “Hamza, sesin güzel, niye plağa okumuyorsun?” demişler. O zamanın Urfa’sında keyf için müzik yapılıyor, para karşılığı çalmak-söylemek, ayıp sayıldığından, Hamza düşünüp taşınıyor, gidip dayılarına durumu anlatıyor. Onlardan müsaade alıyor. Dayıları da “yetimsin, ihtiyacın vardır, sesin de güzel, sen bilirsin” deyince, çeşitli yerlerde okumaya başlıyor. Halk tarafından sevilip takdir edilmeye başlanınca plak yapmaya gidiyor. Plağı çıkınca artık ünü Urfa sınırlarını aşıyor ve Urfa dışından da gazinolarda çalışmak üzere teklifler almaya başlıyor. Böylece vefat ettiği tarihe kadar gerek Urfa’da, gerekse birçok vilayette çeşitli müzik meclislerine, konserlere katılıyor ve gazinolarda ses sanatkârı olarak çalışıyor.
Bağlama, tambur ve cümbüş çalmasını bilen Hamza Şenses, Urfa’nın ünlü ses sanatkârı Mukım Tahir'le aynı dönemlerde yaşamıştır. Şanlıurfa'da Çardaklı Kahve ve Aynzeliha Gazinosu’nda programlar yapmıştır. Bir müddet de Diyarbakır, Gaziantep, Adana ve İstanbul sahnelerinde çalışmıştır.
Hamza Şenses, Urfa sıra geceleri, dağ yatıları, asbap gecelerindeki müzik meclislerine katılmış, devrin müzik ustalarıyla meşk etmiştir. 11 Nisan Urfa’nın düşman işgalinden kurtuluşu nedeniyle düzenlenen gecelere katılıp radyo programları yapmıştır. Urfa Halkevi müzik grubu ile yıllarca sahneye çıkmış, sayısız konserler vermiştir.
Hamza Şenses’in altı plak kaydı bulunmaktadır. Adam ağladan oldum, Aşkın ne derin yâreler açtı ciğerimde, Diyarbakır bu mudur, Kışlalar doldu bugün , Nere gidim kardaş nerem var, Ne hoş olur mahpushane havası,Urfa dağlarında gezdiğim çağlar gibi türkü ve uzun havalar kaynak kişi olarak Hamza Şenses’ten derlenerek TRT repertuarına alınmıştır.
Hamza Şenses’in sesi çok güzel olup güçlü ve yanıktır. Bilhassa hoyrat ve gazelleri çok güzel okumuş ve dinleyenleri etkilemiştir. Sesi o kadar çok yüksekmiş ki, gece Urfa Kalesi’nde okuduğunda, 6-7 kilometre mesafedeki Karaköprü’de sesi duyulurmuş. Plaklara okuduğu uzun havaları, kendine has tavırla okumuştur. Günümüzde birçok sanatçı bu uzun havaları, Hamza Şenses’in okuduğu şekilde okumaktadır.
Hamza Şenses; titiz bir insandır, temiz giyinmeyi sever, devamlı başında fötr şapka, takım elbise giyer, kravat takar. Urfa’nın 1930-40’lı yıllarına göre çok modern giyinen biridir.
Çok kibar ve duygusal biri olan Hamza Şenses, çocuklarına çok düşkündür. Onlarla sohbet etmeyi, şakalaşmayı, onlara hediye almayı sever. Annesi ile kıra giden kızı Türkan’ın, kayadan düşerek beyin kanaması geçirmesi, yıllarca hasta yatması ve neticede ölümü, Hamza Şenses’e bu nedenle çok tesir etmiştir. Çok sevdiği kızının ölümü üzerine ”Aşkın ne derin yareler açtı ciğerimde/Bir makbere döndü koca dünya nezerimde” sözleriyle başlayan uzun havayı bestelemiştir.
Az sayıda plak yapmış olmasına rağmen sesi ile yurt çapında tanınmış, devrinin en ünlü okuyucularından biridir.
Hamza Şenses hayatı boyunca ayrılık, yokluk, evlat acısı gibi birçok sıkıntılar çekmiştir. Bu nedenle eserlerinin hemen hepsinin birer hüzünlü hikâyesi vardır. “Kışlalar doldu bugün” ve “Diyarbakır bu mudur” eserlerini ayrılık üzerine, “Urfa dağlarında gezdiğim çağlar” uzun havasını ise vurulup öldürülen dayısı Ali’nin üstüne, “Aşkın ne derin yâreler açtı” uzun havasını çocuk yaşta ölen çok sevdiği kızı Türkân için, “Adanalı esmer olur yan bakar” türküsünü de Adanalı bir arkadaşının üstüne bestelemiştir.
Hamza Şenses’in kardeşi İbrahim, Diyarbakır’da askerdir. Eskiden askerlik süresi şimdiki gibi olmayıp 3-4 yıl sürer, savaş dönemlerinde daha fazla sürdüğü de olurdu. İşte, Hamza, uzun zamandan beri askerliğini yapmakta olan kardeşi İbrahim’i özlemiştir. Onu görmek için Diyarbakır’a gider ve kardeşinin askerlik yaptığı tabur’un nizamiyesine varır.. Nizamiyede olan yetkililer “Kardeşiniz görevde, görüşmeye çağıramayız” derler. Uzak yoldan geldiğini, birkaç dakika bile olsa kardeşini görmek istediğini söylese de orada bulunanlar ”yasaktır” deyip kabul etmezler. Bunun üzerine tabur komutanıyla görüşmek istediğini söyler, zor bela tabur komutanıyla görüştürülür. Tabur komutanı babacan tavırlı birisidir. Onu iyi karşılar. Bunun üzerine Hamza Şenses, kendini tanıtır. Uzun yoldan geldiğini, kardeşini görmek istediğini söyler. Tabur komutanı da müziğe meraklıdır ve Hamza Şenses’in ismini önceden duymuştur. Bu nedenle kendisine çay, kahve ikram edip ağırlar. Kardeşi İbrahim’i odasına çağırtıp görüştürür.
Görüşme biterken Tabur komutanı Hamza Şenses’e, “Buraya kadar gelmişken bir gece yapalım” der. O da kabul edince, taburdakilere güzel bir gece yapılır. Hamza Şenses, kardeşi İbrahim’den ayrılmanın üzüntüsü ile o gecede;
Kışlalar doldu bugün Doldu boşaldı bugün Gel kardaş görüşelim Ayrılık oldu bugün Naçar eliden vah vah yâr yâr Geceler yârim oldu Ağlamak kârım oldu Her dertten yıkılmazdım Sebebim zalim oldu Garib eliden vah vah yâr yâr
bestesini yapar ve orada bulunanlara okur. Çok sevilen bu eserini daha sonra plağa okuyarak ölümsüzleştirir.
“Diyarbakır bu mudur” türküsünün hikâyesi
Urfalı Hamza Şenses’in ayrılık üzerine yaktığı en güzel türkülerinden biridir. Hamza Şenses, Urfa’nın meşhur ses sanatkarlarından biridir. Taş plak yapınca ünü bütün yurt çapına yayılır. Bunun üzerine esas mesleği olan keçeciliği bırakarak, artık ses sanatçılığı ile geçimini temin etmeye başlar. Urfa’da, Aynzeliha Gazinosu, Çardaklı Kahve gibi müzikli yerlerde çalışır. Zaman zaman da Gaziantep’e, Adana’ya gidip oradaki gazinolarda çalışır. Sık sık gittiği yerlerden biri de Diyarbakır’dır. Diyarbakırlılar Hamza Şenses’i çok sever. Diyarbakırlı meşhur ses sanatkârı Celal Güzelses de Hamza’nın en yakın arkadaşlarından biridir.
Hamza Şenses, davet üzerine birkaç gün çalışmak üzere Diyarbakır’a gider. Fakat ısrarlı talepler üzerine programını birkaç kez uzatır ve böylece uzunca bir süre Diyarbakır’da kalır.
Birkaç günlüğüne gidip, bir aydan fazla kalan Hamza’dan bir haber alamayan ailesi meraklanır. Babasını çok seven kızı, babasına, hem özlemini hem de endişesini dile getiren bir mektup yazarak gönderir. Mektubunun sonuna da şu dörtlüğü yazar “Diyarbekir bu mudur, testi dolu su mudur, gittin ki tez gelesin, tez geldiğin bu mudur”. Hamza Şenses, kızının mektubunu ve sonundaki mısraları okuyunca, içine ayrılık ateşi düşer, eşine ve çocuklarına özlemini mısralara dökerek adeta kızına cevap verir. “Diyarbakır dört köşe, içinde billur şişe, Allah sabırlar versin, yarından ayrılmışa” Gurbette ayrılık hasreti ile kızının yazdığı ve kendisinin kızına karşılık yazdığı mısraları beste haline getirip daha sonra plağa okur. O günden bu güne bu türkü sevilerek söylenmektedir.
Diyarbekir bu mudur elleri kınalı Desti dolu su mudur gözleri sürmeli Gittin ki tez gelesin elleri kınalı Tez geldiğin bu mudur elleri kınalı, Diyarbekir dört köşe elleri kınalı İçinde billur şişe gözleri sürmeli Allah sabırlar versin elleri kınalı Yarinden ayrılmışa gözleri sürmeli
Çardaklı Kahve’den düşüp ölmesi
Hamza Şenses,1940’lı yıllarda Urfa’nın içkili ve müzikli yeri olan ve Herrane Kedosu’nun işlettiği Çardaklı Kahve’de haftanın birkaç günü program yapmaktadır. Programı olmadığı bir gece Hamza’nın evde canı sıkılır. Çalıştığı Çardaklı Kahve’ye gitmek üzere giyinir. Kızı Zeliha’yı yanına çağırır “Kızım ben gidiyorum bir diyeceğin var mı” diye sorar. Boynunu göstererek “Beni buradan öp, beni kokla, baba kokusu buradan gelir” diyerek, kendisi de kızını öper ve evden ayrılır. Çalıştığı yere gelip uygun bir masaya oturur. Yiyeceğini içeceğini söyler. Bu sırada başka masada oturanlar “Hamza biliyoruz izinlisin ama sen olmadan olmuyor. Çık bizim için birkaç eser oku” derler. Hamza da “Madem ısrar ediyorsunuz, çıkıp sizin için bir tane okuyayım” der. Sahneye çıkıp bir türkü okur. Sahneden inerken orada bulunanlardan biri kendisini ısrarla masaya davet eder. O, teşekkür ederek kendi masasına yönelir. Çağrılan masaya gitmediği için o masadakiler kendi arasında tartışmaya başlar. O masada oturanlardan biri “Bu Hamza da kendini çok beğenmiş, tenezzül edip masamıza gelmedi” der, öbürü de “Hamza benim arkadaşım, arkadaşıma laf söyleyemezsin” diye cevap verir. Tartışma kavgaya dönüşür. Hamza onların yanına gelip, “Ayıptır, arkadaşsınız, niye kavga ediyorsunuz, yiyin için güzel güzel evinize gidin” der. Mevsim kış ve her taraf karlıdır. Masada oturanlardan biri: “Zaten kavga senin yüzünden çıktı, yürü git”” deyip Hamza’yı iter. Çardaklı Kahve’nin de etrafı ince tel örgü ile kaplıdır. Alkol de almış olan Hamza, itelemenin tesiri ile ince tel örgünün üzerine düşer, tel örgü yıkılır, Hamza, birinci katta bulunan Çardaklı Kahve’den, Nacar Pazarı’nın içine düşer. Düşerken kafası nacarların önünde bulunan kütüğe çarpar. Kahvede bulunanlar Hamza’nın aşağıya düştüğünü görünce kaçarlar. Gece devriyesinde gezmekte olan bekçiler, onu boylu boyunca uzanmış görürler, sarhoş sanıp, kaldırıp eve getirirler. Annesine ”Bu çok sarhoş, bunu yatırın” derler. Annesi, oğlunun başını yastığa koyarken eline kan gelir. “Oğlumun kafası kırılmış, ne oldu, nerden düştü?” diye sorduğunda, Zaptiyeler “Herrane Kedosu’nun kahvesinden düşmüş” derler. Aradan iki üç saat geçtikten sonra Hamza ayılmaz, bunun üzerine hastaneye götürürler. Hamza kafası üzerine düştüğü için beyin kanaması geçirmiştir. Onu hemen ameliyata alırlar, fakat kafasındaki darbe ağır olduğu için kurtulamaz ve vefat eder.*
Bu yazı dizisi burada bitiyor. Yazımda kaynak olarak Abuzer Akbıyık' ın fedakarca aynı zamanda şevkle yaptığı alan ve arşiv araştırmalarından epeyce yararlandım.
Eğer bu değerli araştırmacı, hiç kimsenin aklına gelmeyen ve insanın ancak bir karşılık beklemeksizin yapacağı; maddi bir karşılığının olmayacağı, herhangi bir sponso..vs desteği olmaksızın tamamen kendi çaba ve imkanlarıyla kotardığı çalışmaları sayesinde bu altın üçlü hakkında bilgi sahibi olabildim.
Halk Bilim alanında, tevazuyla ama bir bilgin mertebesinde eserler üretmiş 18 kitap yazmış, çok büyük katkılarla Urfa kültürünü arşivlemiş, bu kültürün kaybolan değerlerini, unutuluş vadisinden çekip çıkarmış bir bilge insandır.
Hamza Şenses - Mukim Tahir - Bekçi Bakır türküleri, Abuzer Akbıyık sayesinde Kalan müzik tarafından çift cd ve fotoğraflı bir albüm eşliğinde müzikseverlere armağan edilmiştir. Bu örnek ve vefakar aynı zamanda da cefakar çabaları takdire şayandır.
Kendisini tebrik ediyor, teşekkürlerimi sunuyorum
* Kaynak: www.abuzerabiyik.com