Kritiğini yapacağım kitabın görseli yukarıda. Önü-sonu toplam 190 sayfa. Ama çok yoğun ve farklı bir anlatı tekniği ile edebiyat eseri olarak da değerli bir roman.
Yazar Judith Kuckart, ilk evvela Epsilon yayınlarınca neşredilen Kütüphaneci adlı romanıyla, Türkiye edebiyat okurlarıyla tanışmış. Kütüphaneci 1998 senesinde yayımlanmış. Yazıda tartışacağım Silahı Seçmek 1990 yılında çıkar çıkmaz Alman edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiş. Yazdığı 15 edebiyat eseri ile çeşitli ülkelerde 16 ödüle layık bulunmuş.
1959 doğumlu Judith, benden bir yaş büyük. Aynı kuşaktan olmamız; hem ruhsal yakınlığa hem de ortak duyarlıklara sahip olmamızı sağlayan; ülkelerimizin ve dünyanın geçtiği tarihsel süreçleri yaşayarak tanık olmak gibi, adeta ruh kardeşliği, kabile hemşeriliği diyebileceğim bir yakınlığa da vesile oluyor. Bu mutluluk benim için aynı zamanda zamanda hüzün verici. Paradoks gibi gelebilir, ama yazımın sonunda, bunun ne bir paradoks ne de bir ironi olduğu anlaşılacaktır.
Aynı düğünlerde ve aynı cenazelerde bulunma - karşılaşma hissidir, kastettiğim. Ve benzer sûkut-u hayaller akabinde gelen Can Kırıklıkları. Ömrümüzün kalan süresinde de artık hep birer ikişer fakat vedasız gidişler yüreğimizi akkor hâle getirecek. Acı süreğen ve devinimsel yani. Zamanı mekândan kovmuş gençleşmelerine tanık olacağız gitmiş olanların; biz yaşlanmaya devam ederken.
İnsanlık tarihi ON’ları yazacak, nihai büyük zafere ulaştığında insanlık, ON’lara duydukları minnettarlığı zafer türküleriyle ifade edecek.
Azrail ölüm dansını başlattığında, kazanırsam ON’lar için yapacaklarımın henüz bitmemiş olacak, kaybettiğimde ise ON’lara kavuşacağım fikriyle raundları yıkılmadan geçmekteyim.
"Buz gibiydi. Gölün üstünde biri at biniyordu. Bir sıcak su şişesi yere düştü. Uzun süre bu tablonun dışında hiçbir şey yoktu, sadece sesler zamanın geçtiğini söylüyordu.
Tekrar gelirsen sevinirim, dedi Katia.
Ben ölüyüm, dedi Jette." (Silahı Seçmek, Syf. 177)
* * *
O kadar benzer trajedilere tanık olmuşuz ki… O Almanya’da ben Türkiye’ de, henüz 9-10 yaşlarımızda ve oyun çağımızdayken üstelik. Benzer gazete başlıkları, birtakım genç üniversite öğrencilerinin çete, eşkıya gibi yaftalarla hedef gösterilmesi, haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz Vietnam isimli bir ülkede süren savaşa ülkelerimiz dâhil-müdahil olmadığı hâlde bu gençlerin bu savaşa karşı ısrarlı tepkileri ve durdurulamayan protestoları, yakışıklı, uzun saçlı melankolik bakışlı bir doktorun yıldızlı kepiyle çekilmiş resmine duydukları muhabbet ve hayranlık; bu gençlerin korkusuzlukları ve birkaç yıl içinde de kurşunlanmış kanlar içindeki bedenlerinin gazetelerde gördüğümüz fotoğrafları, idam ve infaz haberleri karşısında yaşadığımız irkilmeler… Ruhumuzdaki jilet kesiği gibi yakıcı acılarını on yıllar geçse de dindiremedik.
İmgeler, yeniden kurulmaya çalışılan düşler; o insanların anılarının yarattığı mukavemet müşevviklerinin soyut tahayyülden somut edime dönüşmesi...
Birbirimizin varlığından bile haberdar olmadan, ülkelerimizde ortak meziyetlere sahip ve ömürleri, görsellerini teker teker göstereceğim, aynı trajediyle bitmiş insanlara derin bir saygı hissiyatı ile harekete geçmişiz.
Judith, Silahı Seçmek romanını yazmış, ben ise portrelerini… O, hakikatlere riayet ederek kurgulamış, ben hakikatlerin ta kendisini… Ama ne mutlu ki yazabilmişiz.
İşte o ortak meziyetlere sahip olan insanların Türkiye faslında yer almış olanlar, beni romantik bulurlarken -bunu bir eleştiri şeklinde değil de, bizim Murat, şefkatiyle söylüyorlar- şu noktaya dikkatimi çektiler:
Yıllarını vererek takıntılı bir kuyumcu gibi, bir arkeolog gibi çalışıp edindiğin bilgileri, zaten herkesin bildiği ve bilmesi gereken şeylermiş gibi yazıyorsun. Halbuki bizi bizden iyi biliyorsun, ama toplumun geniş kesimleri ve genç kuşaklar ne o tarihi dönemin bilgisine sahipler ne de olayların vuku buluş süreçlerine ve ayrıntılarına vakıflar. Bu nedenle, herkes biliyor gibi değil de, kimse bilmiyor ön kabulüyle yaz.
Çok önemli bir hatırlatmaydı. Müşfik, şevkimi kırmayacak, aksine teşvik edecek, son derece yerinde bir eleştiriydi aynı zamanda. Önce söz vardı, Onlar sözlerini söylemişlerdi.
Judith’i okuduğumda, aynı tutumun onda da yer etmiş olduğunu gördüm. Yani müşfik ve yerinde dediğim bana rücu edilen eleştiri, Judith’e de racidir.
Silahı Seçmek, pür edebiyat lezzeti alınarak da okunabilecek çapta bir roman. Katia çocukken bakıcılığını yapan güzel Jette’yi, fotoğrafını bir "Aranıyor" afişinde görünce aramaya başlar. Katia gazeteciliği seçmiştir. Jette ise çoktan şehir gerillasını.
Ama geçen isimler, yaşanmış olaylar, göndermeler, dokunuşlar, yazarın soğuk Prusya özdisiplininden beklenmeyecek duygu yoğunlaşmalarının Jette ya da Katia’yı konuştururken, ince bir sızıntıyla kendini çok dikkatli ve örtük bir zaptedilemezlikle faş etmesi… Bu faş etme kabile hemşeriliğinin jargonu ya da esperantosu denilecek bir dille yapıldığı için, sırrı ifşa olursa çok daha anlamlı ve etkili olur kanaatindeyim.
Elbetteki, Judith, Silahı Seçmek romanıyla son kertede kurgusal bir edebiyat eseri yazmıştır, tarih kitabı değil. Romanın, tarihsel roman olsa bile, yaşanmış olayları birebir yazma misyonu olmaz, beklenmemelidir de. Çünkü roman tarihsel gerçekliklere ışık tutarak bilgilendirme değil, son kertede zevk alma arzusuna hitap eder. Bu manada da şahane bir roman Silahı Seçmek. Ama ben Derrida’nın Dekonstürüksüyon/Yapısöküm yöntemiyle romanı, kendi efkârımca okurun zihninde yeniden üretmeye kalkışacağım. Başarabilirsem, ilgilenen okur için tadından yenmeyecek.
Ama kolay bir şey değil bu cüretkârca yelteneceğim şey. Kaçınılmaz olarak da yazı dizisi gibi devam edecek. Çünkü Alman 68’i ve RAF (Rote Armee Fraktion), daha bilinen adıyla Baader Meinhof grubu romanda, kayığın yüzdüğü deniz durumunda. Kayığa odaklanıp denizi, denize bakıp kayığı heba etmemek amacını taşıyorum. Olayları, olguları, süreçleri o kuşağın Almanya’sındaki temsilcilerinin dürüstlüğünden ilham alarak, en doğru şekilde işleyeceğim.
Hassasiyetim, Rote Armee Fraktion olgusunun ya pek bilinmemesi ya da son derece yanlış ve manipüle eden Alman devlet aklının empozesiyle algılanmış olmasındandır. Burada da, orada da.
Bana, okurken defalarca duvara fırlatıp çarpma öfkesi verecek kadar dürüstçe yazılmış bu şahane romanıyla, algılarda ve zihinlerde kasten yanlış yansıtılmış onurlu ve zeki insanların hazin fakat destansı mücadelelerini irdeleme şevki verdiği için Judith amaçlamadan bir misyonu da yerine getirmiş oluyor. Üst düzey edebiyat eseri olması biraz da bundandır.
Logo bu. Rote Armee Fraktion, en baştan en sona kadar bu simgeyle anıldı, bilindi.
Birinci nesil ya da kurucu önderlik ise aşağıdaki resimlerde görülüyor.
Gözlüklü, Ulrike Meinhoff. Sağındaki erkek, Andreas Baader. Alt soldaki Brigitte Mounhaupt. Alt sağdaki Gudrun Ensslin: Ulrike, Andreas, Gudrun kırk yıl evvel değil tutsak edildikleri hücrelerine, hücrelerinin bulunduğu Stamheim Hapishanesi'ne izinsiz sinek bile giremezken, tek kaldıkları hücrelerinde tabancayla vuruldu, darağaçlarında kullanılan urganlarla hücre pencerelerine asılı halde bulundukları ve intihar ettikleri resmi makamlarca duyuruldu.
İngmard Möller, bıçak yaralarıyla kalbi deşilmiş ama yaralı vaziyette bulunmuş. Ölmemesinin nedeni bıçak darbelerinin kaburga kemiğine takılmasıymış. İngmard da bıçakla intihara yeltenmiş, yani kendi kendini defalarca bıçakla deşmiş, ama ölmemiş!
Bu resimlerde yer almayan ama buradakiler kadar önemli isimler de vardır. Mesela, bir kadın RAF üyesi ve Alman derin devletinin organizasyonuyla yaşadığı akıbetinin resmi aşağıda.
RAF üyesi olmayan ama Almanya'da 68 denince hemen akla gelen bir isim var. Alman bulvar medyası ve Nazi artıklarının taktığı Kızıl lakaplı önemli bir kişilik; adı romanda, önemini hissettirici ifadelerle birkaç kez zikrediliyor: Rudi Dutschke. Tek bir şiddete dayalı ya da silahlı eylemi bulunmayan Rudi Dutschke, MARE NOSTRUM gibi; İngiltere’deki muadili ve yakın dostu Tarıq Ali gibi; ABD vatandaşı Abbie Hofman gibi… Emperyalizmin, ABD’nin RAF kadar düşmanı ve (Vietnam) savaş karşıtı idi.
Aşağıdaki resimler sırasıyla alt alta, Rudi, Abbie Hoffman, John Lennon ve Abbie Hoffman, Mare Nostrum, Tarıq Ali. Ülkeler ise Almanya, ABD, Türkiye, İngiltere. Aynı yıl hatta aynı aylar.
"Her hareketin hedefi durağanlıktır, çünkü her hareketin sonunda kalıcı bir şey olması gerekir." (Kütüphaneci)
Fotoğraflardakiler ve etkileriyle tüm dünyada harekete geçen milyonlar, içlerinde yaşadıkları toplumların hareketsizliğini hedef aldılar ve 68 devrimini kalıcılaştırdılar.
Baştan söylemekte yarar var. Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz-Panta rhei.
RAF ikinci ve üçüncü nesilden mensuplarının, sağ kalan kurucu önderlerinin durum değerlendirmeleri ve tartışmaları sonucunda, fesih deklarasyonunu yayımlamış ve kamuoyuna ilan etmiştir. Bu yazıda asla, ne RAF ve mücadele yöntemini kutsal bir mit haline getirme ne de önder kadrolarını ikonlaştırma amacı güdülmektedir. Hedeflenen, baş aşağı durması için harcanmış yalan ve yönlendirici iftiraları elin tersiyle itip, en doğru olanı en namuslu bir tavırla anlatmak ve Judith’in romanına okurun derinlemesine nüfuz edebilmesinin önünü açmaktır.
Almanya ve Avrupa 68 devriminin önde gelen ilk ismidir. RAF üyesi değildir ama iyi tanışmaktadır önder kadrolarıyla. O isimlerden biri olan Holger Meins açlık grevi sonucu 38 kiloya düşer. Ölür. 18 Kasım 1974 tarihinde mezara verilirken Rudi Dutschke arkadaşı Holger Meins’in mezarı başında eğilir, mezara bir avuç toprak serper ve...
Ve yumruğunu kaldırıp sloganını haykırır:
Holger’ in cezaevine girmeden önceki görüntüsü ile açlık grevi sonucu hayatını yitirdiği an ki görüntüleri aşağıda.
Bu fotoğrafa iyi bakın. Bir sinema sanatçısı -artisti değil- olarak yaşamakta iken RAF tercihi yapan, ardından radikal direniş eylemiyle ölüme bilinçle yatan ve diz çökmeyen bir insanı görüyorsunuz.
Holger’in en yakın film yönetmeni arkadaşı Gerd Conradt, Holger’i anlatıldığı Starbuck isimli bir film yaptı. Filmde Rudi’nin karısı Grechen de yer aldı. Ünlü Hollywood yıldızı George Clooney de Holger Meins rolünde oynadı.
Aşağıda Gerd Conradt ve George Clooney, elinde filmin DVD'siyle görülüyor.
11 Nisan1968 tarihinde kundaktaki bebeği Hosea Che için bisikletiyle süt almaya gider Rudi.
Yanına bir genç yaklaşır ve seslenir:
- Rudi Dutschke siz misiniz?
"Evet benim" cevabını verir. Üzerine doğrultulan tabancanın namlusundan çıkan kurşunların dördü Rudi’nin vücuduna, iki tanesi de kafasına isabet eder. Tetiği çeken şahıs Rudi’yi vurduktan sonra öldüğünü sanarak kaçar. Bir inşaata saklanır. Kısa sürede yakalanır. Josef Bachmann adında bir işçidir. Olaydan hemen sonraki aşağıdaki fotoğrafta Rudi’nin bisikleti ve ayakkabıları görülüyor.
Rudi’ nin vurulduktan hemen sonra sedyedeki hâli böyledir.
Beyinde hasara sebebiyet veren kurşun yaraları ölümcül derecede ağırdır. Rudi ameliyata alınır. Ameliyat altı saat sürer, ama beyindeki kurşun, çıkarılması çok ciddi hayati risk taşıdığı için alınamaz.
Bu arada suikastı yapan işçi saklandığı inşaatta yakalandıktan sonra cinayete teşebbüsten tutuklanarak hapse atılır. Üzerinde, fotoğrafıyla da gösterilen "Kızıl Rudi’ yi Durdurun" spotuyla neşredilmiş, Deutschen National Zeitung (Milli Gazete) çıkar. Evinde yapılan aramada da suikastçının el çizimi Hitler resmi bulunur.
Ameliyat ve uzun bir nekahat döneminden sonra, doktorlar, kapalı, sıcak ve buharlı mekânlarda katiyen bulunmamasını tekrar tekrar hatırlatırlar. Çünkü kurşun Rudi'nin beyninde durmaktadır. "Sıcak ve buharlı ortam çok tehlikleli olabilir bay Dutschke" diyerek taburcu ederler.
Rudi, ilk iş olarak kendisini vuran Josef Bachmann’a bir mektup yazar. Canına kasteden bu şahsa hitaben; kendisine karşı bir kin duymadığını, kızgın ya da öfkeli olmadığını, sağlığına hızla kavuşma çabası gösterdiğini belirtir mektubunda.
Mektubu alan Josef Bahmann, öldürmek istediği bu azılı kızılın nazik, duyarlı ve sevecen ifadeleri karşısında şaşkına döner. İntikam, küfür, hakaret beklemektedir; faşizmin insanı verdiği form budur çünkü. Ama faşist de olsa insandır, Rudi o insan tözüyle empati kurmuştur.
Josef Bachmann cezaevinden hemen cevap yazar ve kelimesi kelimesine şunu söyler:
"Sizi çok yanlış tanıtmışlar. Çok üzgünüm. Ama ben sosyalistlerin böyle insanlar olduğunu bilmiyordum. Kendinizi topluma daha çok anlatmalısınız. Çünkü insanlar sizi çok yanlış tanıyor. Bu vicdan yüküyle ben artık nasıl yaşayacağım."
Rudi zeki ve sezgileri güçlü bir sosyologtur aynı zamanda; gecikmeden yanıt verir:
"Olayı unutun, önümüzde hepimizin özgür olacağı günler olduğuna inanıyorum. Mücadelem bunun içindir. Lütfen kendinize bir fenalık yapmayı aklınızdan geçirmeyin."
Gelen haber acıdır; Josef Bachmann, dayanamayıp intihar etmiştir. Haberi alan Rudi, başını iki elinin arasına alarak hüngür hüngür ağlar.
68’li arkadaşlarıyla Yeşiller Partisi'nde çalışan Rudi, Ekoloji-Toplumsal Taban Demokrasisi-Şiddet Karşıtı ilkeleriyle Alman Yeşiller Partisi'nin yerel başarılarına çok sevinmektedir. Liberter, radikal ekoloji mücadelesi ile kapitalizmi mahkûm ederler. Endüstriyel-prodüktivist-totaliter reel sosyalizmi eleştirirler. Özgürlükçü sosyalizm mücadelelerinin merkezine de demokrasiyi alırlar. Bu satırların muharriri de Batı Alman Yeşiller Partisi'ne üyelik müracaatını yapar.
Yeşiller Partisi'nin yerel seçimlerdeki başarıları dikkatleri çeker. Ama asıl hedef parlamentodur. Vargücüyle çalışan Rudi ve 68’li arkadaşları toplumdan büyük destek almayı başarırlar. 1980 seçimlerine fazla bir zaman kalmamıştır. 24 Aralık1979 tarihinde evinde banyoya girip sıcak bir duş almak isteyen Rudi Dutschke, fenalaşır, muvazenesini kaybedip düşer ve başını küvete çarpar.
Rudi Dutschke ölmüştür.
3 Ocak 1980 tarihinde toprağa verilir.
Yeşiller, ellerinde saksıyla parlamentoda
1980 yılında Yeşiller büyük bir seçim zaferiyle parlamentoya girerler. Lacileri ve rugan ayakkabıları çekmiş Hristiyan Demokrat ve Sosyal Dmokrat parlamenterler, BMW, Mercedes, Audi marka otomobilleriyle Kartaca’yı fethetmiş Hannibal edasıyla parlamento binasına girer ve yerlerine otururlar.
O sırada bir grup, blue jean pantalonlar, el örgüsü balıkçı yaka, sıfır yaka yün kazaklar ve bir karış sakallarla bisikletleriyle park yerine gelir. Bisikletlerini park ederler ve ellerinde bir çiçek saksısıyla parlamento kapısına yönelirler. Yürürler ve parlamenterler için ayrılmış koltuklara otururlar. Ellerindeki çiçek saksısını önlerine koyarlar. Donakalır medya ve düzen partilerinin adamları bu aykırı hippi görünüşlü insanlar karşısında. Çok geçmeden anlaşılır ki Yeşiller artık parlamentodadırlar. Gelenler Yeşiller parlamenterleridir.
Yemin töreni başlar ve Yeşiller ilk parlamento eylemini gerçekleştirirler. Yalan yere yemin ediliyor, diyerek terk ederler parlamentoyu. SPD denen sosyal demokrat güruh, Yeşilleri siyaseten olgun olmamakla itham eder. Yeşiller, yani Rudi’nin arkadaşları hemen mukabelede bulunurlar, medya da oradadır. Boyunlarına astıkları yaftalarla bir çember oluştururlar ve dönmeye başlarlar. Yaftada yazılı olan şudur:
Rudi aralarında yoktur. Çünkü çiçek bahçesine çevrilmiş mezarında huzur içerisinde uyumaktadır. Ölümünden neredeyse kırk yıl sonra ne Judith’in romanından ne de bu yazıdan ve yazarının kendisine duyduğu hayranlıktan hiç haberi olmayacaktır.
Bu bir Rudi Dutschke yazısı değildir, o sebeple yazacağım tahmin bile edilemeyecek kadar çok şey varken, O’nun hakkında, küçük ama hiç bilinmeyen bir bilgi paylaşımı ile Rudi bölümünü bitiriyorum:
Deniz’lerle de mektuplaşan Rudi altmışların sonunda Katmandu’ya giden Hippi grubuyla İstanbul’da konaklar.Sultanahmet'i gezer. Parasız kaldığı için de fotoğraf makinasını Sultanahmet'te satar. 1987 yılında Rudi’ yi araştırırken şu bilgiden çok etkilenmiştim. Arkadaşları azimle, yılmadan, yüksünmeden çalışarak Rudi’nin Almanya’nın hangi şehrinde, kaç defa ve ne kadar süreli konuşma yaptığını araştırıyorlardı.
Devam edeceğiz…