Çöl insanları gece yollarını bulmak için gökyüzünü mızraklarıyla deler, siz de ona yıldız dersiniz.(Dışarıdan Düşünmek – Yokluğun Varlığı Olarak Çöl/Ömer Faruk syf. 389)
Bu topraklarda yetişmiş tüm zamanların en kıymetli ve en parlak yıldızını daha yakından tanıma gayreti, sabırlı olmayı gerektiriyor. Yolumuzu bulmak öyle kolay değil.
Kitap mevzuuna girmeden, bir vefa borcumu ifade etmem lazım. Tanburi Cemil Bey açık sandığım algı kapılarımı, aslında aralık olduğunu gösterip kapıyı ardına kadar açtıysa, zihnimde ve ruhumda bir gökkuşağı halini aldıysa , onu daha doğru tanıma çabalarım sayesinde olmuştur. Bu doğru tanıma ve anlama gayretlerim, mimarı olan sayın Necdet Yaşar’ın, Cemil Bey’e her fırsatta ahde vefa gösterip bunu da kalben ifade etmesiyle; Cemil Bey’in sanatına dair yaptığı analitik değerlendirmeler sayesinde amacına daha bir yaklaşmıştır. Had safhadaki kadirşinaslık, dikkatlerimin Cemil Bey üzerinde daha hassasiyetle, adeta bir definenin kilidini açarcasına, dikkat ve ihtimam göstermeme vesile olmuştur.O ulu şahsiyete, Necdet Bey’ e müteşekkirim. Musiki tarihi bu yüce gönüllülüğü asla unutmayacak, nesillere bir ders gibi aktaracaktır.
Sayın Necdet Yaşar beyefendinin, Cemil Bey’ in, Cemilperverler dışında da tanınmasındaki rolü biraz da Bach – Mendelsshon ( 1809 – 1847 ) ilişkisine benzer. Unutulmuş o büyük besteciyi, yani Bach’ı, tutkuyla araştıran, üzerinde çalışıp gün ışığına çıkaran, besteci, piyanist, orgcu ve orkestra şefi Felix Mendelsshon’un azim ve kararlığı olmuştur. Bu nedenle, çok sesli klasik batı müziğine armağan ettiği, harika eserleri kadar Bach’ın yeniden keşfedilmesindeki çabaları ve rolüyle de takdir edilir. Tanburi Cemil Bey, tıpkı Bach gibi yeniden doğacaktır; Mendelssohn gibi Necdet Yaşar da sanatının yanı sıra bu ulvi misyonuyla ayrıca tarih tarafından takdir edilecektir.
Kitap bir biyografi; oğlu, babasını yazmış. Bu kitap için, gönül rahatlığıyla, mükemmel diyebilirim. Son birkaç ayda okuduğum, biyografi, otobiyografi kitaplarını değerlendirdiğim zaman kanaatimin haklı olduğunu düşünüyorum. O kitapları saymam icap ederse; Aydın Büke’nin yazdığı Beethoven, Chopin biyografileri; Philip Glass – otobiyografisi, Miles Davis, Keith Richards, Mick Jagger, The Beatles biyografileri .
Ayrıca ilaveten, Çin Müziği, Caz Kitabı, Blues Tarihi,Batı Müziğinin Kısa Tarihi ve Filiz Ali tarafından yazılmış Müzisyen Portreleri. Bu eserleri de göz önüne alarak şunu söyleyebiliriz; 1947 yılında ilk basımı yapılmış ‘’Tanburi Cemil’in Hayatı‘’, kültür dünyamıza özgün bir katkı mertebesindedir.
‘’Tanburi Cemil’ in Hayatı önce 1946 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilmiş; gördüğü alaka üzerine genişletilerek 1947’ de kitab halinde yayımlanmışdır.‘’ (syf. 26)
Dönemin dilinin bu kadar güzel kullanıldığı bir yazılı esere, edebiyat dünyamızda bile az rastlanır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, romanındakine çok benzer bir dil. Arapça, Farsça, Fransızca biraz da Türkçe kelimelerden oluşan musiki gibi bir dil. Mes’ud Cemil kelime hazinesinin genişliği ile dikkat çekmiş ve;
‘’Refik Halid Karay ( 1888 - 1965) gibi Türk nesrinin emsalsiz bir şahsiyetinin, Tanburi Cemil’ in Hayatı neşredildiğinde, müellifiyle tanışıp onu tebrik için Radyoevi’ ne kadar gitmesine sebep olmuştur.’’ (syf.28)
‘’Babamı… bir hatıralar yumağının arasında görürüm. …zabtedilmiş büyük bir şikayetin tükenmez kederini taşıyan bu adam, bir esir ve bir kral gibi, tecessüsümün önünden gelip geçerdi.
“Kimin esiri ve neyin hakimiydi ? O gün gibi bugün de bilmiyorum.’’ (syf. 33)
Cemil Bey kişiliğinde olan insanlar, gündelik hayatlarında alışkanlıklarına düşkün olurlar. Bu minval üzere acaba bu dahiden geriye ne kalmış olabilir? O nesneler, objeler, eşyalar, belgeler nelerdir? Nerededirler? Bu soruları lütfen kimse düşünmesin. Çünkü öğrenince, kor halindeki bir kömürü çıplak elleriyle tutmuşçasına yanarlar.
‘’…dağıldı gitdi… denizin ortasına bırakılmış bir avuç saman gibi, bilinmez ufuklara doğru yayılıp kayboldular.’’ (syf. 34)
‘’Bugün bizi Tanburi Cemil’ in şahsiyetinin örgüsüne doğrudan doğruya yaklaştırmaya yarayacak olan bütün bu şeylerin içinde saklandığı ‘ 21 mükerrer numaralı hane‘nin tütün ve anason kokan odaları gelecek yangına kadar bomboşdur.
“Bu evi Almanya’ ya musiki tahsiline gitmek için Emniyet Sandığı’na rehin koymuş, sonradan borcunu ödeyemediğimiz için satmışdık.’’ (syf. 35)
Ama bu hazin vaziyetten sadece Mes’ud Cemil’ i mesul tutmak haksızlık olur. Babasının kendisinin olamadığı için oğlu yaşasın diye kendi adının önüne verdiği Mes’ud ismine karşın mesut bir hayat sürememiş; üç evlilik yaşamış, semt semt ev taşımak mecburiyetinde kalmış, hiç çocuğu olmamış, Necdet Yaşar’ı oğlu gibi görmüş, annesinin ruhsal bunalımlarına, ve vefatına tanık olmuş bu beyefendi musikişinas, tanbur üstadı Mes’ud Cemil, bu durumun ıstırabını ziyadesiyle yaşamıştır.
Cemillerin, Mes’ud Cemil’in 1963 yılında vefatıyla sonra eren hayatları ve soylarını 2016 yılında düşününce keder ve trajedi kelimeleri muhayyilemi istila ediyorlar. Bu deha ve yüce kişilikli baba oğulun yaşadıkları ve yarattıklarına bakınca isyan ile tevekkül arasındaki bir yerde olduğumu hissediyorum.
Mangal yapmanın müze gezmeye galebe çaldığı günümüzde, ud eşliğinde söylediği şarkılardan oluşan kaseti, iki milyon civarında satış yapan popüler bir şarkıcının, ‘’Öksürsem milyon satar‘’ sözlerinin bırakın yadırganmasını, takdir edildiği, sığlığın ve sentetik sathiliğin sanat itibarı gördüğü, uzun sürmüş bu kültür atmosferinin ürettiği mamullere bakınca, yine de şükretmek lazım galiba.
Malumdur ki, sanat tarihi Tanburi Cemil Bey için sayfa açar, Mes’ud Cemil ve Necdet Yaşar için de. Unutuldukları, kıymetlerinin takdir edilmediğinin zannedildiği zamanlarda, bir gökkuşağı gibi yeniden parıldarlar.
Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve Almanca bilen babası Tevfik Bey’i 1876’da, henüz üç yaşındayken kaybeden Cemil Bey, amcası Refik Bey’in yanına alınır. Refik Bey de çok değerli bir insandır. Yeğeninin eğitimiyle, kendi çocuğu gibi alakadar olur, ihtimamını esirgemez. Eve gelen Fransız mürebbiye sayesinde küçük Cemil Fransızca öğrenmeye başlar.
Bu anda, kitapta önemli bulduğum iki husustan ilkini arz etmek isterim. İkincisini de yazının ilerleyen bölümlerinde arz edeceğim.
‘’Bir oğlu Tevfik Bey, önünde altın kanatlarıyla ardına kadar açılan devlet kapısının önünde omuzlarını silkmiş, ikinci oğlu Refik Bey ise o zamanki dünyanın en büyük mutlak hükümdarı olan ikinci Sultan Hamid’ e boyun eğmemek uğrunda canını vermiş, torunlarının en büyüğü Reşad Bey, hayatı ancak tasavvuf yolunda çekilmeye layık bularak derviş olmuş; en küçüğü Cemil ise muhit ve cem’iyetin dar kalıbları içine girme istikametinde aldığı sıkı terbiyeye intibak etdiği nisbette artan ızdırabını büyük san’ata sığınarak ulvileştirmiştir.‘’ (syf. 59)
Cemil Bey’i himayesinde gayet mükemmel yetiştiren amca Refik Bey, Sultan Hamid’in cülusundan sonra tebrik için huzura gitmemiş, Sultan’ın bilhassa gelmemesini merak edip sormasına da icabet etmemiş; ancak müteakiben padişahın başmabeyincisinin, çok nazik mektubuyla onu evine davet etmesi üzerine durumdan huzursuzluk duymasına rağmen, gitmiş ve orada ikram edilen kahveyi içtikten sonra o evden ölüsü çıkmıştır.
Kitabın 64 ve 65. sayfalarında, özetlediğim bu korkunç vaka, tafsilatıyla anlatılmaktadır.
Cemil , amcasını kaybettikten sonra ikinci kez yetim kalmıştır. Amcasının ailesi ile beraber bu defa amcaoğlu Mahmud Bey’in yanına taşınılır. Bu arada artık on dört yaşına gelen Cemil, tanburdaki hayret verici istidadı ile İstanbul’un musiki sever çevrelerinde konuşulur aranır ve davet edilir olmuştur.
Cemil Bey hiçbir zaman bir hocadan musiki ya da tanbur dersi almamıştır. Birçok kaynakta Tanburi Ali Bey’den tanbur dersi aldığı yazılıdır ki, bu Galat-ı Meşhur, kitapta şöyle düzeltilmiştir:
‘’Tanburi Ali Efendi merhum henüz bıyıkları terlemeye başlayan genç Cemil’ i evvela büyük bir hayret, sonra derin bir heyecanla dinlemiş, titreyen elleriyle onun yüzünü okşamış, alnından öpmüş ve aşağı yukarı: ‘’ Evladım, bunca senedir bu sazı çaldım. Eh, şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi, seni dinledikden sonra, bir daha tanburu elime almayacağım” gibi bir cümle sarfetmiş ve toplantıda bulunanları bu sözleriyle allak bullak etmişdir.’’ (syf. 78,79)
Dünya çapında bir sanatkar olduğu aşikar olan Tanburi Cemil Bey’in Çerkes olduğunu ben de bilmiyordum. Bu çapta bir dehanın, şüphesiz ki, etnik aidiyeti sanat açısından bir ehemmiyet kesbetmez. Ama Çerkes oluşum, dedemin elimde bulunan tek resmindeki kıyafeti ve pozu, rahmetli babamın ve amcamın dedemle ilgili anlattıkları, çocukluğumun geçtiği Çerkes mahallesindeki evimizin avlusunun dışında, dedemin ayrı bir odasının bulunması; aile içinde, Çerkes ananeleri mucibince babanın çocuğunu kucağına alıp sevememesi, şefkat ve sevgisini, doyurucu oranda göstermemesini Cemil Bey hakkında ilk okumalarımda görünce, bir Adıge Thamatesine (saygıdeğer Adıge büyüğü) adım adım yaklaşmakta olduğumu hissetmiştim. Henüz kesinleşmemiş olmasına rağmen Adıge arkadaşlarımla da bu hissiyatımı ve sezgilerimi paylaşmıştım.
‘'Cemil’ in annesi Zihniyar Hanım , Mustafa Reşit Efendi’ nin, gelin olmadan evvel, kimsesiz bir küçük cariyesiydi. Yedi - sekiz yaşlarındayken sadaret kethudası Mustafa Reşit Efendi’ nin evine alındı. Oniki yaşına kadar orada büyüdü. Birgün küçük Çerkes kızının narin kollarını sıvamış, yalın ayak, ağır su kovalarını merdivenlerden yukarı taşırken M R Efendi gördü, acıdı, kalfalardan birine: ‘’’ Bu biçare, zayıf yavrucağa bu ağır işleri niye gördürürsünüz ? Bu hanede yukarı katlara su taşıyacak daha münasib kimse kalmadı mı ?... ‘’’ diyecek oldu ve Efendi’ nin küçük cariyeyi bu şekilde koruması, hemen o günün en münasib dakikasında Hanımefendi’ nin kulağına gitdi.
“Küçük Zihniyar hemen ertesi günü … esir pazarına gönderildi ve neye uğradığını şaşırmış zavallı çocuk, oradan Sultan İkinci Mahmud’un kızı ve Sultan Mecid’ in kızkardeşi Adile Sultan sarayına satıldı.’’ (syf. 83)
İşte Cemil Bey’in Çerkes annesinin çocukluk ve ilk gençlik yıllarından bir kesit böyle anlatılmış. Annesinin görüştüğü arkadaş çevresinden Çerkes kadınların eve sık gelip gittikleri ve Zihniyar Hanımın Lavta çaldığı da Mes’ud Cemil tarafından belirtilmiş. Cemil beyin ileriki yıllarda besteleyeceği ‘’Çeçen Kızı‘’, belki de o çocukluk günlerindeki ev içi hayatından süzülüp gelmiş duygularının nağmeleridir.
Tanburi Cemil’in Hayatı, saray ve saray çevresi ilişkilerinden uzak durduğu, bunun sebepleri ve saltanatın musiki zevk ve tercihleri hakkında da tafsilatlı bilgiler veriyor. Hiçbir tarih kitabında okuyamayacağımız bu müşahhas vakalar, sultanlarımızın Abdulmecit ve bilhassa Abdulhamit’in musiki ve musikişinaslarla münasebetlerine de değiniyor ki, batılılaşma mevzusundaki cumhuriyetin ilk yıllarına atfedilen zoraki dayatmacılığın, yüzyılların kültürel birikiminden bir çırpıda vazgeçişin, esasen Osmanlı döneminde temellerinin eksik harç ve yanlış terkiplerle atıldığını da gayet güzel gösteriyor.
‘’Hünkar çavuşu: ‘ Şevketmeab Efendimiz Cemil Bey’i istiyorlar. Tanburu ve kemençesiyle beraber.’’ (syf. 103)
‘’Tanburi Cemil , huzurda iki saat kalmış; Padişah bir paravanın arkasındaymış. Yapılan telkin ile, evvela kemençeyle Marş-ı Sultani’yi çalmış ve bu marşda kendisine Muzıka-i Humayun’ dan, piyanist Devlet Efendi refakat etmiş!. .Cemil gibi bir san’aktar için pek keyifli bir başlangıç değil!
Bundan sonra tanburla, kendisinin bravur ( cesaret ) parçası olan ve gerek makam, gerek üslub bakımından, hele dördüncü hanesinde alafrangaya kaçan tahirbuselik peşrevini çalmış; tanbur ve yaylı tanburla taksimle yapmış, fakat bilhassa yaylı tanburla taksimi esnasında kulağına “teesür-i şahaneyi mucib olduğu‘’ fısıldandığından, taksimi toparlayıp kesmeğe mecbur kalmış ve huzurdaki konserin bundan sonrası kemençeyle ninni çalıp ‘Fatma Hanım‘ dedirtmeğe, çocuk ağlaması, bekçinin ‘yangın var!‘ diye bağırması, ıtfaiye borularının taklidi gibi san’atla münasebeti olmakdan ziyade, Tanburi Cemil’ in pek ustaca tertiblediği bir eğlence, fars müzikal ( musikili latife ) mahiyetinden ileri gitmeyen bir şekle dökülmüşdür. Marşı çaldıktan sonra Sultan Hamid’in kalın sesiyle, pravanın arkasından: ‘’Aferin Cemil Bey! Kemençede bu pek güçdür.’’ dediğini, babam evde anlatırken – daha sonraları annemden de – işitdim‘’ (syf. 106)
‘’Sultan Hamid’ in… bir çocuk gibi kemençe konuşuyor’’ diye sevinmesi, bugün bize olduğu kadar o zaman Tanburi Cemil’ e de Padişah’ ın musiki zevki hakkında parlak bir fikir vermedi.‘’ (syf. 107)
Kitap bütün ağırbaşlılığına karşın scherzo tarzında , sürprizlerle de mücehhez; mesela, Tanburi Cemil Bey’ in Yakacık’da ki pehlivan güreşleri izlemeye götürülmesi ve oradaki Rumelili zurnacıları dinleyip, zurnaya merak salması; bir Sulukule aleminde veya selatin meyhanelerinde kendisini tanıyan çalgıcıları kırmayıp, paltosunun iç cebinden eksik etmediği kemençesini çıkarıp tevazuyla sanatını icra etmesi üzerine,
‘’… kadehler doldu, Cemil Bey’ i Adalar Denizinden beklenmedik bir zamanda karaya çıkmış yarı tanrı gibi seyrediyorlardı.’’ (syf. 168-169) hatırası, Atıf Esenbel tarafından nakledilmiş.
Kitap da ayrıca seçici, sıkı bir rakı sever olduğunu ama Metaxa kanyağı da beğenerek içtiğini öğrendiğimiz bu büyük sanatktara, en çok takdir ettiği musikişinaslar sorulduğunda tereddütsüz, Kemençeci Vasilaki ile udi Nevres Bey, deme yüceliğini göstermiştir. Büyüklenme, kibir, kapris yanından bile geçmemiş; hayatı boyunca da, bir dost bir post yeter bana, hattında yaşamını deruhte etmiştir.
Büyük besteci ve piyanist Franz Lizst’in de geldiği İstanbul’da sarayın, İtalyan besteci Donizetti’yi tutması akabindeki gelişmeler üzerine, Donizetti’nin yaptıklarına karşılık, Cemil Bey’in sözleri izli bir roket gibi; fırlatıldığı tarihten beri tesir gücünü hiç yitirmiyor.
‘’Donizetti ve arkadaşları gurubunun karşısında ‘’ …….. ‘’ gibi kendi alanlarında her biri birkaç Donizetti eden değerli musikişinaslar vardı. ‘’
Bu boşluk bıraktığım yerde altmış adet üst seviyede sazende, tanburi, kemani, müezzinbaşı ismen sayılmıştır. Oryantalist küstahlığa karşı son derece isabetli bir kontrataktır bu.
Bir an için tersinden düşünelim; İtalya’ya mesela Tanburi Ali Bey gidip ve siz artık bu senfoniler, sonatlar, operetler, operalar, valslerden vazgeçin. Ben sizi musiki terbiyesiyle modernleştireceğim; makam, taksim, peşrev öğretip; uşşak, kurdilihicazkar, hisarbuselik, hicaz vs ile yeni bir dönem başlatacağım. Piyano, viyola, viyolonsel, klarnet yerine tanbur, kemençe, ud, kanun, zurna kullanacağız, vals değil halay ve horon, bando yerine de mehteran olacak. Rossini, Breton, Verdi, Vivaldi artık eskidi yerlerine Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Itri, Tatyos Efendi meşk edeceğiz.
Kara mizah gibi değil mi? Ecdadımız (!?) sayesinde bunlar başımıza geldi ama.
Şimdi ne, Donizetti ve İtalyan operetleri ve operası dinleniyor. Ne de, Dede Efendi, Itri, Hacı Arif Bey, Tanburi Cemil Bey, Udi Nevres Bey gibi bu toprakların büyük sanatkarları layığınca biliniyor.
Tanburi Cemil Bey, Batının polifonik ve profan müziğine de vakıftır. Bu vukufiyeti batı müziğinin teknik bilgisini de haizdir.
Değerli araştırmacı – yazar ve müzisyen Aydın Büke, Can yayınlarınca neşredilen harikulade eseri Chopin – Tuşlara Adanmış Bir Yaşam, adlı biyografisinde;
‘’Vatan hasreti, bir türlü iyileşemeyen bir hastalık ve kusursuz piyano çalış: Chopin adının günümüzde çağrıştırdıklarını bu sözcüklerle özetleyebiliriz. Piyano çalışıyla kendin hayran bıraktığı Parisli hanımlardan biri onun için ‘Chopin tüm yaşamı boyunca ölüyordu, ‘ ifadesini kullanmış, bir diğeri ise bestecinin son yıllarının ayrılmaz bir parçası haline gelen hastalığını ‘ Çok zarif öksürürdü, ‘ diye tanımlamıştı. 19. Yüzyıl Romantizm’ inin 20. yüzyıla aktardığı bu bakış açısı geniş kitleler için hala geçerliliğini korumakta.‘’ (syf. 13 ), bilgisini aktarmış.
Chopin, gerek ruhsal yapısı gerekse eserleri ve virtüozitesiyle Tanburi Cemil Beye en yakın bulduğum sanatkarlardan ilki; ikincisi ise en sevdiğim Rock gitaristi, 22 yıl evvel izlediğim Jimmy Page ( Led Zeppelin ) idi. Page o muhteşem gitarıyla Chopin prelüdlerini Rock diliyle seslendirmiştir. Sadece Chopin çalmasını ben bir ruh yakınlığının ifşası, diye yorumlamaktayım.
Kitabın sayfalarında ilerlerken bir dipnotta şu bilgiye rastlamak ilginçti.
‘’Mes’ud Cemil , kitabının neşrinden çok sonra, Tanburi Cemil’ in Chopin’ e karşı duyduğu hayranlığı arkadaşı Cevat Memduh Altar’ anlatmış. Bu bahsi Cevat Memduh’ un ‘ 1908 Meşrutiyetinde Tanburi Cemil ve Chopin başlıklı makalesinden aktarıyoruz. ( Musiki Mecmuası, 15 Temmuz 1963, syf100 – 101): ‘ … beni elimden tutarak yavaşça kulisin arasından savuşmak istediği bir sırada, piyanist Hegey’nin sahneye çıktığını görerek durdurdu, kulisin loş bir yerinden piyanisti dinlemeye başladı. O zaman, babamın derin bir heyecanla benzinin solduğunu ve bir kimsenin kendini göreceğinden endişe eden bir tavırla ağladığını gördüm. Sonradan öğrendim ki o gün piyanist Hegey, bilhassa Chopin’ den çalmış. Babamı zaman zaman ve derin bir obsession ( takıntı ) halinde, kemençesi üzerinde ( bir nevi Rebec ), o konser gününden mülhem olarak hatırında kalan bir parçayı naivement ( yapmacıksız ) deşifre etmeye çalışırken gördüm ve yine sonradan öğrendim ki , bu parça Chopin’ in mi bemol majör noktürnü imiş.’’ (syf. 182)
Tanburi Cemil Bey, mizaç, sazını yenebilme kapasite ve yeteneği ile en çok Page ve Chopin’e benzer. Benzerlik sadece müzikal anlamda da değildir. Kişilik vasıfları da çok benzeşiyor; yumuşak başlı, kibar, beyefendi, sakin, mütevazı, az konuşan, sözünü sanatıyla söyleyen insanlar bunlar. Mesela Beethoven gibi hırçın ve huysuz ya da John Lennon gibi kavgacı ve zehir dilli değil. Bu mizaçtaki insanların yapılan araştırmalar, 19 – 20. yüzyılın ilk yarısında tüberküloz , 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de kansere yakalanma oranlarının yüksek olduğunu göstermiştir.
Susan Sontag, bu mevzuyu, ‘Bir Metafor Olarak Hastalık ‘ isimli kitabında çok yetkin bir şekilde irdelemiş. Zaten bu kitabı okuduktan sonra, Tanburi Cemil’in Hayatı, kitabında anlatılan hayat tarzı ve şahsiyeti ile Cemil Bey’in ve Chopin’in hastalık ve genç yaşta ölümlerinin etmenlerini yakalamak mümkün oldu. Aşağıdaki alıntıdaki özne Cemil Bey denilse yadırgamayız; ama Chopin için kadın arkadaşı George Sand tarafından kaleme alınmış.
‘’ Siz acının ve şiirin doruğuna ulaşmış birisiniz. Yapıtlarınızdaki melankoli insanın yüreğine derinden işliyor… Şu an hastasınız ama daha da kötüsü, bu durum ciddileşebilir.Fiziksel acıyla, ruhsal acının sınırında bulunuyorsunuz.Yüreğinizdeki huzursuzluk hastalığa dönüştüğünde, sizi kurtarmak için çok geç olabilir. ‘’ (Aydın Büke – Chopin syf. 144)
Altmışların karşı-kültür ikonu, psikolog, Harvard’ da doçentlik de yapan Timothy Leary Beatles için şu söyler:
‘’Onlar, Tanrının yeryüzüne gönderdiği güleryüzlü yeni bir kuşağın mutant’lardır.’’
Mahmud Demirhan Bey:
Onsekiz milyonluk Türk camiasıyla beraber bu çizginin haricindekikavimleri ve milletleri de saran, yaratdığı gönülden gönüle geçen müşterek ve Mayıs’ da toplanmış üzere yıldız kırıntıları gibi şebnemli gül demeti kokulu nağmelerle kalblerine ve şuurlarına kardeşlik ve iyilik duygularını nakş ve nefh eden dünya kıyametinde bir deha aleviydi. (syf. 122)
Beatles’ a kadar ve sonrasında, rock’n roll ve rock istisnasız blues esinlidir. Bluestan beslenmiştir. Elvis Presley, Chuck Berry, Rolling Stones, Yardbirds, Animals, Doors, Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple, Who… tamamına şamildir, blues olgusu.
Sadece Beatles bu kategoriye girmez ve Beatles müziği için bir kategori mülahazası bulunmamaktadır. Kısaca Beatles müziği denir. Ne benzeri ne taklidi yapılamamıştır.
Mahmud Demirhan Bey:
‘’Cemil, başladığı inkılabla, musikimizde yeni bir devir açmışdır… Gidilecek inkılab ve terakki yolunu o göstermişdi… ; bence bizimki ne Türk musikisi, ne Şark musikisi, ne de hududu ve mefhumesi içine dergah, Enderun ve meyhane giren Osmanlı musikisidir.Bu benim görüşümle ve ihtisasımla ancak Istanbul musikisidir; kökleri ve unsurları ile melodilerini bu güzel şehrin, cennetpare Istanbul’ un o emsalsiz şafaklarından, mehtablarından, tulu ve gurublarından ve her tarafı saran aşk ve zarafet tecelliyatından alıp bizi esiri bir istiğrak içinde bayıltan bir musikidir ki, bunu da halkeden büyük Tanburi Cemil’ dir. (syf. 135)
Daha kat’ i bir ifadeyle diyebilirim ki, İstanbul musikisi ancak Tanburi Cemil’ dir. Cemil, … kıymetli pırlantalarla süsleyen son asır peygamberidir.‘’ (syf. 136)
Beatles ve Tanburi Cemil Bey, musikide öncesiz ve sonrasızlıklarıyla ve yinelenemez, yenilenemez dehalarıyla müşterektirler.
‘’Küçük Mes’ ud Ekrem, musikinin hakim bulunduğu, fakat saadetin pek barınamadığı Sinekli Bakkal’ daki evde, babasından ciddi bir san’ at eğitimi almasa da ‘’’ san’ aktar olunmaz, doğulur ‘’’ düsturuna münasib düşen bir hal üzere, soluduğu hava bile, yönünü çizecek temellerin atılmasına sebep olmuşdur, denilebilir. Zaten bunun farkında olan Cemil Bey de oğlu için: ‘ Musikiye istidadı var…Fakat keşke olmasaydı ! Çünkü duyarak çalarsa kendisi bedbaht olur; duymadan çalarsa, musikiyi bedbaht eder.’ cümlesini sarfetmişdir.’’ (syf. 207)
Hep duyarak çalan ve kendisi bedbaht olup musikiyi yücelten, daha takdim edeceği nice güzellikler var iken genç yaşta hayata veda eden hemşerim, büyüğüm Tanburi Çerkes Cemil Bey’e şan olsun.
Benimkisi, Tanburi Cemil Bey, Mes’ud Cemil ve sayın Necdet Yaşar beyefendiye naçizane bir saygı duruşudur. Lakin araştırmalarım ve heyecanım geçici değildir. İleriki zamanlarda bu sözün boşuna söylenmediği görülecektir.
Sihirli dehasıyla emsalsiz Tanburi Cemil Bey’ e, ‘’Merhaba efendim hoş bulduk ‘’, diyerek sözü son kez şiirlere bırakıyorum:
Tanburi Cemil’ in Ruhuna Gazel - YAHYA KEMAL
Bezmi Cemşid’ de devran ki kadehlerle döner
Şevk, şeb ta – beseher raks-ı mükerrele döner
Tutuşur meş’ ale-i dille meraya-yi huzüz
Hüsn ü aşk ortada bin mah, bin ahterle döner
Cümle ervab-ı makamat açılır arşa kadar
Rast, mahur ile; uşşak, muhayyerle döner
Kurtulur pay-i tarab yerden o dem kim, melekut
Yere gökten süzülür, halka-i şehperle döner
Her gelen rind, kanar zevke bu mecliste Kemal
Canib-i rahmete son çekdiği sagarle döner
NECMEDDİN OKYAY ( 1883 – 1976 )
‘’ Ah ü vah ‘’ çekmekle Necmi, fevtine tarih çıkar;
Göçdü üstadanın üstadı olan Mesud Cemil.
MUSTAFA NAFİZ IRMAK ( 1904 – 1975 )
Mızrabının dokunduğu son tel de kopdu ah !
Tanbura sardı mateme, bir nağme-i siyah !
Söndün hazin ufulüne hicranlar ağladı;
Sonsuz acın, yürekleri hasretle dağladı.
Mızrab u yayda sen ki bir ateşli dil idin,
Nağmeyle, sözle bir nice Mes’ ud Cemil idin.
Sendin yanan fiikrleri nutkuyla lal eden;
Sendin, kederli ruhumuzu pür - hayal eden
Yıllarca aşk u şevk ile çaldın rebabını;
Gömdün, elemli duygulara ıztırabını.
Yadın bugün gönülleri ateşleyen nefes,
San’ atdaki dehanı da tehcil eder o ses