1972 yılında 5 yılı hücrede 14 yıl sürecek hapis hayatına başlayan Ertuğrul Kürkçü, 1978 yılında Niğde Cezaevi'nde iken Uğur Mumcu ile yaptığı görüşmede Kızıldere olayını detaylı olarak anlatmıştı. Önce Cumhuriyet gazetesinde tefrika olarak çıkan Niğde Cezaevi'ndeki diğer tutuklular ile de yapılan görüşme ÇIKMAZ SOKAK adında kitap olarak da yayımlandı.
1986 yılında cezaevinden tahliye olan Ertuğrul Kürkçü, on yıllardır, defalarca Kızıldere olayı, o evden nasıl sağ kurtulduğu ve olay sırasında orada bulunmamış insanların yaptığı yorumlu ve imalı sorularına takdire şayan bir sabırla cevap verdi; sabır sınırları fütursuzca, saygısızca zorlansa da.
Kürkçü’nün çeşitli yerlerde de yayımlanmış olan Kızıldere vakası hakkındaki anlatımlarından, savcılık ifadesindeki metin de dahil, tamamına başvuracağız, en ufak bir ayrıntıyı bile atlamamak için. Bize yapılan sözel anlatımlarına da yeri geldikçe değineceğiz.
Ama önce askeri savcı albay Naci Gür’ün dün yansıttığımız iddianamesindeki iddialarına dikkat çekmek istiyoruz. Bu iddianame, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi'ni (THKP-C) olduğundan çok daha komplike , tüm birimleri tekmil olmuş, seksiyonları, raporlamaları, iç iletişimi, organların dinamik işleyişi vs ile neredeyse bir RSDİP tasviri yapmış. Buradaki amaç, idam talebi için mesnet yaratmaktır. Unutulmamalıdır ki THKP-C 1970 yılında kurulmuş, öncesi bulunmayan, bir geleneğin devamcısı olmayan ve nihayetinde 20-25 yaş arasındaki genç insanların kurduğu, yönettiği ve militanlığını yaptığı bir örgüttür. İddianamenin bir numaralı sanığı da Ertuğrul Kürkçü’dür.
Ertuğrul Kürkçü'nun idam hevesini kursağında bıraktığı tek isim savcı albay Naci Gür değildir. Deniz’lerin idam kararının alındığı sıkıyönetim mahkemesinin başkanı Ali Elverdi Paşa da Kürkçü’nün idam edilmemiş olmasını “adli bir hata” olarak yorumlamış ve “İdam edilmeliydi” diyebilmiştir. Elverdi, malum, yediği lokmanın nefes borusuna kaçması sonucu tam iki yıl önce evinde boğularak ölmüştür.
Kırk yıl sonra olgular, belgeler, kanıtlar ışığında savcı ve idamı istenen davanın bir numaralı sanığı hakkında ince eleyip sık dokuyarak sonuca ulaşmaya çalışıyoruz.
İddianamenin iddialarına yakından bakalım.
1 – Mahir Çayan'ın teslim olun çağrılarına karşı “Ölmeye öldürmeye geldik değil”, ‘’Buraya dönmeye değil ölmeye geldik’’, diye cevap verdiği, hem Ertuğrul Kürkçü, hem de köylülerin ifadelerinde açıkça bellidir. Olayı izlemekte olan Kızıldere Muhtarı Emrullah Aslan 1988 yılında şunları anlatmıştır:
“Mahir dedi ki ‘Mehmetçikler, sizi bizim üstümüze gönderiyorlar… Siz nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz. Siperlerinizi almamışsınız. Biz size kurşun atmayız.'
Kiremitleri attı. 'Mehmetçiklerin arkasına saklanmayın faşist köpekler. İleri siz gelin’ dedi.” ( Koray Düzgören THKP-C ve KIZILDERE, SYF: 112 )
2 - Saat 30 Mart 1972'de saat 14:00 sıralarında “evden eylemcilerce güvenlik kuvvetlerine seri atışlar yapılmağa başlanmış” ifadesi de gerçek dışıdır. İlkin, dışarıdan eve doğru üç el ateş edilmiş, ardından seri olarak ateşlenen G3 piyade tüfeği mermileri sağanak halinde, toprak-kerpiç evi kalbura çevirmiştir. Bu konuyu hem Ertuğrul Kürkçü’nün, hem de muhtarın beyanlarında göreceğiz. Muhtar Aslan, aynı yerde, gördüklerini şöyle anlatıyor:
“Her taraf yıkıktı. Kurşun deliği, roket bütün duvarları almıştı… Samanlığa roket attılar. Ama yıktı geçti öbür tarafa… ne bir roketi, ne iki roketi… Bütün roket. Öbür odada görmüşsündür şarapnel parçalarını. Bu iki odanın arasında beton duvar var. Bu betonu öylece indirmişler aşağı. Evde hiçbir oturacak hal filan yoktu.”
3 – İddianamedeki “Görevli erlerce evin saçak kısmına 3-4 el ateş edilmesi üzerine operasyonu yöneten komutanın (rehine) İngiliz’leri sağ kurtarma amacı güdüldüğünden, ateş kesilmesini emrettiği” de doğru değildir. İlk atış ve makineli tüfek seri taramaları sırasında evde ilkin çatıda bulunan Mahir Çayan vurulur. Ateşin kesilmesi ise posta erlerin yakın dinleme sırasında Çayan'ın vurulduğunu koşarak komutanlarına bildirmesi üzerine olmuştur. Çünkü Çayan'ın düşürülmesinden sonra grubun başsız kalıp, kaos yaşayacakları ve birbirlerine düşüp eylemin sonunun getirileceğinin düşünüldüğü savı çok yerinde ve isabetlidir. İlk andan itibaren sürekli Mahir’ Çayan'ın kollandığı, özellikle Mahir’e yönelik kışkırtıcı laflar atıldığı ve hep menzilde, hedefte tutulmasının hesaplandığı biliniyor. Hesap ilkin tuttu, en önce Mahir Çayan öldürüldü, ama hesabın ikinci faslı tutmadı, THKP-C'liler, teslim olmayıp sonuna kadar direnme kararı aldılar. Hem iddianame, hem de Ertuğrul Kürkçü’nün açıklamaları bu yöndedir.
4 – “Harekât komutanlığınca teşkil edilen tim, göz yaşartıcı ve sis bombası kullanarak eve girmeğe muvaffak olduğunda evde bulunan Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz’ın ölmüş oldukları; İngiliz teknisyen Charles Burner, Gordon Banner ve (Kanadalı) John Stuart Law'un ise eylemcilerce öldürüldüğü” ifadesinde şu husus yanlıştır ki; Nihat Erim’in anılarındaki ikrarı ve aşağıda okuyacağınız hükümet tabibinin belirttiği gibi Saffet Alp, tim eve girdiğinde ölü vaziyette değildir. Yaralanmıştır, ama sağdır. Evin kapısından dışarı çık(artıl)mış, bir subay tarafından alnına sıkılan tek kurşunla öldürülmüştür. Bu olaya yakından tanık olan bir er çıldırarak akli dengesini yitirince apar topar terhis edilerek memleketi Kayseri Bünyan’a yollanmıştır. Bu olayın bugüne kadar üstüne gidilmemiş olması ve o erin bulunup görüşülmemiş olması ise, gazetecilik açısından manidardır. Anlatacağı çok önemli bir tanıklığa dayalı enstantaneler, Kızıldere’nin puslu kalan yanlarından birinin netleşmesini sağlayacaktır. Hükümet tabibi Dr. Şehsuvar Savuran, şunları söylüyor (THKP-C ve KIZILDERE / Koray Düzgören – syf:138- 140 )
“Damın üzerinde bir kapı var dikkat ettiyseniz. Altında hayvanlar filan var. İşte orada, damın üzerinde bir ceset vardı. Dışarıda kapının dışında… Kapı parçalanmış. İçeri girdik ve hemen dışarı çıktık. İçeri sis bombası mı, göz yaşartıcı bomba mı atmışlar , neyse, çok duman var.
Şimdi konu şu: İçeride o kapının arkasına yığılmış o şeyler, kepek gibi bir şeyler vardı orada. Alabildiğine bir toz. Neden olduğunu bilemeyeceğim ama orda bir şeyin patlamış olması lazım ki ortalığı öyle darmadağın etsin. Balistik bir tecrübemiz yok ama mesela bir İngiliz’in ayağı kırılmış. Bacağından bir parçayı olduğu gibi almış götürmüş. Bu küçük bir merminin yapacağı iş değildir. Birisinin beyni parçalanmıştı. Onu tanımak mümkün değildi. (Buraya, daha sonra dönmek üzere bir Sabahattin Kurt mimi koyalım-MB )
Koray Düzgören: Kapının önünde bir cesetten sözettiniz de… O oraya kendi mi çıkmıştı?
Dr. Savuran: Kendisi çıkmış. Yaralandıktan sonra kendini dışarı atmış. Adı da şeydi. Hani harp okulundan… Saffet
Bunun dışında Ertuğrul Kürkçü de, kendisini yakalayan başçavuşun Saffet Alp’in yaralı ama sağ ele geçtiğini ve evin dışında alnına sıkılan kurşunla infaz edildiğini söylediğini birkaç kez anlatmıştır.
5 – Ünye'deki ABD'nin radar üssünden kaçırılan iki İngiliz, bir Kanadalı rehineyi sağ kurtarma diye bir düşüncenin olduğu da inandırıcı değil. Çünkü biliyoruz ki, İngiliz hükümeti, yaptığı açıklamada, rehine durumundaki vatandaşları için özel bir isteklerinin bulunmadığını deklare etmiştir. Bu durum, timin, hedef gözetmeksizin pencerelerden, kapıdan içeriye kurşun yağdırarak eve girmesine dayanak teşkil etmiştir. İngiliz hükümetinin “vatandaşlarımızı sağ istiyoruz’’ şeklinde bir talebi olsa idi, bu olay, biliyoruz ki böylesine kanlı sonuçlanmazdı. Ayrıca rehinelerin vücutlarında G3 piyade makineli tüfek mermilerinin çıktığı otopsi kayıtlarına geçmiştir. Bunun dışında, operasyonun hemen bir saat sonrasında eve gelen hükümet tabibi Dr. Şehsuvar Savuran, Koray Düzgören’e verdiği ve aynı kitapta yer alan mülakatında şu gözlemlerini aktarmıştır:
Düzgören: Şimdi İngilizleri buldunuz. Üçü yan yanaydı ve anlaşıldığı kadarı ile dışardan gelen ateşten korunmak için oraya konulmuştu. Ötekilerse zaten odaları terk etmişlerdi. Koridordaydılar sanıyorum. Peki İngilizleri o zayıf ışıkta da olsa bir incelediniz mi?
Dr. Savuran: İngilizlerin bütün mermi giriş çıkışlarının hepsini tespit ettik tabii tutanakta… Orda otopsi yapamayacağımız için sabah saat dörtte cesetlerin hepsini aldık geldik. Kağnı arabalarına koyduk. Aşağıdaki araçlara kadar kağnı arabasıyla getirildi… İngilizlerin orada gördüğüm zaman birisinin bacağının bir bölümünü 5’e 6 ya da 6’ya 6 ebadında bir bölümünü şarapnelin alıp götürdüğünü anladım. Fakat hiçbir kanama yok. Eğer canlıyken o şarapnel isabet etmiş olsa kanama yapar. Onun dışında bazı mermi delikleri de vardı. O mermi girişlerinden bazılarında da kanama yoktu. Ama kanama özellikle yukarıdan atılan mermi girişlerinde olmuş. Bu yukarıdan atılan mermilerin deliklerinde kanama vardı.
Dr. Savuran: Ya yukarıdaki delikten ya da merdivenden atılmıştır… Şimdi İngilizlerdeki ölü katılığı diğerlerinden daha fazlaydı. Kollarını oynatamaz olmuştuk. Oysa diğerleri daha yumuşaktı. Tahminen aralarında bir saat filan zaman farkı olabilir. İngilizlerin daha önce öldüğü kanaati var. Ama onlar öldürdü, ama başkaları…
Bu son cümle üzerinde uzun uzun düşünmeye değer.
6 – Onyıllardır, izanla, hiçbir etik değerle bağdaşmamasına rağmen, ısrarla, o cehennemden Ertuğrul Kürkçü’nün nasıl sağ kurtulduğu, bıkmadan sorulagelmiştir. Görülmektedir ki o evden sağ çıkan sadece Ertuğrul Kürkçü değil; Saffet Alp de yaralı ama sağ çıkabilmiştir. Savaş koşullarında bile yapılmayacak bir şekilde 23 yaşındaki bu gencecik insan alnına sıkılan kurşunla infaz edilmese idi, Ertuğrul Kürkçü’ye sual eden koro herhalde Saffet Alp’e de soracaktı, nasıl kurtuldunuz diye. İşin garibi bu ülkenin sağı çoktan bu olayı unuttu, bu soruları sormaz oldu, ama sol içerisinde kendini tanımlayan bazı çevrelerin hâlâ aynı soru ve imaları artık en azında iyi niyet taşımamaktadır.
Ayrıca izansızlıktan kastım şudur: 2011 yılında gittiğim Kızıldere’de evi dışarıdan ve çeşitli açılardan dolanarak bakındım. Altı üstü 200-250 metrekarelik bir köy evi. Bu ev dışarıdan kuşatılmış. Havan, roketatar ve makineli tüfek atışları yapılıyor. Hangi silah teknolojisinde vardır; atılan roket, havan ya da makineli tüfek mermilerine “Ertuğrul Kürkçü’ye isabet etme ama öbürlerini kalbura çevir, Saffet Alp’e de isabet et ama öldürme” komutu verilecek.
7 – Her ayrıntıyı büyüteçle tarayan savcı albay Naci Gür, operasyonun Özel Harp Kuvvetleri -MİT ve CIA ajanlarıyla birlikte yapıldığını görememiş, ama Kenan Evren yıllar sonra yayımlanan hatıralarında Kızıldere oprasyonunu Özel Harp Dairesi tarafından yapıldığını yazmıştır. Bunun terminolojideki bilinen karşılığı kontr-gerilla. MİT, Jandarma, hatta kontr – gerilla tamam da…CIA ajanlarının Kızıldere’de ne işlerinin olduğu, ne zaman ülkeye geldikleri, nasıl geldikleri, hangi kimliklerle ülkeye giriş yaptıkları, kimlerle görüşüp istişarelerde bulundukları, nasıl çekip gittikleri, Kızıldere olayındaki rol ve fonksiyonları bir sır olarak durmaktadır.
8 – Kızıldere olayında Mahir Çayan'ın ölümü konusunda da garip bir itiraz ve iddia var. Çayan'ın köyün içindeki evlere konuşlanmış olan keskin nişancı atışı ile vurulduğu yazılır, söylenir oldu. Şimdi bu iddialara inanmamız için bir neden yok, ama önderi, arkadaşı, yoldaşı yanında vurularak öldürülen Ertuğrul Kürkçü’nin Çayan'ın makineli tüfek atışı esnasında isabet aldığını söylemesine inanmamız için nedenler ortada. Mahir, keskin nişancı ile vurulmuş olsa ne değişir, makineli tüfek atışı ile vurulmuş olsa ne değişir; Ertuğrul Kürkçü için olayın vuku bulmasını öyle değil de öbür türlü söylemesi neyi değiştirir? Kürkçü yaşadığını söylüyor, orada bulunmayan, hatta belki hayatında eve bile gitmemiş olan birileri de kalkıp yok öyle değil böyle oldu, diyebiliyor.
Savcı Albay Naci Gür’ün iddianamede öne sürdükleriyle ayrıntılı meşgul olunca, Ertuğrul Kürkçü’nün Kızıldere olayını anlatımı yarına kaldı.
Yarın: Ertuğrul Kürkçü Kızıldere'yi anlatıyor