Neoliberalizmin o uluslararası şaşaalı "kapitalizm alternatifsizdir…" mottosu artık bir dekadans hurafesi derekesine düştü. Önce reel sosyalizm çöktü. Ardından eş zamanlı olarak neo liberalizm ve siyasal islamın insanlığa huzur, mutluluk ve refah getirememeleri sonucu tarihin atıkları olma akıbetine yaklaştıkları artık aşikar bir olgu.
Yeni bir çağ başlangıcının eşiğinde olduğumuz ve dünyanın radikal bir değişime doğru farklı yollardan ama aynı istikamete yöneldiği hakikatini görmek için ultra yetkin bir uzgörüye sahip olmak gerekmiyor. Ayrıca bu iddia ütopist bir ideolojik perspektifin zorlama bir mübalağası da değil ve gerçeklikle örtüşmeyen bir illüzyon yaratma durumunu da mündemiç kılmıyor. Ya barbarlığın tiranlığı ya da yeni ve insani – ekolojik bir uygarlık inşa etme kavşağındayız.
Bu görüşte olup, sezgileriyle veya ideolojik tercihleriyle hayata ve dünyanın gidişatına -evet- volantirizm saikiyle artık müdahale etmeyi bir ontolojik sorunsal olarak tanımlayan; bununla da yetinmeyip, gözünü ufka dikerek "Ne yapmalı?" sorusuyla meşgul olan her bireyin ilk işi tarihsel bilgi dünyasına dalması, bu bağlamda bilgi birikimini alabildiğine arttırma çabasına girmesi adeta bir ödevdir. Bu ödevlerin biri Fransız Devrimi diğeri ise 1917 Bolşevik - Ekim Devrimi'ni araştırmak ve öğrenmektir.
Artık şimdi, henüz çok yeterli olmasa da otuz kırk yıl önceki çoraklıkla kıyaslandığında hatırı sayılır niteliğe haiz kaynak eserlerin niceliği, bilgi ve kültür düzeyini arttırma pratiği için yol açıcı düzeye ulaştı denilebilir. Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınlarından çıkan "Dünya Devriminin Gezginleri" kitabı, zengin ve renkli muhtevasıyla işaret ettiğim gereksinime önemli bir katkı yapıyor.
Kitap, girişle beraber toplam on iki bölümden oluşuyor. Bir bütünlük diziliminde olsa da, okurun kendi merak ve ilgisine göre, bölümler atlanarak okumaya da müsait. Mesela ben giriş bölümünden sonra, kitabın sonundaki, "Kısa son deyi – Hayatta Kalanlar" (sayfa:407), kısmını okuyup yeniden kaldığım sayfaya döndüm. Çünkü bu son bölüm, o destansı hayatları yaşayan Komintern faillerinden sağ kalanların kısa biyografilerini içeriyor ve okudukça insana ağır hüzün yaşatıyordu.
Kitabın yazarı Brigitte Studer bu tarih kitabını, adeta bir gerçekçi – politik roman üslubuyla yazmış. Tek tek saydım; 776 adet kaynaktan yararlanarak yazdığı bu eserinde ilk dikkat çeken şey, muazzam ama sıkmayan ayrıntıcılığı ve Komintern tarihindeki günahları ve sevapları anlatırken müsamahasız dürüstlükten hiç taviz vermemesi. Kominternin giderek bürokratik bir aygıta dönüşmesi ve dogmatizmin hakimiyet alanını genişletmesine de dikkat çekiyor, olgular ve olayları kaynak göstermek suretiyle… Bu dürüstlük okurda derin saygı uyandırıyor. Tabii, kitabı okurken faillere karşı duyumsanan şefkat, merhamet, öfke, merak ve heyecan duygulanımlarının okura geçmesi, çeviriyi yapan Tanıl Bora'nın usta kalemi sayesinde oluyor. Yetkin çevirisi sayesinde, kitap yazıldığı dilden okunuyormuş tadı veriyor.
Kitabın alt başlığı "Komünist Enternasyonl'in Bir Global Tarihi". Yazar, kitabının ana hattını ve temel sorunsalını şöyle tanımlıyor:
"Bu kitap, Moskova tarafından görevlendirilerek veya finanse edilerek, toplumsal ve siyasal koşulları devrimcileştirmeyi umdukları yerlere siyasi görevle gönderilen profesyonel devrimcilerin çalışma koşullarını ve mesleki ve gündelik hayatlarını sorguluyor… İnsanlar niçin hayatlarını kaybetme veya tutuklanma ve işkence görme tehlikesini göze alarak uluslararası profesyonel devrimci olmayı seçtiler? Varoluşsal yurttaş güvencelerinden tamamen mahrum, güvensiz bir göçebe hayatını neden tercih ettiler? Niçin bütün benlikleriyle daldılar Komintern yaşamının içine?Komintern… Bu uluslararası, örgüt sadece sıkı örgütlenmiş bir anti-kapitalist devrim girişimi değil, aynı zamanda global bir anti-kolonyalist, ırkçılık karşıtı ve anti-emperyalist siyaset denemesi idi." (sayfa:14)
Komintern hakkında önemli bir görüşü sayfa 20'de şu alıntıyla aktarıyor Studer:
"Çünkü Komintern tabii ki aynı zamanda en üst düzeyde bir kültürel fenomendir. Bir bakıma da, dünya savaşları çağının belirlediği, mekânsal aşinalığı ve mekan bilgisi çok gelişkin bir kader ortaklığı cemaatidir."
Yazar, kitabının farklılığını da sarih bir dille izah ediyor:
"Şimdiye kadar, devrimi meslek edinmiş olan ve siyasi olarak bağlandıkları Komintern'in çalışma yerleri ve işverenleri haline geldiği tarihsel faillerin zamanda konumlanmış kader ortaklığı cemaati ile ilgili pek bir çalışma yoktu. Komintern veya onun sayısız yan örgütlerinden birisi için çalışmış olan bu profesyonel devrimciler, bu kitabın konusunu oluşturuyor. Kitabın odağında, Komintern gezginleri vardır." (sayfa: 22)
Kitabın yazımında izlenen yöntem ise şöyle anlatılıyor yazar tarafından:
"Bu tarihi yazabilmek için, teorik yaklaşım ve yöntemsel tutum bakımından yenilenmiş bir sosyal tarihçiliğe, kültür tarihçiliğine, pragmatik tarihçiliğe, keza sosyolojiye ve siyaset bilimine, bunların yanında hiyerarşik düzenlere ve güç dağılımına olan duyarlılığıyla cinsiyet tarihine başvurmak gerekliydi." (sayfa: 28)
Yazar, Komintern'deki eril hakimiyeti istatistik verileri de ortaya koyarak teşhir ediyor ve eleştirel değerlendirmeden de kaçınmıyor.
Studer, kitabında odaklandığı dönüşüm anları hakkında şu bilgiyi paylaşıyor:
"Düz çizgisel bir kronolojik anlatım veya sistematik bir panoramik bakış yerine, Rus Devrimi'ni izleyen üç devrim -Almanya, Çin ve İspanyol devrimleri-, Komintern tarihinin en global uluslararasılaşma anları olarak seçildi." (sayfa: 30)
Dünya Devriminin Gezginleri, eğer imkan bulunursa şu kitaplarla birlikte okunduğunda, peş peşe eklenen ve pekişen bilgilerle, insanda bir gönenç ve ferahlık hissi yaşatır:
Bu yazının son sözünü yazara bırakmak yerinde olacaktır:
"Bu Komintern ajanları, siyasi adanmışlığın, hem kendi hayatını ortaya koymak hem de amaçların araçlar haklı kıldığı anlayışı bakımından ne kadar ileri gidebileceğini gösterirler. Yeni siyasi pratikleri dünya çapında dolaşıma soktular ve yerelde kapıyı açanların varlığı sayesinde sürekli farklı siyasi ortamlara ve alemlere nüfuz ettiler. Kendilerini mekanın ve zamanın üzerindeki bir adalet fikrinin aracıları olarak görüyorlardı. Lakin bu fikir ve kendi seçtikleri bu misyon, gitgide bir partinin ve bir devletin çıkarlarıyla, Stalin'in Sovyetler Birliği'yle bütünleşti. Burada portreleri çizilenlerin bu gelişmeye gösterdiği tepkiler farklıydı… Gerçi hadiselerin ırmağında sürüklendiler ama farklı rotalar izlediler – kimisi akıntıyla beraber, kimisi akıntıya karşı."