Rosa Luxemburg, Gramsci, Poulantzas kitapları; felsefe, feminizm, devlet, Fransız Devrimi, siyaset, ideoloji, Afrika, Orta Doğu, Haiti, rönesans, polisiye, sinema, yakın tarih / Türkiye solu, anı, arkeoloji, oto - biyografi, edebiyat, çocuk, azınlıklar, mülteciler gibi geniş bir yelpaze oluşturan yayınlarını tevazuyla, fedakarlıkla, sessiz ama derinden sürdürüyor Dipnot Yayınları.
Bu işleviyle memleketin karşı-birikimine kıymetli katkılar yapıyor, zenginlik sağlıyor, ufuk açıyor.
Dipnot'un Genel Yayın Yönetmeni Emir Ali Türkmen'i anmadan geçemeyiz. 33 yıllık arkadaşım Emir Ali'nin kişiliğinin başat meziyetlerini özveri, tevazu ve dayanışma olarak tanımlayabilirim. Kısıtlı bir bütçeyle yayınevini bugünlere ve bu seviyelere getirdi.
Mardin'in Midyat ilçesinde gümüş kuyumculuğu geleneksel bir meslek olarak, yüzyıllardır varlığını sürdürür. Vitrinde görülen ürünlerdeki ince işçilik hayranlık uyandırır. Sabır ve ustalık isteyen bu çok zahmetli işin erbabı Süryani'ler. Bir gittiğimde gümüşü nereden temin ediyorsunuz diye sormuştum. Çok eskilerden atalardan kalmadır, bir de getirip bozdurulan gümüşleri eritip yeniden kullanıyoruz, demişti, Süryani usta.
Yani, güçlü bir geleneğin, ustalık ve sebatla, hem ananevi hem de modern olanın yüzyıllardan gelen mirasla gümüşle form olarak yeniden üretimi. Tıpkı, aynı yöredeki Ermeni taş – duvar ustalarının yarattığı büyüleyici mimarisiyle o masalsı taş evler gibi. Taşlar yontuluyor, biçimlendiriliyor hem tarihi hem de modern olanın inşası yapılıyor. Emek, zahmet, zanaatkarlık, tutku, hayal gücü ve büyük bir birikimdir altta yatan müşevvik.
Kitaba geçmeden evvel bir eleştirimi ifade etmeliyim. Yavuz Önen bir Kürt; ama Arap, Ezidi, Ermeni, Süryani halklarının neler yaşadıklarını gayet iyi biliyor ve bu konuda çok duyarlı.
Eşi Rezzan hanım, Çerkes bir baba ve Gürcü bir annenin kızı. Çerkesler, yaklaşık otuz yıl süren Çarlık Rusya'sının Tolstoy'u, Puşkin'i ve başka Rus aydınlarını bile utandıran tecavüz, cinayet ve evlerin yakılması, köylerin harabeye çevrilmesiyle sürdürülen kanlı istila ve soykırım saldırıları sonucunda vatanlarını terk etmeye zorlanıp 1864 yılında ülkeleri Kuzey Kafkasya'dan sürgün edildiler.
Sürgün sırasında gemide hastalananlar, yolculuğu dayanamayan, hasta, yaşlı ve güçsüzler Karadeniz'e fırlatıp atıldılar. Geldikleri Anadolu'daki zorunlu iskanlarda sıtma ve başka salgınlarla telef oldular ve vatanlarındaki soykırımdan sonra sürgün travmasını müteakiben ikinci bir nüfus kırımı yaşadılar.
Bu korkunç olayı Yavuz Önen bilmeli ve Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Araplar ve Kürtler gibi kitabında Çerkesler'e ve yaşadıkları trajediye yer vermeliydi. Kitabın yeni baskısında eniştemizden bunu bekliyoruz.
1970’lerden beri bildiğimiz ve hafıza mekanlarımızda müstesna bir yeri olan eski Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Başkanı Yavuz Önen otobiyografisi Hayatı Sevdim, yayınlandı. 1938 Mardin - Midyat doğumlu Önen; kitabını okuyunca aklıma, yukarıda özelliklerini belirttiğim Süryani gümüş kuyumcuları geldi. Onlar gibi ustalıkla yazmış.
Hep mütevazi bir hayat sürmüş olan Önen'in kitabı, en doğru yerden, girizgahta vasıflarını vurguladığım Dipnot Yayınları'ndan çıkmış. Dipnot – Süryani kuyumcular ve Yavuz Önen; tam bir denk olma hali vuku bulmuş. Şimdiye dek bir eşine rastlamadığımız bir anlatım tekniği ve üslubu ile yazmış kitabını.
Evet, son tahlilde bir otobiyografi ama soluk soluğa akıyor olaylar. Bir aksiyon fırtınası halinde, bazen duruluyor sonra hızlanıyor; bazen sevinç bazen de üzünç, duygu geçişleri ile okura şimdiye baktığında "Peki onca çaba, adanan hayatlar, feda edilen canlar boşuna mıydı?" dedirtiyor. İnsan, galiba çok iyi kurgulanmış bir roman okuyorum diye düşünüyor ama soluklanınca elindekinin bir otobiyografi metni olduğunun ayırdına varıyor. Anlatılanlar birebir yaşanmış ve dürüstçe yazılmış ne yaşandıysa, ne duyumsandıysa. Ben T24 okuruna karşı duyduğum sorumluluk gereği, acaba Yavuz Önen bu elli yıllık panoramayı ve süreçleri anlatırken bir hafıza yanılsaması ya da olaylarda bir iç içe geçme yanılgısı yaşanmış mı diye arşivlere baktığımda anlatılanların ayniyle vaki olduğunu gördüm.
Hem gıpta edilecek hem takdir edilecek hem de ben bu kadarını yapamazdım dedirtecek olağandışı bir yaşam sürmüş, Yavuz Önen.
Gıpta edilecek, çünkü; İstanbul'a geldiğinde şehrin nüfusu 800 bin imiş. 18 milyonluk şimdiki kalabalıkla ve kaotik hercümerc ile mukayese edildiğinde tenha, sakin bir kent ve asude hayatların yaşandığı bir şehrin en iyi üniversitesinde -İTÜ- mimarlık okumuş. Şimdi artık anılarda kalmış meyhane ve pastanelere müdavim olmuş, Can Bartu ile voleybol oynamış, Yahya Kemal'i canlı görmüş, efsanevi futbolcular Di Stefano'yu Puşkaş'ı Madrid – Barnebau stadında izlemiş, Nisan 1968'de gittiği Paris'te Sorbonne üniversitesine yakın bir otelde kalırken 68 olaylarını yaşamış dahil olmuş. Yılmaz Güney ile hapishane arkadaşlığı yapmış. Mahir Çayan'ın en güvendiği insanlardan olmuş -beraber kanyak içmiş ve Mahir'in yazdığı Kesintisiz Devrim bröşürünü Muzaffer İlgen'e teslim etmek üzere Çayan'dan teslim almış (syf: 125)- Kızıldere'de sonlanacak bir tarihin son Karadeniz yolculuğuna çıkacak olan Mahir'le kucaklaşıp vedalaşmış. Mahir'in, "Bu gidişimizin dönüşü olmayabilir ama bayrağı devralacak bir arkadaşımız kalacak, o da Ertuğrul." (syf: 126) sözünü hafızasına nakşetmiş. 13 Mart 1971 tarihinde Ertuğrul Kürkçü (Dev-Genç Genel Başkanı) ve Kızıldere'de hayatını kaybeden (Dev-Genç Genel Sekreteri) Sinan Kazım Özüdoğru ile 12 Mart muhtırası hakkında yapılan basın açıklamasında yer almış (syf: 306 , Yılmaz Güney ile iyi arkadaş olmuş. Hapisteyken gelen üzümlerden Belge'nin yaptığı şarapları içmiş. Murat Belge İngilizce kendisi de Fransızca dersleri vermiş. Yaşar Kemal ve Can Yücel ile tanışıp kucaklaşmış. KSD'nin teorisyeni Mahir Sayın ve eski Dev-Genç Genel Başkanı müteveffa Bülent Uluer'le ortak çalışmalar yapmış. Paris'te sürgünde olan Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner'in evinde kalmış…
Takdir edilecek, çünkü; Mimarlar odası, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), TMMOB başkanlıkları, HDP'nin kurucu eş başkanlığı yapmış, bir dönemin medyatik kudretli subayı (syf: 133) Orgeneral Çevik Bir'in işkencesine maruz kalmış, çok sayıda arkadaşı-tanıdığı-akrabası hayata veda etmiş-ettirilmiş ama itidalini yitirmemiş. Büyük umutlarla kurulan (syf: 276) ÖDP'nin zaman içerisinde yaşanan kopmalara ve beklentileri karşılayamamasına tanıklık etmiş fakat azmini yitirmemiş. Neo-liberalizmin kırk yıl sürecek olan huşunetini - küresel iktidarı karşısında geri adım atmamış. Serbest piyasa demokrasisi, neoliberalizm, tarihin sonu mantralarından hiç etkilenmemiş, inançlarından kuşkuya düşmemiş, ekolojik sorunlara bigane kalmamış, hep çalışmış, hiç boş durmamış…
Ben bu kadarını yapamazdım dedirtecek, çünkü; Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nde mesleki bir iş çalışmasında yaşadığı etik dışı iki deneye rağmen püritenliği sarsılmamış. Ağabeyini, yengesini ve yeğenini Trabzon'da bir trafik kazasında yitirmiş acılarını yüreğine gömmüş. Solun genel yenilgisinden sonra da yoluna devam etme dirayetini göstererek entelektüellerin devrimci militanların kıtalararası melankolisine yenik düşmemiş. Enerjisini -yeteneklerini- muazzam deneyim ve birikimini uğruna hasrettiği siyasi mücadelesini 80'li yaşlarında bile sürdürme irade ve arzusunu serdedebilip hayatı sevmiş…
Bu kitabı bilhassa 1980 sonrası nesiller okumalı. Ciltler dolusu yakın tarih okumaları yapmadan, neler yaşandığını, hiç değişmeyen memleketin siyasi iklimini, Türkiye'nin toplumsal-siyasal panoramasını öğrenmek için çok isabetli bir tercihtir Hayatı Sevdim kitabı.
Önen, son bölümü fotoğraflara ayırmış. Çok etkileyici bir albüm. Kimler yok ki? Aziz Nesin, Ahmet Kaya, Fatoş Güney, Gülten Kışanak, Sabahat Tuncel, Mümtaz Soysal, Vera Hikmet, Mihri Belli, Akın Birdal, Sadun Aren, Atilla Dorsay, Erdal Öz.
Ama 322'nci sayfadaki (Pepe: Bir yüce yaşam, başlıklı yazımda bilgi verdiğim) Tupamaros liderlerinden Mauricio Rosencof ile çekilmiş oldukları fotoğraf beni sarstı ve 70'lere götürdü.
İdeallerine bağlılıktan hiç ödün vermeden yaşanmış, o sebepledir ki haklı olarak sevilmiş bir hayat okunuyor.
Böyle mümtaz bir insanın kitabını yazmak da ayrı bir gönenç yaşatıyor insana.
Yavuz Önen'ler sayıca azlar ama o kadar olmaları bile yeniden ayağa kalkmanın emekleme evresinde on binlerin düşmemesini sağlayacakları, adeta birer wolker gibiler.
Haklarını ödemek çok zor… "Ne yapılmalı peki?" diye düşünüyorum. Bu arada Beatles'ın o unutulmaz şarkısı hoparlörden yükseliyor ve John Lennon'ın fırtına gibi bir gitar riffi ile girdiği şarkının adı: Revolution.