Bu yazıda özellikle Erdoğan’ı sevenlere seslenmek istiyorum.
Sevdiğiniz bir lidere, Erdoğan’a, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neden oy vermemeniz gerektiğini anlatmak istiyorum. Neredeyse imkânsız bir işe kalkıştığımın farkındayım. Ben olsam en azından “ne diyor bu deli?” gibi bir merakla okurdum bu yazıyı. Okuduktan sonra benimle ilgili “deli” yargısına devam etmekte tabii ki özgürsünüz, dolayısıyla kaybedeceğiniz bir şey yok. Ama sizi ikna edebilirsem, belki tüm toplumu ve o lideri, ona oy vermeyerek korumak / esirgemek şansına sahip olabilirsiniz.
AKP’ye muhalefet edenlerin bir kısmı, bildiğiniz gibi, sizlerin kandırılmış olduğunuzu düşünüyor. Ben onlardan değilim. AKP'ye oy verenlerin, Erdoğan’ı sevenlerin, kendilerine göre sahici nedenleri olduğunu, bu nedenlerin bir kısmının tarihe uzandığını, bir kısmının da gündelik ekonomi-politikle ilgili olduğunu düşünüyorum.
AKP çizgisinden çok çok uzak olsam da, AKP’ye oy verilmesini doğru bulmasam da, neden bunca insan bu kadar uzun zamandır gidip AKP’ye / Erdoğan’a oy veriyor anlayabildiğimi sanıyorum. Kimilerinin sandığı gibi un / kömür / şeker vb. ihtiyaçların dağıtılması sonucu oyların “satılması” durumu yok tabii ki. Tam tersine bu bakış açısının kendisi sizleri hoyratça aşağıladığı için bu yorumları yapanların yakınından bile geçmek istemiyorsunuz, gayet anlaşılır bir şekilde.
AKP’ye oy veren sizlerin büyük çoğunluğu bu toplumun yoksulları / orta hallileri ve yoksunları, şimdiye kadar gerçek iktidar sahipleri tarafından saygı gösterilmemiş, horlanmış, sosyo-ekonomik ve kültürel nimetlerden yeterince yararlanamamış ve / veya dini / ahlaki hassasiyetlerinin aşındığını / kuşatıldığını hisseden kesimler. Erdoğan’ın liderliğinde AKP, sizler için en önce horlanmamak, saygı gösterilmek ve giderek devletin sahibi haline gelmek anlamına geldi. Dolayısıyla maddi ve manevi çıkarlarınız için desteklediniz AKP’yi.
AKP’yi / Erdoğan’ı desteklemek, orta / uzun vadede sahiden çıkarınıza mıdır, değil midir, uzun boylu tartışabiliriz ve muhtemelen anlaşamayız; ama en azından şunu kabul ediyorum: Sizler sahiden inanarak, bağlanarak, kendiniz ve ülke için iyi olacağını düşünerek AKP’yi / Erdoğan’ı destekliyorsunuz. Erdoğan’a olan sevginiz ve bağlılığınız gayet güçlü ve sahici. O yüzden de geldiğimiz noktada Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını doğal buluyor ve destekliyorsunuz. Sevdiğiniz / bağlandığınız bir partinin ve liderin zaman içinde nasıl bir evrim geçirdiğine çok dikkat etmiyorsunuz. Hatta bu evrim sürecinde bu partinin ve liderin müthiş bir güç yoğunlaşması yaşamış olması çoğunuz için bir kaygı nedeni değil de, gurur ve mutluluk kaynağı olabiliyor.
Oysa böylesi, kontrolsüz ve dengesiz bir güç yoğunlaşması, hem sizler, hem genel olarak toplum, hem de o parti ve lider için sonun başlangıcı anlamına geliyor.
Ne doğada ne de sosyal gruplarda tek seslilik, tek adamcılık, katılık / uzlaşmazlık uzun süre dayanabiliyor; her zaman yıkım ve hüsranla sonuçlanıyor.
Biyolojiden gidersek: Canlı türlerinin genetik çeşitliliği (çoğulculuğu) ne kadar fazlaysa, zor durumlara, değişen koşullara uyum sağlama ve dolayısıyla sağ kalabilme potansiyelleri artıyor. Benzer genetik özelliklere sahip kapalı canlı gruplarında, o genetik özellikler yeni koşullara uyum sağlama yeteneğine sahip değilse, bütün grup ortadan kalkıyor. Genetik çeşitlilik, esneklik, zenginlik ve sağkalım demek.
Psikolojiden gidersek: Kendi zihnimizde duygusal ve düşünsel çoğulculuğa ve melezleşmelere izin vermezsek, iç dünyamızı bütün farklılıkları ve çelişkileriyle anlamaya çalışıp kucaklamazsak, ciddi bir katılık çemberi içinde psikolojik olarak kötürüm hale geliriz. Kendimizle ve diğer insanlarla ilişkilerimiz bu durumdan büyük zarar görür. Beynimizde her zaman duygusal ve düşünsel olarak ciddi bir çokluk hali vardır. Kimi duygu ve düşünceler ön plana geçebilir, belli bir anda baskın olabilir, ama alternatifler her zaman mevcuttur. Katı kişilik yapıları, tek seslilik adına bu çokluğu boğduğu için kişi esnekliğini yitirir; değişik durumlara / ilişkilere uyum sağlayamaz; hatalarından öğrenemez; kendini gözden geçiremez.
Sosyolojiden gidersek: Sosyal gruplar, hele de toplum, halklar, ulus vb gibi büyük sosyal gruplar, birçok değişken üzerinden çok ciddi çeşitlilikler barındırır. Cinsiyet, sınıf, yaş, etnik / ulusal aidiyet, dil, din, politik yönelim gibi değişkenler her bireyde farklı bir kombinasyonda vücut bulur, bu yüzden toplumların çokluk yelpazesi, kendi haline bırakılırsa, epeyce geniştir. Sosyal mühendislik yapmaya kalkıp da bazı kimlik / tercih kategorilerini bastırmaya veya yok saymaya kalkarsanız, ciddi sosyal çatışmaları davet edersiniz.
Kurumlardan / örgütlerden gidersek: Bir kurumda / örgütte, karar alıcılar arasında çok seslilik kaybolmuşsa, muhalif sesler susturulmuşsa ya da ortaya çıkacak cesareti bulamıyorsa, sosyal psikolojinin bahsettiği groupthink ortaya çıkar. Çoğunluğun kabul ettiği düşüncenin sorgusuz sualsiz kabul edilmesi ve herkesin bu düşünceye uyum sağlamaya çalışması, grup sürecinde düşüncelerin / kararların değişme / evrilme imkânlarının kalmaması. İster parti olsun, ister dernek, ister şirket ya da başka bir kurum / örgüt, groupthink o kurumun yaratıcılığını ve hayatiyetini kaybetmesi, hatalarda ısrar etmesi, değişememesi / donması anlamına gelir.
Örnekler uzatılabilir, ancak meramım anlaşıldı sanırım: Biyolojik sistemlerde de, sosyal sistemlerde de, tekçilik donma / baskı / ıstırap / ölüm; çokluk / çoğulculuk ise yaratıcılık ve yaşam demektir. Bütün problemlerine rağmen demokrasi bu yüzden değerlidir.
Erdoğan’a baktığımızda her düzeyde tekçilik peşinde olduğunu, çoğulculuğa tahammül edemediğini görüyoruz.
AKP’de hiçbir farklı sesin çıkamıyor olması; muhalif potansiyeli olan herkesin partiden uzaklaşmak zorunda kalması, bu partinin ne denli bir groupthink’ten mustarip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu yapı kendini kontrol etme, hatalarını düzeltme yeteneğini büyük ölçüde yitirmişe benziyor.
Erdoğan’ın farklı siyasi rakipleri için sürekli kullandığı hakaretamiz dil, yine çoğulculuğa olan tahammülsüzlüğü ile ilgili. Aynı şekilde, kendisinden farklı etnik, ulusal, dini, mezhepsel kimlikler için zaman zaman serdettiği sürçmeler yine o saygısızlıktan geliyor.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamını, varolan anayasal çerçeve içinde değil de, zaten çok fazla olan gücüne daha da güç katacak bir basamak olarak kullanacağını, kuvvetler ayrılığı ilkesini bu yolda aşındırmaya devam edeceğini anlıyoruz.
“Bizden olduğu sürece bu kadar güce sahip olmasının bir sakıncası yok” diye düşünebilirsiniz. Aksine, sakıncası çok, zira tekçilik, tek adamcılık, Başkan Babacılık, bu toplumu o kadar çok gerecek ki, kimse huzur içinde olamayacak. Başta da Erdoğan ve destekçileri.
O yüzden demem o ki, eğer Erdoğan’ı seviyorsanız, onun rahat ve huzurlu bir emeklilik yaşamasını istiyorsanız, ülkenin çatlayacak kadar gerilmesini istemiyorsanız, bu kabarmış güç iştahına, tek adamcılık arzusuna dur demeniz gerekiyor.
Erdoğan cumhurbaşkanı seçilemese de başbakan olmaya devam edecek, yine Türkiye’nin en güçlü adamı olacak. Cumhurbaşkanı da olursa, o güç yoğunlaşmasının getirdiği kirlenmeler misliyle artarak devam edecek. Bu da dönüp dolaşıp Erdoğan’ı / AKP’yi / destekçilerini yıpratacak. O yüzden en azından Erdoğan’a oy vermeyin; “illa oy vermem lazım” diyorsanız, kampanyanın en samimi / sahici duruşunu sergileyen Demirtaş’ı bir değerlendirin.
@PakerMurat