Erdoğan başkanlığındaki AKP hükümeti eliyle Türkiye bir ateş çemberine sokulmuş durumda.
Başta 20 Temmuz Suruç katliamı olmak üzere, Türkiye’de son bir haftada olanlar, demokratik / barışçıl bir dönüşüm derdi olan herkesi oldukça kaygılandırdı. Suruç’ta alçakça katledilen 32 genç insanımızın şokunu atlatamadan, siyasi cinayetlerin işlenmesi, Suriye sınırında IŞİD’le çatışma haberleri ve en son Kandil’in bombalanması, hararetin kaynama noktasını geçtiğini ve önümüzdeki dönemi savaş / iç-savaş fiili durumları eşliğinde geçirme ihtimalimizin çok yüksek olduğunu gösteriyor.
İşin IŞİD kısmını şimdilik bir kenara koyalım. AKP’nin Suriye politikasında başından beri büyük hatalar işlediği; kendisine de bela olması kaçınılmaz IŞİD gibi katliam makinesi bir örgütün serpilmesinde ciddi katkıları olduğu; hem Rojava’daki gelişmeler hem de ABD’nin ittirmesi nedeniyle IŞİD politikasında bir revizyona gitmek zorunda kaldığı gibi konulara şimdi girmeyelim. İşin o kısmı da çok önemli kuşkusuz, ama AKP’nin son savaşkan açılımının esas hedefinin HDP, PKK ve solcular, yani “malum şüpheliler”, olduğu çok açık. Baştan aşağı yalan haber ve hezeyanlı yorumlar manzumesi halinde tepinen yandaş medyaya ve gözaltına alınan kişilere, baskın yapılan yerlere baktığınızda tablo yeterince belli. IŞİD, şimdilik sadece acısız bir denge sosu olarak masada yer alıyor. Esas acı malum şüphelilerden çıkartılacak. İşin özü: Erdoğan / AKP, çözüm sürecinin ipini çekti.
Peki ne oldu da, “çözüm süreci” ya da “milli birlik / kardeşlik projesi” denilen, iki yıldır çatışmasızlığın sağlanmış olduğu, “gerektiğinde baldıran zehiri içerim” denilerek sahiplenilen süreç akamete uğratıldı? Türk-Kürt meselesi ya da PKK meselesi neden çözülemedi, neden barış gelemedi? Ve şimdi neden tekrar savaşın / iç-savaşın eşiğindeyiz?
Ortada büyük bir sır perdesi yok.
Çözüm süreci, zaten epeyce kırılgan bir zeminde yürüyordu. Böylesine eski, derin, karmaşık ve çatışmalı bir problemin, iyi düşünülmüş ve toplumsallaştırılmış bir yüzleşme mekanizması kurulmadan çözülemeyeceğini, gittiği haliyle “alaturka” bir çözüm süreciyle kalıcı ve adil bir barışa ulaşılamayacağını, bu sürecin ilk ciddi krizde sekteye uğrayıp eskisinden de beter bir hale gelebileceğini söylemekten / yazmaktan dilimizde tüy bitmişti ve derdimizi kimseye anlatamamıştık. Arşivlerde var.
Gelinen noktada, önceden kuşkulandığımız gibi, AKP’nin bu süreci büyük bir çapsızlık ve yüzeysellikle, ama kendini kurnaz başkalarını aptal sanan kof bir kibirle götürmüş olduğu, hiçbir eleştiriye / uyarıya kulak kabartmadığı anlaşılmış oldu.
AKP’nin hesabı, Kürtlerin önder olarak gördüğü ve büyük saygı gösterdiği Öcalan’ı bir tür rehin gibi tutarak, kendisinin koşullarının tedricen bir miktar iyileştirilmesi ve Kürtlere çok sınırlı bazı haklar “bahşederek” bu sorunu çözmekti. Çözümden anladıkları da PKK’nın silah bırakmasıydı.
Ama AKP’nin taktik önceliği, üçlü seçim döneminin (2014 Yerel seçimler, 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 2015 Genel Seçimleri), kazasız belasız atlatılması, PKK ile çatışmalı bir durumun oylarını eritmesini engellemekti.
Bu sığ bakış, Dolmabahçe Deklarasyonu ile duvara tosladı. Öcalan, kendisi için bir şey istemek şöyle dursun, özgül olarak Kürtler için de bir şey istemiyor, 10 temel başlık ve birçok alt-başlık çerçevesinde bütün Türkiye için radikal demokratik bir dönüşüm perspektifinin çözüm sürecinin ana ekseni olmasını öneriyordu.
Erdoğan / AKP, kendi mutlak hegemonyası altında, küçük Kürt mahallesinin çok kısıtlı özerkliğe sahip bir muhtarlığı ile kandırabileceğini sandığı Öcalan’dan / Kürt Özgürlük Hareketi’nden böyle bir hamle beklemiyordu. Önce muhtemelen durumu tam kavrayamadı, Dolmabahçe’de gergin suratlı bir fotoğraf verildi. Ama sonra, Erdoğan’ın neredeyse haftada bir bu Dolmabahçe Deklarasyonu’nu yanlış bulduğunu ve yok saydığını dinlemek zorunda kaldık.
Bunun üzerine HDP’nin muhteşem seçim başarısı geldi. Özcesi: HDP, Erdoğan’ın başkanlığını engellemiş oldu.
Erdoğan, bu başkanlık işini çok istemişti. Bunun için her gün anayasayı defalarca çiğneyerek, seçim çalışması yapmış, AKP’ye oy istemiş, diğer partileri yuhalatmıştı vb. Önce gevrek gevrek gülerek, espriler yaparak 400 milletvekili istemişti. Hızla referandum sınırı 330’a, sonra 276’a da razı olmuş; en önemli rakibi HDP’ye yönelik onca saldırı / yıldırı / provokasyon tertiplenmiş ama heyhat, HDP barajı geçmekle kalmamış, epey fazla geçerek AKP’yi tek başına iktidarsız bırakmıştı. Ve neredeyse bununla aynı derecede önemli şekilde, Demirtaş toplumun gözünde Erdoğan’la rahatça boy ölçüşüp üstün gelebilecek ilk siyasi lider olarak tescillenmişti. Erdoğan üç gün ortalarda görünmedi. Bu, büyük bir şoktu.
Büyük bir şoktu ama, sonuçta yüzde 30-35’in yaratabileceği kadar büyük bir şok da değildi. Hala yüzde 41 ile birinci parti olmak ve en önemlisi MHP’nin gönüllü koltuk değneği rolünü üstlenmesi, Erdoğan’a yeni bir el kurup son barutunu kullanma şansını verdi.
Son barutu kullanmak için bir erken seçim gerekiyordu. [Geçerken dikkat çekelim: Erdoğan, “erken seçim” yerine “tekrar seçim” demeyi tercih ediyor. Hani oyunlarda çocuklar “sayılmaz, yeniden” derler ya o cinsten. “7 Haziran seçimleri sayılmaz, yeni seçim yapacağız” ve devam eden iç-ses: “ve tabii benim istediğim gibi sonuçlanacak”].
Ama tabii bu kadar kısa zamanda bir erken seçim yapıldığında normal koşullar altında her partinin önceki seçimdekine benzer oy alması gerekirdi. O yüzden koşulların anormalleştirilmesi düşünüldü. En azından bir haftadır bu koşulların-anormalleştirilmesi-sürecine girmiş bulunuyoruz.
Erdoğan’ın oyun planını (IŞİD hariç) özetlersek:
Bunlara ek olarak, HDP’nin başarısında kuşkusuz çok önemli bir yeri olan Demirtaş’a yönelik özel eleminasyon planları yapılıyorsa şaşırır mıyız?
Özcesi, Erdoğan son barutunu ona seçim kazandıracağını düşündüğü bir savaş / iç-savaş çıkarmak için ateşlemiştir. Bunu AKP’li olmayan herkes görüyor. AKP’lilerin bir kısmının da gördüğünü ve bunun bedelini / riskini üstlenmek zorunda olduklarını (ya da kaldıklarını) söyleyebiliriz. Çünkü kaybedecekleri mevkiler, itibarlar, servetler – ve suça bulaşmış olanları için – özgürlükler az buz değil.
Türkiye için her açıdan büyük bir yıkım ve çözülme anlamına gelecek olan Erdoğan’ın bu savaş / iç-savaş hamlesini nasıl engelleyebiliriz?
HDP’nin son günlerde dillendirmeye başladığı “sizi savaştırmayacağız” sloganı, Erdoğan’ın barutunu ıslatmanın ipucunu veriyor. Erdoğan’ı/AKP’yi savaş dellenmelerinde, tutarsızlıklarında yalnız bırakmak, sürekli teşhir etmek, barış dilini kullanmak, kitlesel protesto gösterilerinde sivil itaatsizlik çizgisini ısrarla ve sabırla geçmeyip barışçıl tutumu sürdürmek. Bütün bunları erken seçimde AKP’nin umduğunun aksine daha da sandığa gömülmesi ve bir daha savaşkan ya da otoriter bir çıkış yapamayacak bir seçim yenilgisine uğratılması hedefiyle yapmak.
Bu hedef doğrultusunda, ülkeyi yangın yerine döndürmekten çekinmeyen Erdoğan’la arasına mesafe koyma fırsatlarını itinayla kaçıran AKP ile koalisyon yapılmamalı, AKP girdiği bataklıkta yalnız bırakılmalı, erken seçime hazırlanılmalıdır. CHP, AKP’nin bu savaşkan açılımı sonrasında AKP ile koalisyon görüşmelerinden çekilmelidir.
Erdoğan’ın oyun planının püf noktası ise PKK’dır. Erdoğan, barutuna barutla karşılık verecek bir PKK istiyor. HDP’yi buradan vurmayı planlıyor. Ve söylemek lazım bu plan, boş bir plan değildir. PKK’nın Erdoğan’ın barutuna barutla karşılık vermesi HDP projesine büyük bir darbe vurur ve bir erken seçimde baraj altı kalma ihtimalini çok yükseltir. Son hafta içinde PKK’nın üstlenmiş göründüğü bir takım siyasi cinayetler bu yönde ciddi bir hata olmuştur.
Hal böyleyse, HDP’nin nasıl bir tutum ve söylemle %13’e ulaştığını biliyorsak; bu yolda derinleşerek devam ederse daha da yukarılara tırmanma potansiyeli olduğuna inanıyorsak; bunun tüm Türkiye’nin demokratik dönüşümünde ve Orta Doğu’da barışçıl çözümleri güçlendirmede çok değerli ve kritik bir katkı olacağını düşünüyorsak, PKK’nın silahsız siyasete, HDP’ye alan açması gerekmektedir.
Türkiye’de Kürt meselesinde net bir çözüm olmadıkça ve de özellikle Suriye’deki gelişmeler nedeniyle, PKK’nın tamamen silah bırakmasını beklemek gerçekçi değildir. Ama HDP’nin yüzde 13’lük ve 80 milletvekillik bir seçim zaferinden hemen sonra, yüzde 20’lerin yolunu döşemek için, PKK’nın en azından birkaç yıllığına silahlı birliklerini sınır dışına çekmesi çok önemli bir hamle üstünlüğü sağlayabilirdi; hala da sağlayabilir ve sağlamalıdır da.
Eğer HDP, Öcalan’ın ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin ısrarla belirttiği gibi, bir Kürt partisi/hareketi olmanın ötesine geçmek isteyen, taktik değil stratejik bir yönelimse ve bu yönelim tüm Türkiye’yi kucaklayan, tüm Türkiyeli ezilenlerin sesi olma iddiasıyla, çok-bileşenli yeni ve kitlesel bir demokratik / sol zemin kurma hedefine sahipse, PKK’nın bu öneriyi ciddi olarak değerlendirmesi gerekir.
Erdoğan ve AKP’yi barutla değil, barışçıl HDP fikriyatı ve eylemi ile yenebiliriz.
* * *
Ek not: Bu yazı 27 Temmuz Pazartesi öğlen saatlerinde tamamlandı. T24’teki yoğunluk nedeniyle yayımı 29 Temmuz’a kaldı. Bu süre içerisinde Erdoğan resmen çözüm sürecini bitirdiğini ilan etti ve HDP’nin yargıda bedel ödemesi gerektiğini belirtti. Bunun üzerine Yargıtay Başsavcılığı HDP’ye “terör” soruşturması açtı. Bütün bu gelişmeler, Erdoğan’ın / AKP’nin HDP/Demirtaş karşısında çok çaresiz hissettiği için silahsız siyaseti aradan çıkartarak, barutuna barutla karşılık verilmesini istediğini, kendini orada çok daha avantajlı gördüğünü daha da güçlü bir şekilde gösteriyor. Erdoğan’ın savaş kışkırtmasına karşılık verilmezse, HDP’yi ne kadar budarlarsa o kadar büyüyecektir.
@PakerMurat