Bir önceki yazımı “… baraj ve Erdoğan meselesi bir tarafa, Türkiye’nin HDP’nin kurmaya ve sunmaya çalıştığı potansiyele demokratik, sol ve barışçıl bir açılım için büyük ihtiyacı var. Bu açılımın kimi ögeleri şimdiden var, kimilerini de uğraşırsak gerçekleştirebiliriz” diye bitirmiştim.
Kısası, HDP sadece Erdoğan ve AKP’yi dizginlemek için oy verilecek bir parti değil, başka açılardan da merak edilmeyi ve desteklenmeyi hak ediyor.
[Şimdilik, AKP’nin “oyalayıcı ve kof çözüm süreci”ne karşı, HDP’nin duruşunun ve önerilerinin ne denli önemli olduğunu; sahici, adil, kalıcı bir barış ihtimalinin güçlenmesinin HDP’nin güçlenmesinden geçtiği meselesini bir tarafa bırakıp diğer konulara bakalım.]
Tam yeri geldi, üç yıl önce 2012’de başka bir vesileyle yazdığım bir parçayı araya sokayım:
Birçok düzeyde, ısrarla ve isabetle “saygısızlığa son” diyecek bir sol hareketi yaratma ihtiyacımız var, dünyada ve Türkiye’de. İnsana, yaşama, onurlu ve kaliteli yaşam hakkına, emeğe, doğaya, anadillere, alfabelere, farklı kültürlere, kimliklere, yaşam biçimlerine, kadınlara, çocuklara, tüm canlılara ve tarihsel hakikatlere saygı. Kapitalizmin toplum, insan ve doğa üzerindeki tahribatını gören, gösteren, bu tahribata karşı direnen, kapitalizmi aşan eşitlikçi alternatifler geliştiren bir sol hareket. Kapitalizmin pompaladığı tüketimci ve kof ben-merkezciliğe de, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi ayrımcı ideolojilerin yapı taşı olan biz-merkezciliğe de karşı duran bir sol hareket. Şiddet ve savaş takıntılı militarist düzene karşı militanca “adil sosyal barış”ı savunan bir sol hareket. Türk olmayanları Türklerden, Müslüman olmayanları Müslümanlardan, Sünni olmayanları Sünnilerden, dindar olmayanları dindarlardan aşağı görmek isteyen zevata “ne hakla?” diye posta koyan bir sol hareket…
Türkiye’nin böylesi bir sol harekete ve bu hareket ekseninde örgütlenmiş kitlesel bir sol partiye uzun zamandır ihtiyacı var. Değişik derecelerde sağ partilerin kendi aralarında kayıkçı kavgası yaptıkları, güçlü bir sol sesin olmadığı bir ülke olmaktan çıkmalı Türkiye.
Politik ve sosyal açılardan demokratik olgunluk düzeyimize baktığımızda böylesi bir partinin ister istemez asgari demokratik zihniyetin ve mekanizmaların yerleşmesi için kurucu bir mücadele vermesi gerekiyor.
Bu mücadelenin de en azından iki bacaklı olması gerekiyor:
HDP’nin temel metinlerine (Parti Tüzüğü ve Parti Programı) bakarsanız, anti-kapitalist mücadele yönelimi, bugünkü dünya ve Türkiye şartlarında kitlesel sol bir partide olabileceği kadar vurgulanıyor (bu konuda Yahya M. Madra’nın ufuk açıcı makalesine de bakılabilir). CHP dâhil, diğer üç büyük partinin kapitalizmle hiçbir dertleri olmadığı, tam tersine bir konumda oldukları aşikâr. Kuşkusuz, HDP’nin bu alanda, özellikle yönetiminde olduğu belediyeler üzerinden etkili projeler geliştirmesi, bu alanda kendini daha çok geliştirmesi gerekiyor. (HDP’ye yönelik destekle birlikte eleştiri noktalarını da vurguladığım 29 Nisan 2014 tarihli yazıma bakılabilir).
Benzer biçimde, sosyal kimlikler arası eşitsizlikleri giderme ekseninde HDP, ilk eksendekinden de daha belirgin olarak diğer partilerden ciddi olarak farklılaşıyor. “Bütün ezilenlerin partisi” sıfatını hak edecek bir yönelim, söylem ve aday profili ile karşı karşıyayız.
Dezavantajlı gruplardan LGBTİ ve engelliler kategorilerinde epeyce zayıf kalınmış olmasına rağmen, diğer tüm ezilen grupların kendilerini bulabilecekleri bir yelpaze var.
%50 kadın kotasına hiçbir başka parti yaklaşamıyor bile ve bu HDP’nin en önemli özelliklerinden biri.
Değişik etnik ve dini sosyal grup temsilcileri ile farklı türden sosyalistlerinden, sosyal demokratlarına, liberallerine kadar geniş bir demokrat yelpaze harmanlanmış görünüyor. Bu haliyle, Türkiye toplumunun çeşitliliğini en iyi yansıtan partinin HDP olduğu rahatlıkla söylenebilir.
HDP’nin mutlaka vurgulanması gereken çok önemli bir özelliği de Türkiye tarihinde dindar kimlikleriyle siyaset yapan sol-demokrat Müslümanlarla kaynaşmayı becerebilmiş ilk sol parti olması. Bu durumun, örneğin CHP’ye göre nasıl büyük bir avantaj olduğu zaman içinde daha çok görülecek.
Sadece eski tip bir sınıf partisi olmayıp, sosyal kimlik eşitsizlikleriyle mücadeleyi de merkezi işleri arasına alan bir sol partinin iki temel meseleye çok dikkat etmesi gerekiyor:
Bunların ilki, bu değişik sosyal kimlikler arasında tam bir eşitlik ve eşdeğerliliğin gözetilmesi; herhangi bir sosyal kimliğin hâkim unsur olarak öne çıkmaması. HDP buna çok açık bir format kurmuş durumda. Ama bu formatın tam olarak işleyebilmesi ve hayatiyet kazanması, HDP’nin Türkiye’nin Batısı’ndan da ciddi bir destek almasıyla mümkün olabilecek. Değişik kimliklerin eşdeğerliliği üzerinden örgütlenen ve var olan bir parti, Türkiye’ye model olma şansına sahip. Türkiye’de ne kadar çok ezen-ezilen ekseni olduğunu düşünelim: Varlıklı %1’in toplumun %99’una, erkeklerin kadınlara, yetişkinlerin çocuklara, heteroseksüellerin heteroseksüel-olmayanlara, Müslümanların Müslüman-olmayanlara, Sünnilerin Sünni-olmayanlara yönelik açık ve örtük tahakkümlerinin yarattığı binbir türlü ayrımcılığın panzehiri kapsamlı bir eşitlik ve saygı hareketi olacaktır. HDP, bu misyonu üstlenmeye niyetli olduğunu beyan etmiştir; üstlendikçe daha da büyüyecektir.
Sosyal kimlikler arası eşitsizlikleri kaldırmak bir sol partinin kimlik konularında dikkat etmesi gereken birinci mesele ise, ikinci sırada hiçbir sosyal kimliğin sabit bir kutuya konup dondurulmaması, kimlikler-arası geçişkenliğin ve melezleşmenin de mümkün olabileceği ortak alanların yaratılabilmesidir.
Burada melezleşmeden kasıt, dar anlamıyla biyolojik bir çiftleşme değil, kültürel melezleşmedir. Farklı, mesafeli sosyal kimlik kategorilerinin birbirini merak etmesi, öğrenmesi, gönüllülük temelinde yer yer geçişkenlikler sağlamasından ve yine gönüllülük temelinde yeni sosyal kimlik kategorileri yaratabilmelerinden bahsediyorum.
Sosyal kimliklerine kıskançlıkla yapışmış (ve bu yüzden “ötekilere” kaygı, korku, kuşku, haset, öfke vb gibi olumsuz duygularla bakan), biz-narsisizminden helak olmuş Türkiye gibi toplumlarda, eğer barışçıl bir şekilde bir arada yaşama gibi bir dert varsa, orta ve uzun vadede tek çıkış yolumuz ulusal, etnik, dini kimliklerimizi geri plana atıp görecelileştirebilmemiz, kültürel melezleşmeyi “büyük insanlık” ve demokratlık temelinde sağlayabilmemizdir.
Böylesi bir kültürel melezleşmenin ilk koşulu üstün bir kimliğin olmaması, tüm sosyal kimliklerin eşdeğerli sayılması, özgürleştirilmiş ve haklarının tanınmış olmasıdır.
HDP bize böylesi bir melezleşme imkânı da sunuyor. İçinde sadece tek bir (üstün) sesin çıkmayacağı, çok sesli, herkesin sesine saygı duyulan, ama hiç kimsenin tekil sesine indirgenemeyecek ortak / melez bir sesin de yaratılabildiği ve dolayısıyla geniş topluma da başka bir yaşamın nasıl olabileceğinin gösterildiği bir ortam.
Türkiye’nin böylesi bir yeni yaşam yol yordamına da çok ihtiyacı var.
Ama bunun için Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir parçası olan BDP’nin yanına başka Türkiyeli ortaklar alıp kendini HDP’ye dönüştürerek tüm Türkiye’ye uzattığı elin havada kalmaması lazım. Bunca yıldır Türkleştirilmeye çalışılan Kürtler, nasıl tamamen Türk yapılamamışsa, Türkler de HDP’ye katılarak Kürtlerle ortak bir sol / demokrasi mücadelesi verdiklerinde Türklüklerini kaybetmeyecekler. Kürtler nasıl bir miktar Türkleşmişlerse, Türklerin de bir miktar Kürtleşmesi, Sünnilerin bir miktar Alevileşmesi, erkeklerin bir miktar kadınsı yanlarını da kabul etmeleri, bunların hepsi ve daha fazlası toplum olarak ihtiyacımız olan şeylerdir.
Ama unutmayalım, bunların hepsinin önkoşulu, öyle ya da böyle üstün / hâkim / ayrıcalıklı konumda olanların, ezilen konumda olanlarla eşitlik ve eşdeğerliliği kabul edip gereğini yapmalarıdır.
Üstünlüklerinizi kaybetmek istemiyorsanız HDP’ye oy vermeyin. Bir insanın bir diğerine, bir insan grubunun bir diğerine tahakküm etmesini sefillik olarak görüyorsanız, HDP…
@PakerMurat