İstanbul'da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmaylarıyla T24 yazarlarının buluşması. Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, genel başkan danışmanı Okan Konuralp. Önce ilk izlenimimi söyleyeyim. Partideki yönetim kadrosu arasında bir uyum ve ahenk gözleniyor. 'Yaptıkları işin doğruluğuna' ve 'iktidar olacaklarına' inanan, 'dersini çalışmış' bir ekip vardı karşımızda. "Bunun ne önemi var" demeyin. Uzun yıllardır politikayı ve CHP'yi izleyen bir gazeteci olarak yöneticiler arasındaki bu diyalog ve dayanışmanın tabanı, oy vereni de etkilediğini daha önce izlediğim değişik partilerden biliyorum.
Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçildiği 22 Mayıs 2010 tarihinde o salondaydım. Büyük bir coşkuyla seçilmişti. Ancak arka arkaya kaybedilen seçimler partide ve oy verenlerde bir umutsuzluk oluşturmuştu.
Kılıçdaroğlu'nun son 3 yıl içinde yaptığı birkaç önemli, sonuç alan hamle partiyi ve kendi liderliğini başka bir yere taşıdı:
Sonraki süreçte Suriye tezkeresine verilen evet oyu Kürt seçmen için rahatsızlık yarattıysa da gerek oylama süreci gerek sonrasında diyalog kapıları açık tutuldu. (Tezkere süreci ile ilgili ayrı bir kulis yazısı yazacağım.)
Kılıçdaroğlu o gece soruları yanıtlarken (geniş haberi sitede) önümdeki kağıtta şunların altını çizdim:
"Saadet Partisi ve İyi Parti ile yaptığımız ittifaklar CHP'ye karşı ön yargıların önemli ölçüde kırılmasını sağladı. Zaman içinde demokrasi için kurduğumuz ittifakın büyüyeceği kanısındayım. Bugün Türkiye'de bizce sağ-sol siyaseti yok. Demokrasiden yana olanlar ile otoriterlikten yana olanlar var. Temel ayrım bu. Önce demokrasiyi hep birlikte inşa etmeliyiz, bu ortak payda üzerinde aşacağımız yoldan sonraki görüş ayrılıkları nasıl olsa yoluna konulur."
Bu cümleleri şöyle yorumlamak mümkün… CHP son seçimlerde özellikle İstanbul'da her görüşten kişiyi 'demokrasi-adalet-umut' noktasında bir araya getiren bir strateji benimsedi. Ekrem İmamoğlu gibi 'genç ve kararlı' bir ismi öne çıkararak sonuç aldı, kitlelere 'kazanabiliriz' duygusunu verdi. Kılıçdaroğlu'nun sözlerinden önümüzdeki seçimlerde; daha önce ittifak yaptığı partileri kaybetmeden yeni partileri de kapsayacak bir demokrasi bloğu oluşturmak için çalışacağı izlenimini edindim. Parti ilk seçimlerde 'parlamenter sisteme dönmek' isteyenlerin çatısı haline gelebilir.
Gelelim iki kritik konuya. 'CHP algısı' ve Kürt sorunu.
Önce algı… Kılıçdaroğlu özeleştiriden çekinmiyor. Şöyle konuşuyor:
"Muhafazakâr kesimlerle yaptığımız toplantılarda bazen kendilerine takılıyorum; 'Siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama muhafazakâr değilsiniz. Asıl muhafazakâr biziz, yıllar yılı değişmemek için direndik.'"
Türkiye'de kendini 'inançlı' olarak tanımlayan kesimle CHP arasında uzun süre aşılamayan bir mesafe oldu. Başta 'başörtüsü hakkı' partinin bir zamanlar katı tutumu muhafazakarları partiden uzak tuttu. CHP bu tavırdan uzun yıllar önce vazgeçse de hala partiye soru işaretiyle yaklaşanlar var. Vaizelerle buluşmasında Kılıçdaroğlu ile şöyle bir diyalog yaşanmış:
"Vaizelerle yaptığımız toplantıda, biri soru soracak ama soramıyor. Biz 'CHP dinsiz' önyargısını hatırlatınca 'Tam onu soracaktım' dedi. O vaizeye dedim ki, 'Merkez Bankası'nın dini nedir?' Yanıt vermedi. Kurumların dini olmaz, olamaz. Din Allah ile insan arasında. Ama diğer yandan bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı'nı CHP kurdu, Kuranı Kerim'in Türkçe mealini Atatürk, Elmalılı Hamdi Yazır Hoca'ya yaptırdı."
Kılıçdaroğlu bu noktada 'laiklik' ile ilgili de 'elbette temel değerimiz' diyerek şunları söylüyor:
"Laiklik, sekülerizm elbette temel değerimiz. Bunlar toplumun bütün kesimleri için, demokrasimiz için tartışılmaz değerlerimiz. Bu mutabakatın yanı sıra bizim de tabanımızı, oylarımızı büyütmemiz lazım. Bunu nasıl yapacağız; bize oy vermeyen insanların sorunlarını, doğru-yanlış önyargılarını dinleyecek ve onların dilinden cevaplar üretecek bir dile, söyleme de ihtiyaç var."
Gelelim Kürt Sorunu'na… Daha önce CHP'nin yeni bir Kürt Raporu üzerinde çalıştığını, daha önce yayınladığı '21 sorusu'nu yenilediğini yazmıştım. CHP yönetimiyle buluşmada önce Selahattin Demirtaş'ın 'Devran' kitabı için yapılan okuma tiyatrosunda başlayan tartışmayı yorumluyor:
"Kadınların bir arada olduğu, dayanıştığı fotoğrafa saldırılar oldu. Tabii şaşırmıyoruz bunlara, ama bu saldırıların hiçbir etkisi olmadı. Kadınların birliğini, gücünü gösteren çok güzel fotoğraflardı. Erdoğan özellikle muhalif Kürtleri AK Parti'ye çekmeye çaba harcıyor. Ama işte bu fotoğraflar Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde Kürt seçmenleri yanına çekme çabalarını aksatıyor. Dolayısıyla o güzel fotoğraflara saldırı çabaları, sonuç vermese de, bizi şaşırtmıyor.
"Biz o bölgelerde de çok sayıda Kürt kanaat önderiyle de görüştük. Bu görüşmeleri seçimlerden önce de yaptık, şimdi de sürdürüyoruz. Bu arada Meclis'te yaptığım bütçe konuşmamda da söyledim; Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunu da, seçilmiş belediyelere kayyım atamalarını da eleştirdim. Şunu da söyleyeyim. Erdoğan ne yaparsa yapsın; sakin, dikkatli, özenli bir dil kullanacağız ve biz kazanacağız. AKP içinde de gidişattan rahatsız olan ciddi bir kesim var ve bunu bizim arkadaşlarımızla da zaman zaman paylaşıyorlar."
Kemal Kılıçdaroğlu'nun sorulara verdiği yanıtlardan benim altını çizdiklerim bunlar. Kendine güveni olan, mücadeleye hazır, ekibini destekleyen, partiyi demokrasinin gereği olan tartışmalar dışında bir arada tutan bir lider görüntüsü verdi. Yarın Ekrem İmamoğlu ile ilgili izlenimlerimi aktaracağım.