Avukat Akın Atalay, Silivri'deki Gezi tutukluları Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman'ı ziyaret etti. Oradan, arkadaşlarımızdan bize selam getirdi. Arkadaş derken en eskiden 45 yıl önceden başlayayım. Hakan Altınay'dan... Önlüklü halini bilirim. Kız kardeşi Deniz ilkokulda sınıf arkadaşımdı. Okuma bayramında çayda çıra oynarken yanımdaydı, heyecandan elimdeki mumla yanlışlıkla, 'hafifçe' kolunu yakmıştım. Ne üzülmüştüm, ne utanmıştım. Ama anneleri de iki kardeş de beni teselli etmişti. Uzun yıllar görüşemedik. Ama hep takip ettim. Hakan Türkiye'de daha iyi bir demokrasi olsun diye mücadele etti. Bir gün düzenli gittiğim kahvede dünya tatlısı bir evlat ile karşılaştım. Annesi geldi beni tanıyordu, Hakan'ın eşi Hande ve evlatları Ege idi. Neşeyle konuştuk. Hande Hanım ile diğer görüşmemiz ne yazık ki Hakan tutuklandıktan sonra telefonda oldu. Dik duruyordu, duracaktı ama tabii evladını da düşünüyordu.
Tanışmasam da Tayfun Kahraman'ın da 'çevre ve yaşam' için verdiği mücadeleyi biliyorum. Ve evladı Vera ile vedalaşma anı aklımdan çıkmıyor, gözümün önünden gitmiyor.
Tanıyayım, tanımayayım. Ne çok gazeteci, avukat, siyasetçi, iş insanı 'siyasi gerekçelerle' özgürlüğünden oldu. Ve onların eşleri, evlatları, anne-babalarıyla ne çok dertleştik-dayanıştık. Silivri'nin Kandıra'nın yollarında ne fazla zamanımız geçti. Bazen arkadaşımızı-meslektaşımızı ziyaret için kendi arabamızda, bazen tutuklu olarak bir cezaevi aracında. Ve halen başta Kürt siyasetçiler ne çoğu hâlâ cezaevinde.
Uğursuz bir bayrak yarışı yaşanıyor bu dönemde ne yazık ki. Biri giriyor, biri çıkıyor, tekrar giriyor. Kimisi yıllardır hiç çıkamıyor. Aralarında ana muhalefet liderinin de olduğu potansiyel isimlerin adı zikrediliyor. Yeni cezaevleri inşa ediliyor.
Silivri özellikle 9. Kısım ayrı bahsi hak eden yerlerden, rejimin simgelerinden biri. En sıradan eleştiriler için, kendine muhalif diyenlerce bile 'soğuktur şimdi orası' şeklinde mide bulandıran bir sözde şakayla toplumu korkutmaya çalışılan bir alan. Benim de yaklaşık 1.5 yılımı çalan, günde birkaç saat kaldığınız küçük avlunun bile tellerle kapatılıp, gökyüzünü parçalı gösteren manevi işkence bölgesi.
Ben ve Cumhuriyet tutuklularından bir kısmı A6-47'de tutulduk. Şimdi aynı hücrede Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman kalıyor. Ne ilginç tesadüf! Üç yataklı hücrede ben astım hastası olduğumdan pencerenin yanında yatıyordum. Şimdi orada Can yatıyormuş. O yatağın baş ucuna tam 527 çentik attım ben. Akın Atalay'ın Can'dan duyduğuna göre o çentikler hâlâ duruyormuş. İtiraf edeyim duyunca ciğerim yandı.
Sonra düşündüm. Şimdi zamanı. Muhtemelen dikenli tellerle çevrili pencerenin yanında, serçeler yine yuva yapmış, hatta yavrularına uçuş eğitimine başlamıştır. Bir kısmı uçamayıp avluya düşer. Her canlıya, yaşam hakkına içi titreyen Can, onları uçurmak ya da yaralandılarsa tedavi etmek için elinden geleni yapacaktır.
Ben bu yazıyı yazarken AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan yine Gezi'yi hedef aldı. 9 yıldır yaptığı gibi, caminin müezzini tarafından doğru olmadığı açıklanan, 'camide içki içtiler' cümlesini tekrarladı. 468 hafta önce 'önümüzdeki Cuma görüntüleri yayınlayacağız' dedi ama olmayan görüntülerin nesi yayınlanacak?
Bu arada konuşmasında bir de Gezicilerle ilgili kullandığı bir kelime var ki 'utanç tarihine' geçti: 'sürtük'. Hiçbir zaman tarafsız olmasa da, taşıdığı Cumhurbaşkanlığı sıfatıyla da, bir insan olması sıfatıyla da, bu cinsiyetçi aşağılama kelimesi kabul edilemez. Belli ki KONDA'nın abonelerine yolladığı yalanlanmayan son anketinde yüzde 28'lere indiğini görmek, sinirini bozuyor, ancak kalan kitlesini kutuplaştırarak şansının olacağını düşünüyor.
Erdoğan'ın ne yapacağı da neler yapabileceği de belli aslında. Belli olmayan kendini muhafazakâr olarak tanımlayan kitlenin, AKP'ye oy veren, kararsız kalan ya da AKP'den kopanların ne yapacağı. Bunu illa oy anlamında söylemiyorum. Toplumun herhangi bir kesimine kullanılmış böyle bir hakarete nasıl tepki verecekler? Bu bir imtihan değil elbet, ama demokrasiyi, farklılıklara saygı duyarak bir arada yaşamayı, barışı isteyen, her görüşten kişinin böyle bir ortamda duruşu çok önemli olur.
Yazıyı Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele filminde kullandığı kült olmuş bir diyalogla bitirmek istiyorum. Köye ilk kez gelecek televizyonu anlatan belediye başkanı "Evde televizyonda Zeki Müren'i göreceksiniz" diyor. Kalabalıktan gelen yanıt şöyle oluyor: "Zeki Müren de bizi görecek mi?"
Yıllarca başta başörtülü öğrenciler ayrımcılığa uğrayan, başlarını nasıl bağlayacaklarından kamuda iş imkanı bulamamalarına pek çok zorlukla karşılaşan muhafazakârlar bugün bu ötekileştirmeye, hakarete varan hedef almaya kuvvetli bir itiraz edecekler mi? Helalleşme için kendilerine uzatılan eli tutacaklar mı? Muhafazakârlar da 'biz'i görecek mi yani, ya da 'biz', artık her görüşten kişi, demokrasi için bir ve beraber miyiz?
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti. T24’te köşe yazarlığı, Halk TV’de yorum yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |