CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu uzun süredir bir kelimeyi politika anlayışının merkezine oturttu: Helalleşme. Partisinin yıllarca 'sözüyle-tavrıyla' uzak kaldığı kesimlerle diyaloğa geçme-konuşma, hatta iş birliği yapma yolunda adımlar attı. Helalleşme ile ilgili ne demek istediğini anlattığı bir grup toplantısında ilk maddede şunu söylemişti:
- 28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helalleşeceğiz.
Kılıçdaroğlu o konuşmada 'Roboski'den de, Diyarbakır Cezaevi'nden de, Sivas katliamından da' bahsetmişti ama süreç boyunca en çok vurguyu 'muhafazakâr kesim' ile ilgili yaptı.Mesela dedi ki: "Bizim muhafazakâr dünya ile helalleşmemiz lazım, eksiğimiz var, oturup konuşmadık, derdiniz dinlemedik, Ankara'da oturduk durduk. Kimlikler üzerinden siyaset yaptık."
Ya da başka bir konuşmasında: "Muhafazakâr söylemini muhafazakarlara haksızlık olarak görüyorum. En muhafazakâr parti bizdik çünkü değişime direniyorduk. Dindar kesimle ilişkilerimiz iyi zaten dindar kesim de ülkenin gidişatından rahatsız."
Kemal Kılıçdaroğlu bir yandan 'muhafazakâr taban' ile aradaki buzları eritmeye çalışırken, öte yandan önce Saadet Partisi ile 2019 yerel seçimlerinden sonra AKP'den ayrılan isimlerin kurduğu DEVA ve Gelecek Partileri ile yan yana geldi. Kurulan altılı masa, 28 Şubat 2022'de altı liderin yan yana gelerek verdiği fotoğraf ve açıklanan 'Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem' çalışması, ortak komisyonlarla 'seçime kadar geçecek süreçte-başta seçim güvenliği seçim sırasında ve eğer seçimler kazanılırsa geçiş sürecinde' yapılacaklar konuşulmaya başlandı.
Ancak bu yılın başında altılı masada arka arkaya birkaç olay yaşandı.
- Önce Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal attığı bir tweet ile 'cumhurbaşkanı adayı niteliklerini' sayarken '20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamak' deyince altılı masadaki iki partinin genel başkanları (DEVA ve Gelecek), eski sorumlulukları gereğince (Başbakan, Dışişleri Bakanı, Ekonomi Bakanı) kendilerinin hedef alındığını düşündüler. Uysal 'düzeltmeye' çalıştı -hatta her liderin ev sahipliğinde her ay yapılan buluşmalarda sıra Demokrat Parti'de idi, bu yemeğe herkes katılır mı tartışmaları arasında 'yeniden hep birlikte fotoğraf verildi'- yayınlanan ortak deklarasyonda 'birlikte devam kararlılığı' ortaya kondu. Ancak güven ile ilgili 'cin şişeden' çıkmıştı.
- Sonra masanın 'en eskilerinden' Saadet Partisi'nin Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu 'üçüncü bir ittifaktan' bahsetti. Masadaki ya da muhalefetteki 'muhafazakâr' partilerin yan yana durması ile ilgili bir öneri idi. İktidarın, ittifakları-partileri özellikle Meclis seçimlerinde yan yana gelmelerinin 'kimi formüllerle', mesela büyük bir partinin listesi altında daha avantajlı olabilecek bir hale getiren 'çalışmasından' sonra bu öneri geldi. 'Muhafazakâr seçmen CHP ya da İYİ Parti listelerinden aday olacaklara oy vermez' söylemi ya da özellikle yeni kurulan iki parti açısından 'cumhurbaşkanlığı seçimi ayrı ama katılacağımız ilk seçimlerde bağımsız olmalıyız' fikri çokça konuşuldu.
- Ve süreçte DEVA Partisi 'seçimlere kendi logomuzla gireceğiz' diyerek, olayı başka bir mecraya taşıdı. Partinin kurmayları 'masadan ayrılmıyoruz, seçim sisteminde bir ittifakın altında her parti kendi logosu ile gösterilebilir' dese de 'ayrı bir çalışma yolu açıldı' diye düşünenler de oldu.
Muhalefetin 'muhafazakâr' kesiminin bu farklı hareketliliğini 'AKP giderse haklarımızı kaybederiz' diye düşünen endişeli muhafazakârların oyunu almak için bir strateji olarak okuyanlar-anlatanlar da oldu. Anketler en azından şimdilik bu okumanın net bir karşılığının olmadığını gösteriyor. Yüzde 30 civarında 'katılaşmış' bir AKP-Erdoğan oyu var.
Bu uzun girişi Kılıçdaroğlu'nun Meclis'teki son grup toplantısında yaptığı konuşmada farklı aralıkta kullandığı iki cümleye dikkat çekmek için yaptım.O cümleler şöyle: - Mütedeyyin kesim de artık uyanmalıdır. Karşınızda kendi uydurdukları din zırhına bürünmüş bir yapı var.
- Buradan genç muhafazakâr seçmenlere seslenmek isterim, adaletsizlik karşısında kararsız ve tarafsız kalırsanız zalimin tarafını seçmiş olursunuz.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun kullandığı bu iki cümle 'muhafazakâr seçmene' farklı tonda bir anlam ifade ediyor. Ne demek istediğini yakınındaki bir isimden anlatmasını istedim.Şunları aktardı: "Muhafazakâr kesimdeki seçmenlerin 'iktidarın söylem ve tavrının', kendileri dahil pek çok kesime zarar verdiğini görmesi, buna daha yüksek sesle itiraz etmesi gerektiğini anlatmak istedi. Bir de muhafazakâr kesim için devlet tanımı önemlidir. Genel başkanın, SADAT'a dikkat çekmesi, bu kuruluşun düzenlediği ASRİKA Kongresi'nde yayınlanan bildiride, Türkiye'nin de dahil olduğu oluşturulması planlanan İslam Ülkeleri Konfederasyonu'nda 'İslam şeriat ve akidesini hakim kılmak' cümlesinin, mütedeyyinlerin de savunduğu 'devlet' tanımıyla zıt olduğunu vurgulamak istedi, daha da vurgulayacak. Çünkü SADAT'ın kurucusu Erdoğan'ın danışmanlığını yaptı, en kritik toplantılarda devlet görevlileriyle beraber masada oturdu, fotoğrafları var."
Yakınındaki isim anlattıkları böyle. Kılıçdaroğlu'nun muhafazakârlara yönelik 'yeni bir dil' kullandığı-kullanacağı düşünülebilir. Ancak karşı karşıya kalınan durumun 'muhafazakârlık-sekülerlik' karşıtlığı değil 'demokrasi-otoriterlik' olduğunun en çok farkında olan isimlerden biri olduğunu da biliyorum.
Bu arada altılı masadan iki haber. Birincisi arka planda genel başkan yardımcılarının yoğun bir 'ekonomi-seçim güvenliği çalışması' var. Bir de cumartesi günü CHP'nin İstanbul mitingi ile DEVA'nın Gaziantep mitingi aynı güne denk gelince parti liderlerinin, canlı yayınlar düşünülerek kürsüye çıkış saati bile aralarında konuşulmuş. Bu bilgiyi de aktarayım.