Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine tam 8 yıl sonra yeniden izin verildi. 27 Temmuz 2011 yılında yapılan en son görüşmeden sonra 810 başvuru yapılmıştı ve sonunda "Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla" 2 Mayıs 2019 günü Asrın Hukuk Bürosu Avukatları ile görüşmesi sağlandı.
Geçen perşembe günü yapılan görüşmenin ardından Öcalan’ın mesajı hafta sonu avukatlarına ulaştırıldı. Ve Türkiye kamuoyu 6 Mayıs 2019’da, İstanbul’da seçimlerin iptal edilip edilmeyeceğinin "beklendiği" bir gün yıllardır tecritte tutulan Öcalan’dan gelen "beklenmedik" bir mesajla karşılaştı.
Bu mesajı; İstanbul’u ve pek çok büyükşehir belediyesini (muhalefetin gösterdiği iyi performansı göz ardı etmeden) özellikle Kürt oylarını muhalefete kaptırarak kaybeden AKP’nin, daha doğrusu CumhurbaşkanıTayyip Erdoğan’ın zamanlaması/seçim hamlesi (oyunu) olarak okumak pek mümkün. İstanbul’da seçimlerin iptali ile ortaya çıkan ve milyonların içine sinmeyen durumda; Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan MHP lideri Devlet Bahçeli’ye, Yüksek Seçim Kurulu’na karşı kullanılan dilden iptal gerekçelerinin yetersizliğine pek çok tartışılacak konu var. İptal kararını, hatta yeni seçim tarihini YSK Başkanı’ndan değil AKP ve MHP’nin YSK’daki temsilcilerinden öğrenmekten YSK’nın 7’ye 4 bölünmesine ve bundan sonra YSK’ya nasıl güvenileceğine kadar yaşananların, zaten yıpranmış demokrasi/hukuk için yeni-büyük darbe olacağı ortada.
Yeniden Öcalan’ın kritik güne rastlayan (belki de planlanan) açıklamasına dönelim. Öcalan avukatlarıyla 8 sene görüşemedi ama 2013 başından 2015 yılının ortasına kadar "çözüm süreci" kapsamında İmralı’ya gelen HDP’li vekillerle ve aralarında MİT Müşteşarı Hakan Fidan’ın da olduğu "devlet" yetkilileriyle görüştü. Bu tarihler öncesinde ve sonrasında Oslo’dan Dolmabahçe Mutabakatı’na bir dizi "barış arayışı toplantıları" da’yaşandı. Bu süreçte özellikle; AKP’nin uzun süre "ortağı" pozisyonunda bulunan Gülencilerden süreci zora sokacak yargısal ve algısal operasyonların arkası kesilmedi.
3 Ocak 2013’te ilk kez Ahmet Türk ve Ayla Akat ile başlayan İmralı ziyaretleri 23 Şubat 2013’te Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan; 18 Mart 2013’te Sırrı Süreyya Önder, Selahattin Demirtaş vePervin Buldan ile devam etti. Bu görüşmelerin ardından Öcalan bugünkü (6 Mayıs 2019) açıklamasında da atıfta bulunduğu 2013 Newroz mesajını yayınladı. Öcalan orada şu mesajı vermişti:
"Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik. Yoksayan inkâr eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Kürdüne, Türk'üne, Laz'ına, Çerkes'ine bakmadan bu coğrafyanın ta bağrına akıyor. Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki, artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor."
Bu açıklamanın içinde PKK’nın Türkiye sınırlarına çekilmesi de dâhil ilerleyen süreçlerle ilgili mesajlar da vardı. Ki o mesajlar -başta örgüt elemanlarının Türkiye sınırları dışına çekilmesi olmak üzere- uygulanmaya da başlamıştı.
Vekillerin İlk İmralı ziyaretinin üzerinden tam bir yıl sonra, 7 Ocak 2014’te Pervin Buldan ve İdris BalukenKandil’e gitti. Nisan 2014’te MİT Kanunu'nda, çözüm sürecinde görev alan MİT görevlilerini yasal güvence altına almak için değişiklik yapıldı. Değişiklikle kanuna, "MİT mensupları görevlerini yerine getirirken ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle önceden bilgi vermek suretiyle görüşebilir, görüşmeler yaptırabilir, görevinin gereği terör örgütleri dahil olmak üzere millî güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilir" cümlesi de eklendi.
Süreçte "Âkil İnsanlar Heyeti" kuruldu, bölgelere dağılan heyetler, bütün ülkeye süreci anlatmaya başladı. Bir yandan özellikle iktidar medyası, öte yandan o günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı olan Yalçın Akdoğan Öcalan’ın "önemini" kamuoyuna anlatıyordu. 2014 Haziran’ında Yalçın Akdoğan aynen şunu söyleyecekti:
"Abdullah Öcalan çözüm sürecini diğer Kürt aktörlerden daha iyi değerlendiriyor." (Milliyet Serpil Çevikçan söyleşisi)
Ardından AKP’li ve HDP’li vekillerin katıldığı Dolmabahçe Mutabakatı sonrasında Erdoğan’ın bu mutabakatın kimi noktalarına itirazı... Derken "hendekler" ve şehir-mahalle içlerine kadar taşınan "savaş", sokağa çıkma yasakları, yıkılan evler, ölümler, acı…
Ve bugün (6 Mayıs 2019), Öcalan’ın mesajlarının paylaşıldığı gün akıllara gelen/takılan sorular:
- Öcalan’ın son açıklamasındaki şu cümlesini bir yere not edelim önce: Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzını daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır.
Bu cümlede "çözüm süreci"nin kaldığı yerden devam edebileceği mesajını veriyor Öcalan. Avukatlarına İmralı’daki görüşmeden 3 gün sonra teslim edilen belgedeki / metindeki bu kısmın iktidarda (AKP-Erdoğan) bir karşılığı var mı?
Erdoğan (iktidar), bu açıklamanın yapılmasına "bir şekilde onay vererek" yeni bir "çözüm/barış süreci"ni samimiyetle istediği mesajını mı veriyor, yoksa olası bir seçim (belki de erken seçim) öncesi Kürt seçmenin kalbini kazanmak için stratejik bir hamle mi yapıyor?
- Öcalan 4 yılı aşkın bir süredir (birkaç kez kardeşi hariç) hiç kimse ile görüştürülmüyor. Ancak muhtemelen devlet içinden birileriyle (MİT) belli zamanlarda görüşmeler yaptı. Daha önce mesajlarının kamuoyuna iletilmesine izin verilmeyen Öcalan’ın niye bu süreçte (bugün) mesajlarına izin verildi? Olasılıklardan biri olarak "devlet ile Öcalan’ın ayrıştıkları noktalarda bir 'yakınlaşma' (uzlaşma demek için erken olabilir) başladığı için bu mesaja onay çıktı" diye okunabilir mi?
Burada bir konuyu daha açıklığa kavuşturmak gerekir. Öcalan ile avukatlarının görüşmesine tabii ki Bursa Ağır Ceza Mahkemesi izin vermedi. Büyük ihtimal MİT ile bir noktaya gelindi, durum doğrudan Erdoğan’a iletilerek görüşme ve mesaj izni çıktı. (İzin için Adalet Bakanı bile devreye sokulmamıştır.) Zaten notların birkaç gün sonra avukatlara iletilmesi "belli bir kontrol mekanizması"ndan geçtiğini gösteriyor.
- Öcalan’ın mesajındaki bir diğer kritik cümle: "Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle, yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz. İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır."
Bu cümlede büyük bölümünü PYD’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne yapılan çağrı kritik. Bir süre önce SDG Genel Komutanı Mazlum Ebdi "Türkiye ile dolaylı görüşmelerimiz var" demişti. Suriye’de savaşın sonuna gelindiği süreçte Türkiye farklı bir kapı mı aralıyor, sorusu da sorulacaktır. Süreç Türkiye içinde de -başta tutuklu Kürt politikacılar olmak üzere- yeni bir "tahliye" dalgasının önünü açabilir. Önceki çözüm sürecindeSelahattin Demirtaş’tan Sırrı Süreyya Önder’e barış için çalışan pek çok HDP’li siyasetçi tutuklu. O dönem neredeyse HDP’lilerden daha ileride söylemleri dile getiren AKP’liler ise özgür. (Yalçın Akdoğan örneği).
Kısa bir süre önce görüştüğüm bir dönem ülkenin "en üstlerinde" görev yapmış AKP’li bir siyasetçi tutuklu isimleri anarak şöyle dedi: "Bu arkadaşlar devletin, bizlerin bilgisi dahilinde bu görüşmeleri-çalışmaları yaptılar. Şimdi tutukluklar. Bu kabul edilebilir değil."
Öcalan’ın mesajında açlık grevindekilere yaptığı çağrı da önümüzdeki günlerde sağlık/yaşam anlamında yaşanabilecek daha büyük olumsuzlukların önünü kesme olasılığı açısından önemli. "Açlık grevindekilere ‘bizim için onların, akli, fiziki ve ruhi sağlıkları herşeyin üzerindedir’" dedi.
- Öcalan’ın yaptığı görüşmeden/açıklamadan iktidar ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin haberi var mıydı? Bahçeli’nin yakın çalışma arkadaşlarından biri "Biizimle paylaşmadı, belki kendisine özel olarak söylenmiştir" dedi. Şu an Meclis’teki bir milletvekili (MHP’li değil) Bahçeli’nin haberi olduğunu, duyduğunu, son günlerdeki kimi çıkışlarının arkasında bu bilgiye duyduğu kızgınlığın yattığını iddia etti. Aynı vekil "Bahçeli her ne kadar 'sertlik yanlısı politikalara yatkın bir lider olsa da’ Öcalan’ın yakalanmasından sonra idamın kaldırılması sürecindeki realist tavrını da unutmamak gerekir" dedi.
Ben bu yazıyı yazarken YSK henüz İstanbul seçimleriyle ilgili kararını açıklamamıştı. Sosyal medyada bir grup "Neden şimdi bu açıklama, seçim iptaline giden yolda zemin mi hazırlanıyor’u tartışıyordu. Yazıyı T24’e yolladıktan 15 dakika sonra iptal haberi geldi. Birkaç noktayı yeniden düzenledim. Yorum için çok erken olsa da, yeniden barışın konuşulabileceği zeminlerin yaratılması önemli. Tabii bunun Türkiye’de "kalıcı barış-demokrasi-hukuk" isteyen bileşenlerin dağıtılması yolunda (açıklamanın yapıldığı güne bakarak) siyasi bir hamle olabileceği ihtimalinin düşük olmadığını gözden kaçırmamak gerekir.
İptal kararının ardından önemli bir siyasi analist ile konuştum. İstanbul’daki Kürt (HDP’li) seçmenin yeniden Ekrem İmamoğlu’na oy vereceğini düşündüğünü söyledi. Yazıyı tekrar yollarken İmamoğlu’nun bir iftar sofrasından son derece sakin bir şekilde "Her şey çok güzel olacak" mesajı verdiğini gördüm. Seçmenlerin iradesine böyle ağır bir darbenin vurulduğu gün herkesin sakin olması ve sandıktan vazgeçmemesi/sahip çıkması gerekiyor.
Bu arada biliyor musunuz yarın barış istediği için bir akademisyen, Prof. Dr. Füsun Üstel cezaevine giriyor. İlk derece mahkemelerden İstinaf'a, Anayasa Mahkemesi’nden YSK’ya hukukun ayaklar altına alındığı günler. Yaş almış tecrübeli bir siyasetçinin dediği gibi; "Umuda evet, kandırılmaya hayır..."