Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan deprem bölgesinde OHAL ilanını duyurduğu açıklamasında şunu da söyledi:
"Yalan haber, çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri takip ediyoruz. Gün tartışma günü değil günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız."
Bir cumhurbaşkanı düşünün günü geldiğinde tuttuğu defteri açmaktan bahsediyor. Eğer somut bir 'suç' var ise zaten gereği yapılır, beklenmez. Ama burada ima edilen başka. Sorma, eleştirme, kurcalama deniyor insanlara. Özellikle gazetecilere, akademisyenlere, sivil toplumculara, aydınlara aslında tüm halka. Ve bu memleketin insanları defter açıldığında ne olduğunu somut örneklerle biliyor. Önce medya adı altındaki iktidar yayın organlarından itibar suikastı-hedef gösterme başlayacak, ardından buna sosyal medyadaki trol ordusu katılacak, sonra iktidar yargısının görevli bir savcısı devreye girecek, derken sulh ceza hakimi bir baktınız cezaevindesiniz. Şanslıysanız iddianame birkaç ayda yazılır. Ama doğrudan hedefseniz aylarca iddianame bekler, yıllarca tutuklu kalır, Anayasa Mahkemesinin, ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına rağmen hapisten çıkamazsınız. İbret olsun diye ibretlik sahneler yaşarsınız. Erdoğan’ın "not alıyorum" demesi "depremdeki hatalarımı görmeyin" anlamına da geliyor.
Bu ülkede önce AKP'nin onayı-bilgisi-desteği ile ortağı Fetullahçı yargı eliyle sonrasında tek başına doğrudan iktidar yargısıyla ağırlığı gazeteciler, siyasetçiler, sanatçılar olan binlerce insana 'operasyon' yapıldı. Bu operasyonlarda kiminin cep telefonuna 'eklemeler' yapıldı, kiminin yaptığı haberden suç yaratıldı, kiminin iktidarla ortak çözüm arayışlarından suç yaratıldı.
Bu süreçte pek çok insan kendi mahallesinden olmadığı için ya da kendine dokunmadığı için ama en çok da korktuğu için susmayı tercih etti. Oysa itiraz etse, sorsa, sorgulasa, sahip çıksa zorlaşırdı iktidarın işi. Bir de o günlerde bir slogan atıldı ortaya. Sosyal medyadan arkadaş WhatsApp gruplarına en sıradan eleştiriyi yapanlara bile 'Silivri soğuktur' -sözde- esprisi yapılmaya başlandı. İçselleştirdi toplum bir süre sonra bunu, sustu kaldı. Konuşması gerekenler, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler sus-pus oldular. Konuşanlar ya kadro bulamadı ya fikrini söylediği için dışlandı, işsiz kaldı hatta yargılandı.
Bugün bu büyük felaket karşısında konuşurken Erdoğan'ın 'defter açma' kısmını konuşmasına yerleştirmesi tesadüf değil.
Milyonlarca insanın doğrudan etkilendiği bir süreçte, bir gün defteri açılır diye, haklı soru, eleştiri, uyarılarını esirgeyen herkes bu büyük yıkımın sessiz ortağıdır. En sıradan demokratik hakkını kullanmanın bile endişesini taşımak memleketin geleceğini karartmaktır. Depremin vurduğu, devletin aciz kaldığı yerlere yardım için milyonlarca insanın seferberliği, yardımı, dayanışması çok önemli. Bu birliktelik ruhu çok önemli.
Eğer biz zamanında sorsak, konuşsak, eleştirsek...
Mesela;
- Bilim insanları bu bölgeler için uyarı yapıyor, niye kulaklarınızı kapatıyorsunuz?
- Bilime-bilim insanına niye karşı çıkıyorsunuz?
- 88 milyar liraya varan deprem vergilerini nereye harcıyorsunuz?
- İmar affı çıkartarak hayatlarımızı tehlikeye atmıyor musunuz?
- Herhangi bir afete hazırlıklı mısınız?
- Niye bu kadar gazeteci, siyasetçi, sivil toplumcu hapiste?
- Niye mafya liderleri dışarıya salındı?
- Niye ihalelerin çoğunu hep aynı firmalar alıyor?
- Niye gidiyor bu ülkenin düşünenleri, doktorları, gençleri?
- Ülkenin medya grupları-gazeteciler, uçaklara biniyorsunuz, elinize verilen soruları soruyorsunuz, ey medya patronları haberlere karartma uyguluyorsunuz tek sese yer veriyorsunuz, niye haber alma hakkımızı engelliyorsunuz?
- Niye haklarında herhangi bir soruşturma olmayan insanları işsiz bıraktınız?
- Niye insanların ailelerine bile vebalı gibi davranılan hale getirdiniz?
- Niye liyakatsız insanları iş başına getirdiniz?
Niye, neden, niçin…
Sorsaydık sorulabilseydi…
"Silivri soğuktur" ezberini kabul edip içselleştirmeseydik…
Bugün memleket buz kesmeyecekti…
Geç kalındı ama yine de sormak, itiraz etmek lazım…
Ya hep beraber deftere yazılacağız ya deftere yazılmayalım diye er ya da geç hep beraber kaybedeceğiz…
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |