Sondan başlayayım; RTÜK'ten. Dört haber kanalına (Halk TV, TELE 1, KRT ve Flash) ülkenin ana muhalefet partisi liderinin açıklamasını yayınladıkları için ceza verdi. İktidarın ihtiyacına göre ceza yağdıran RTÜK'ün iktidar tarafından atanmış üyelerinin geldiği son nokta Türkiye'de rejimin durumunu da ortaya koyuyor. Uzun zamandır her konuda kendince iktidara muhalefet ettiği gerekçesiyle kanallara ceza yağdıran bu isimler çıtayı öyle bir yere koydular ki, zaten uzun süredir bahsedilemeyen medya ve basın özgürlüğü tamamen bitirilmiş olacak. Konu bir avuç itiraz eden medya kurumunun-gazetecinin korkup bundan vazgeçip geçmeyeceği değil. Ki vazgeçmeyecekler. Ama rejimin ve elemanlarının geldiği nokta ortada.
Kısa bir süre sonra çıkacak ve adı 'sosyal medya yasası' olan düzenlemeye gelince... Türk Ceza Kanunu'na eklenecek bir maddeyle 'halkı yanıltıcı bilgi yayma' adıyla yeni bir hapis cezası üretiliyor. Üretiliyor diyorum, çünkü tasarının 29. maddesinde durum şöyle tarif ediliyor:
"Sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde yayan kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır."
Bugüne, yani RTÜK kararına kadar, bu maddedeki ucu açık, ne olduğu belirsiz, istenildiği şekilde yorumlanarak iktidar ve yargısı tarafından kullanılabilecek bu maddenin, ana muhalefet liderinin konuşmasını yayınlamanın bile 'ceza' konusu haline getirilmesiyle nasıl uygulanacağını tahmin etmek zor değil.
Bir seçimin demokratik standartlarda gerçekleştiğinin / gerçekleşeceğinin kabul edilebilmesinin ilk şartları özgür ve adil bir ortamda yapılması değil mi? Peki bu yasalar ve iktidarın kurumların içine yerleştirdiği devletin değil AKP'nin 'bürokratlarının' yarattığı ortamda nasıl bir özgürlük olacak?
Demokratik seçimlerde bir diğer olmazsa olmaz kural, iktidarın seçim sürecinde devlet olanaklarını kullanmaması değil midir? 2018 seçimlerinde örneklerini gördüğümüz, halen görmeye devam ettiğimiz olanaklar konusu? Otobüsü, helikopteri, uçağı, kamu çalışanlarını seferber etmek? Varsa (kaldıysa) maddi olanaklardan seçmenini-potansiyel seçmenini maddi olarak desteklemek?
Demokratik seçimlerde bir diğer kritik nokta… Bağımsız yargı. Hem süreçte 'iktidarın yol temizliği için' hem seçim gecesi kararları açısından olmazsa olmaz değil mi? Demirtaş'tan Kaftancıoğlu'na alınan kararlar, İmamoğlu'ndan Kılıçdaroğlu'na alınabilecek kararlar konusunda çok net sinyaller vermedi mi-vermiyor mu? Yıllardır seçim gecesi ilin-ilçenin en kıdemli hâkiminin nezaret ettiği seçimleri, son kanunla çoğu AKP iktidarı sırasında göreve gelmiş 1. derece hâkimlere havale etmenin gerekçesini 'hakkaniyet'le açıklayacak tek bir iktidar mensubu var mı?
Ardı ardına gelen konser yasakları, haber yasakları, yaşam tercihleri üzerinden yapılan ötekileştirmeler, olası askeri operasyonlar üzerinden kurulan-kurulacak dil… Ve hepsinin üzerine; "gayri nizami harp, tedhiş, pusu, sabotaj, baskın" eğitimleri veren şirket görünümlü örgüt SADAT'ın yöneticisinden gelen "bu vatanı düşmanla işbirliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz" tehdidi…
Açık ve net şekilde söylemek lazım. Türkiye'de adı konulmamış (belki yakında adını da net koyarlar) OHAL ilan edildi. Bu koşullarda seçimlerin demokratik olacağını iddia etmek yanlış. Bunu kimsenin moralini bozmak için yazmıyorum. Ancak Altılı Masa'nın seçim sürecinin güvenliği konusunun altını çizmesi ve altı siyasi partinin bir arada kalacağını deklare etmesi çok önemli. Bir arada kalınarak-durularak Türkiye'de yeniden demokratik düzeni kurmak mümkün.