Çarşamba günü TEMA’nın düzenlediği madenlerle ilgili toplantıya gittim. Anlatılanları dinledim, verdikleri dokümanları okudum. Memleketin hemen her alanında karşı karşıya kaldığımız ‘yıkım’ın hepimiz için yaşam anlamına gelen ormandan suya meradan tarım arazisine maden ruhsatlarıyla nasıl yok edildiğini, kirletildiğini alandan veriler, videolar, somut verilerle izledim. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç ve ekibi ‘madenciliğe kapalı alanların kanunlarla belirlenmesi gerektiğini’ savunuyor. Yani ekosistemin sürdürülmesi, içilebilir su kaynaklarının, ormanların, tarım alanlarının korunması için bu alanlarda madencilik faaliyetlerinin yapılmamasını talep ediyor. Buğdayın, temiz içilebilir suyun, ormanın altından daha değerli olduğunu anlamamız gerekiyor. Bir yandan iklim krizi, kuraklık bir yandan savaşlar, yaşamın olmazsa olmazını yok ediyor. İktidarın desteğiyle doğal hayatı yok etme pahasına hesapsızca yapılan maden arama faaliyetleri sadece geleceğimizi değil, bugünümüzü de bitiriyor. Başta Avrupa koruma alanlarını yüzde 30’lara çıkarmışken Türkiye’de bu oran yüzde 8’lerde. Dinlediklerimden, okuduklarımdan, seyrettiklerimden kısa notlar çıkardım. Lütfen okuyun ve iktidar eliyle karşı karşıya bırakıldığımız riskleri görün.
Türkiye’de halen yürürlükte olan 3213 sayılı Maden Kanunu 1985 yılında yasalaştı. Yasalaştığından bu yana 20’den fazla kez değişti. Bu değişiklikler içinde AKP döneminde 2004 yılında yapılan değişiklik önemli bir yere sahip. O güne kadar kanunun 7.maddesinde ‘orman, ağaçlandırma, alanlarında askeri yasak bölgelerde ve sit alanlarının yakınlarında madencilik faaliyetinde bulunulması ilgili Kanun hükümlerine göre izne tabidir’ deniliyordu. Bu madde yeni halinde alanları sayıp buralardaki madencilik faaliyetlerini ‘ilgili bakanlıkların görüşü alınarak bakanlar kurulunun çıkaracağı yönetmelikle belirleme’ şekline yani siyasetin ‘iznine-insafına’ bıraktı. Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre 1993-2004 arasında 1500 maden arama ve işletme izni verilmişken 2004-2009 arası bu sayı 43.500’e yükselmiş.
TEMA Vakfı, 2019 yılından itibaren sürdürdüğü maden ruhsatlarının dağılımını gösteren harita çalışmaları sonucunda 24 ilde; Çanakkale, Balıkesir, Muğla, Tekirdağ, Kırklareli, Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, Zonguldak, Bartın, Eskişehir, Karaman, Kahramanmaraş, Erzincan, Tunceli, Ordu, Tokat, Artvin, Erzurum, Bayburt, Şırnak, Siirt, Batman ve Sivas, yaklaşık 20 bin maden ruhsatının bulunduğunu ortaya koymuş. Ruhsatların; ormanlar, korunan alanlar, tarım ve mera alanları ve kültür varlıkları ile ilişkisini inceleyen çalışmaların sonuçlarına göre illerin bu alanlara karşılık gelen ortalama ruhsatlılık oranının %63 olduğu görülmüş.
Türkiye, bu topraklara özgü bitki ve hayvan çeşitliliği ile (endemik tür) şanslı bir ülke. Türkiye’de endemik tür sayısı 3000’den fazla, endemizm oranı yüzde 34.4. Bu oran Yunanistan’da 14.9, Fransa’da yüzde 2.9, Polonya’da 0.1. Peki bu çeşitlilik-şans nasıl korunuyor? Avrupa ülkelerinde korunan alanların yüzölçümüne oranı ortalama yüzde 25.9. Polonya, Almanya, Yunanistan’da yüzde 30’un üzerinde. Türkiye’de ise sadece yüzde 8.7.
Maden izin yönetmeliğine göre özellikle suya erişim alanlarında, kısa mesafeli koruma alanlarında arama ve işletme faaliyeti yürütülemez. Uzun mesafeli koruma alanları her türlü koruma faaliyetine açıktır, bu risk taşır. Özellikle yüzey sularının yani derelerin barajlara ulaşması, derelerin ve derelerin beslendiği yamaçların olduğu yerdeki madencilik faaliyetlerinin suyun kirletmesini neredeyse kaçınılmaz hale getirmektedir. İki dehşet örnek:
Birincisi Giresun’dan. Şebinkarahisar’daki madenin atıklarının depolandığı tesislerdeki atık maden barajının patlaması sonucu ağır metalli ve kimyasallı atıklar maden tesisi çevresindeki akarsulardan Kılıçkaya Barajı’na ulaştı.
İkinci örnek Çanakkale Serçeler-Terziler madeninden. Bu maden kentin tek içme-kullanma suyu kaynağı olan Atıkhisar Barajı’nın uzun mesafeli koruma alanı içinde. Burada oluşacak kimyasal kirliliğin baraja ulaşmasının önünde hiçbir engel yok.
Çanakkale’den bahsetmişken. Ormanıyla, tarım alanlarıyla bu ülkenin en değerli yerlerinden biri olan Kazdağları’nda 1634 ruhsat verildi. Bu ruhsatların yüzde 80’i orman alanlarının, yüzde 55’i koruma alanlarının, yüzde 78’i tarım alanlarının, yüzde 66’sı kültür varlıklarının yakınında-içinde. Bölgede Alamos’tan Halilağa’ya dört bölgede verilen ruhsatları yan yana koyduğunuzda başta peyniri ile ünlü Ezine bölgenin tarım-su alanları olumsuz olarak etkileniyor.
Bu arada ‘ruhsat aldık ama işe başlamadık ne var ki’ diyenler de var. Ama ne TEMA çalışanları ne bu ülkede yaşayanlar saf değil.
Madenlerle ya da çevre ile ilgili davalarda her ne hikmetse hep aynı bilirkişiler tercih ediliyor. Özellikle tartışmalı-riskli alanlarda. Verilen kararların tartışmalı olması kadar kimi bilirkişiler son dönemde kararı mahkemeye bırakıyor. Oysa TEMA ekibinin verdiği bilgiye göre bilirkişinin kendi tespitini net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor.
Bu ülkenin toprağına, suyuna, tarlasına sahip çıkmak, bunun için okumak, takip etmek, itiraz etmek gerekiyor. Teşekkürler TEMA.