Büyük bir uğultu var. Herkes daha çok bağırdığı zaman kendi sesinin kabul göreceğini, haklı görüneceğini sanıyor. Kısa vadede böyle olabilir. Ama zaman geçtikçe sağduyulu sesler yükselmeye başladıkça geçmişteki olanlar da daha iyi anlaşılabiliyor. Bugün size bazı alıntılar sunacağım. Bunlara bakarak bugünleri değerlendirmenizi isteyeceğim. Çünkü yarınlara giderken sağlıklı bilgi sahibi olunmadığında, kuru propaganda ile yetinildiğinde sonuçları ağır oluyor.
İlk alıntı 4 Temmuz 2019’da Basta Dergisi’nde yayınlanan bir söyleşiden. Irak ve Suriye Kürt bölgeleri üzerine uzmanlaşmış saha araştırmacısı ve ‘Suriye bir iç savaşın anatomisi (İletişim Yayınları, 2018) kitabının yazarlarından Arthur Quesnay ile söyleşi, Thomas Clerget yapmış. Ben Türkçe çeviriyi (Handan Demir) Birikim’in ekim ayı sayısından okudum. Quesnay şu an ‘Suriye’nin kuzeyindeki durumu, oradaki oluşumu (PYD-PKK) ve bölgedeki halkın desteğini alıp almadığı’ sorusunu şöyle yanıtlıyor:
"Halk desteğini ölçmek daima zorlu bir iştir, hele zaman içersinde geçirdiği evrim hesaba katılırsa. Kesin olan bir şey varsa o da PKK’nın 2011’de pek de popüler olmadığı. Fakat devrim kimlik dinamiklerinin son derece güçlü olduğu bir iç savaşa evrildikçe Kürtler de ortak bir cephe kurmak zorunda kaldılar. Daha 2012-2013’te Özgür Suriye Ordusu ile mücadele eden pek çok Kürt birliği vardı. Fakat İŞİD’in saldırılarının yoğunlaştığı 2014’te PKK diğer Kürt birliklerinin faaliyet göstermesini yasakladı."
Bir diğer soru; bölgedeki dönüm noktası ne? Quesnay’a göre ‘Kobane’..:
"2014 Eylül’ünden 2015 başına kadar süren Kobane kuşatması çok önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Başta ABD olmak üzere Batı’dan gelen muazzam destek sayesinde YPG önce İŞİD’i Kobane’den püskürttü. Sonrasında Rakka ve Deyrizor’u ele geçirdi. Savaş mevcut durumu değiştirdi. PKK’nın otoriter pratiklerini kabul etmeyen Kürt halkının başka seçeneği kalmadı. Ya terk-i diyar edecek ya da İŞİD’e karşı PKK’nın arkasında durulacaktı."
Şimdi dönelim 2014-2015 dönemine. Dönüm noktası olarak gösterilen Kobane’nin, birkaç dönüm noktası var. Birincisi İŞİD Kobane’ye saldırdığında Türkiye’nin hem saldırıdan kaçan Kürtleri kapıda bekletmesi hem de saldırıyla ilgili pozisyon almamasıydı. Süreçte 6-7 Ekim’de sokaklarda kan aktı. İkinci dönüm noktası ilerleyen günlerde ilginç bir zamanlama ile 29 Ekim’de Irak’tan gelen 80 araçlık Peşmerge konvoyunun Şırnak’ın Silopi ve Cizre ardından Mardin’in Nusaybin ve Kızıltepe ilçeleri ardından Urfa’nın Suruç ilçesine ulaşması oradan Kobane’ye geçişi idi. O günlerde bu destek çok önemli olarak görülmüş bu hattın kullanılması konusunda ABD’nin zorlayıcı unsur olduğu bilgileri yayılmıştı. Ancak dönemin Başbakan’ı Tayyip Erdoğan 22 Ekim 2014’te şu açıklamayı yaptı:
Kobani’ye Peşmerge kuvvetlerini gönderme teklifini ilk olarak ABD Başkanı Obama’ya ben teklif ettim. Peşmerge’ye önce evet demedileri şimdi son anda kısmen evet dediler. Bununla ilgili biz yardımcı olacağımızı söyledik.
O dönem zaman zaman aksasa da adına ‘çözüm süreci’ denilen arayış sürüyordu. Ve Türkiye gerek kendi ülkesindeki gerek bölgesindeki Kürtlerle silaha değil söze dayalı bir ilişki yürütüyordu.
Şimdi bu bölümde şu tespiti yapmak gerekiyor. Türkiye’deki Kürt sorunu ile Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Şu anki iktidar bir zamanlar bu gerçeklikten hareketle hem içeride (İmralı Öcalan görüşmeleri) hem Suriye’nin kuzeyindekilerle (PYD’nin o dönemki lideri Salih Müslim Ankara’ya davet edildi, görüşüldü) ilişki sürdürmüştür. Silahın yerini yeniden sözün alması ihtimali var mıdır? ABD’nin güvenilmez başkanı Donald Trump’ın attığı son tweet bir arayış olduğunu gösteriyor. Trump YPG’nin Türkiye’nin istediği 30 kilometre derinliğindeki alandan çekilme niyetinde olduğunu ve bunun iyi bir şey olacağını söyledi. Göreceğiz. Bu arada T24’ün dış politika yazarı Soli Özel’in ‘harekat sonrası iki kritik konu; Kürtler Moskova ilişkisi, İŞİD’in kontrolü’ yazısındaki detaylar önemli. Yazının sonu şöyle bitiyor:
"PYD/YPG unsurlarının ve daha genel olarak Kürtlerin Moskova'dan destek görüp, Şam'la anlaşıp anlaşmayacaklarıdır. Diğeri ise Türkiye'nin IŞİD'in kontrolü ve baskı altında tutulmasında nasıl bir rol oynayacağıdır. Sahada askerler olduğu için bu harekâtın Türkiye'ye "barış masası"nda daha fazla güç kazandıracağını söyleyenlerin haklı olup olmadıkları bu gelişmelere bağlı olarak anlaşılacaktır."
Bölgeden gelen haberler Kuzey Suriye’dekilerin Moskova aracılığıyla Şam ile de görüştüğü. İŞİD meselesine gelince…Türkiye için belki de en büyük risk burada. Çünkü dünyanın değişik ülkelerinde birbirlerinden farklı görüşlerdeki liderlerden analistlere gazetecilere kadar bir grubun anlaştığı nokta şu: Türkiye’nin İŞİD’i kontrol etmesi gerekiyor ve bu da bu müdahale sırasında zor. Hatta Türkiye’nin ‘yakını’ Putin bile bu konuda konuşuyor:
"Suriye’nin kuzeyinde IŞİD militanlarının bir araya toplanmış olduğu bölgeler bulunuyor. Şimdiye dek onların gardiyanlığını Kürt askeri oluşumlar yapıyordu. Şimdiyse Türk ordusu bu bölgeye giriyor, Kürtler söz konusu kampları bırakıyor. Bunun neticesinde onlar da (IŞİD’ciler) kaçabilir. Türk ordusunun bu durumu çabucak kontrolü altına alıp alamayacağından emin değilim”. (Kaynak Sputnik)
DW’ye bir söyleşi veren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Putin’in açıklaması konusunda ne düşündüğü sorusuna şöyle yanıt verdi: (İktidara yakın SETA tarafından fişlenen DW’ye diye eklemek gerekir. Ne acı gazetecilere hain-terörist gözüyle bakıp, dışlayıp, hapsedip, kendi propagandacılarının ciddiye alınmadığını görüp, dünya niye bizi anlamıyor diye sorup, ‘ihtiyaç anında’ NYT’tan CNN International’a her yere koşturmak)…
"IŞİD; DAEŞ işin doğrusu herkesin sorumluluğundadır. Bu terör örgütü ile mücadele tek bir ülkenin sorumluluğu altında değildir."
Bu arada kadar haber kirliliği var ki ‘İŞİD’çiler kamplardan kaçıyor’ bilgilerinin teyit edilebileceği kaynak yok. Ancak şurası bir gerçek ki önümüzdeki günlerde dünyanın herhangi bir ülkesinde İŞİD saldırısı olursa bunun faturası Türkiye’ye çıkartılabilir.
Gelelim yaşananların iç siyasete etkisine. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır Bianet’e verdiği söyleşide ‘Kuzey Suriye’ye müdahale kararının tek başına Erdoğan tarafından alınmadığını’ düşündüğünü söylüyor:
"Bu kararı tek başına Erdoğan’ın aldığını söylemek doğru değil bence. Erdoğan kadar devlet de bu kararın arkasında yer alıyor. Çünkü dünyadaki bütün gelişmelere güvenlikçi bir yerden bakılıyor. Düne kadar Kürtlerin üzerine kondurulan kötücül bakışlara ve ötekileştirmeye bugün Suriyeliler maruz kalıyor. Bu nedenle Türkiye toplumunun psikolojik bir sürece ihtiyacı var. Sorunlarımızla yüzleşmemiz gerekiyor, yokmuş gibi davranarak sorunu çözemeyiz. Şimdi de bu savaş 2 milyon Suriyeliyi göndermek için yapılıyormuş gibi gösteriliyor ama böyle değil. Devletin kendi bekası ve güvenlik sorunu olarak gördükleri bir ideoloji uğruna yapılıyor. Suriyeler işin bahanesi."
Bekir Ağırdır’ın bahsettiği ‘sorunlarla yüzleşmek’ için özgürlük gerekiyor. Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bu konuda iktidarın duruşunun dışında konuşan-yazan insanlar için sabaha karşı gözaltına alınmaktan tutuklanmaya uzanacak bir süreç işletilebilir. Tabi ki cesur olmak gerekiyor. Konuşmak, tartışmak, sormak, sorgulamak. Akan kanın durmasını istemek…Dünyanın öbür ucundan sınırın hemen yanında yaşayanlara dair tehditler duymak, giderek yalnızlaşmak konuşmaktan daha mı zor?
Not: Bu yazı yazılırken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir açıklaması düştü T24’e. Şöyle diyordu:
Bazı ülkeler kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Bizimle terör örgütü arasında arabuluculuk yapmaya talip olanlar var. Bunlar nasıl devlet başkanıdır anlamak mümkün değil. Yav siz ne zamandan beri bir devletin terör örgütüyle masaya oturduğunuz gördünüz. Bunlara bir de kavram açıklamaları yapıyoruz. Bak Türkiye'nin karşısında bir terör örgütü var. Siz bizi terör örgütüyle mi masaya davet ediyorsunuz? Önce bu yaklaşımınızı bir düzeltin. Sonra 'nein nein' diyorlar."
Anlaşılan Türkiye’ye arabuluculuk teklif eden ‘devlet başkanları’ var. Türkiye Erdoğan’ın deyimiyle bunlara şimdilik ‘nein’ diyorsa da daha önceki dönemlerden biliyoruz ki ‘devletin birimleri’ dolaylı görüşmeler yapabiliyor. O görüşmelerin başlayıp başlamadığı önemli.