Akçakoca'dayım.
Gece şiddetli bir yağmur vardı.
Ardı arkası kesilmeyen şimşekler odayı sık sık gündüz gibi yaptı.
Penceremin önü deniz.
Dalgaların uğultusu geliyor.
Oturduğum yerden bir dalgakıranın hemen arkasında, balıkçı sığınağında, sanki fırtına yokmuş gibi sakin bir suda duran irili, ufaklı teknelere bakıyorum. Şanslılar korunaklı bir alandalar. Sonra manzaranın niye bende "korunmakla" ilgili bir çağrışım yaptığını düşünüyorum.
Muhtemelen; Türkiye'nin etrafındaki coğrafyanın son yılların en büyük şiddet olaylarına şahit olmasından.
Bu coğrafyada kan, acı hiç durdu mu ne yazık ki hayır ama özellikle Suriye'de ve son günlerde Irak'ta yaşananlar dehşet verici.
Tüm bu zorluklar içinde "Türkiye'nin yönü" ne olacak peki?
İşte bur soruya yanıt aramak için toplanan Abant Platformu'ndayım.
Gülen Cemaati'ne yakın platform 15 yıldır yapılıyor ve bu 33'cüsü.
Daha evvel bir kez katılmıştım.
17 Aralık sonrası bu toplantıya bir gazeteci olarak katılmanın önemli olacağını düşündüm.
Daha önceki yıllarda yani Hükümet ile Cemaat iyi günlerinde iken bu toplantılar bakan, milletvekili ve iktidara yakın gazeteciden geçilmezdi.
Doğal olarak bu yıl onlar yok.
Ama yaklaşık 120 kişinin katıldığı toplantıda ilk gün iyi sunumlar ve tartışmalara şahit oldum.
Hükümetin Balyoz'dan şikeye "ben yapmadım cemaat yaptı" tavrıyla ilgili yazıyı bir dahaki sefere bırakıp daha "gerçekçi" konulara geçeyim.
AKP'nin kurucularından, 2003 tezkere sürecinde Dışişleri Bakanlığı yapmış bir isim Yaşar Yakış konuşuyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da güçlü olmak için gösterdiği çabadan bahsediyor.
Ve bu süreçteki iki büyük rakipten.
Biri İran...
Bölgenin yükselen yıldızı; petrol zengini, 2500 yıllık devlet geleneği ve güçlü diplomasisi var.
Diğeri Mısır.
Ortadoğu'nun en kalabalık nüfusu. Arap aleminin tartışılmaz merkezi. Afrika Birliği'nin önemli ülkesi. Tahrir'de kan gövdeyi götürürsen dahi Filistin barışı için tarafları ülkesinde ağırlayan ülke.
Yakış bu tariflerden sonra şunu söylüyor:
"Ortadoğu'da Mısırla işbirliği yapılmadığı takdirde ya da Mısır istemediğinde bir şey yapamazsınız."
İran ile ilgili ise şu notu kaydediyor:
Şu an dünya için bölge için en büyük risk İŞİD. Batılı bir ülkesiniz örneğin ABD. Bu örgüte karşı kiminle mücadele edersiniz? İŞİD'e müsamaha etmiş, işbirliği yapmış izlenimi veren bir ülkeyle mi, İran ile mi?"
Yaşar Yakış ardından şu tespitte bulunuyor:
"Ortadoğu'nun en güçlü devleti olacağım diyorsunuz ama Şam da Tel Aviv de Kahire'de büyükelçiniz yok. Yönetimlerle kavgalı olabilirsiniz ama ilişkiyi hiç bir koşulda kesmemek gerekir."
Sunumlardan sonra katılımcılar da söz alıp fikirlerini söylüyor. Etkili konuşanlardan biri Mümtazer Türköne.
"Müslüman karanlık çağı"ndan bahsediyor.
Müslümanlar ve şiddet ilişkisinin daha çok tartışılacağı günlerin geleceğini söylüyor.
Son örneğinin İŞİD olduğu "silahlı Selefilik’in" risklerinden bahsediyor ve burada çarpıcı bir ifade kullanıyor:
"Sünni Şii ayrışmasının ötesinde daha büyük bir riskle karşı karşıyayız. Ve şunu söyleyeyim Şia daha cazip geliyor silahlı Selefilerden"...
Bu noktada Yaşar Yakış "Müslüman karanlık çağ" tanımına alandan acı bir örnek verdi:
"Suriye de savaşan cihadi ve selefi gruplar arasında birbirlerinin liderlerini kaçırıp öldürmeler oldu. Anlaşılamayan, çoğu Sünni grubun karşı çıktığı, itiraz ettiği konu şuydu: Kimi gruplar öldürülen kişinin eşi ve varsa kızlarının savaş ganimeti olarak alınmasını istiyordu."
Sabancı Üniversitesi'nde Prof.Dr.Ersin Kalaycıoğlu'nun seçim ve sansür üzerine yaptığı konuşma ise ilk gün beni en çok düşündüren oldu. Kalaycıoğlu'nun sorusu şuydu: Türkiye'de yapılan seçimlerin Suriye ve Mısır'dan yapılandan farkı var mı?
İlk başta garip gelse de Kalaycıoğlu derine inip sorunun cevabını verdiğinde olaya farklı bakıyorsunuz.
Kalaycıoğlu İngiltere'de savaş gibi kimi durumlarda medyanın çalışma, haber yapma gibi konularında getirilmek istenen kısıtlamaya karşı gazetecilerin verdiği mücadeleyi anlattı. Bugün Türkiye'de İŞİD ile ilgili "güvenlik" gerekçesiyle getirilen yasağa da atıfta bulunarak şöyle konuştu:
Konuşmayı sınırladığınız zaman bu güvenliği sağlamıyor sadece.
Bazı insanların bazı şeylerin öğrenmemesini sağlıyor.
Bazı insanların bazı şeyleri öğrenmemesinin sağlandığı yerde oyun içi boşalmış oluyor.
Sansürün olduğu yerde oy; oy değildir.
Onun için Türkiye deki oyun etrafında ciddi soru işareti vardır.
Bazı kanalları kapatıyorsun, bazı insanların yazmasını, konuşmasını engelliyorsun.
Ben karar verirken yarı bilgili olarak karar veriyorum.
Ondan sonra seçmen oy versin.
Seçmen bilmiyor ki..
Tam bilgilenmenin olmadığı seçim demokrasinin seçimi değil.
Seçim demokrasinin aracı değildir.
Seçim bütün siyasi yelpazenin bir aracıdır.
Otoriter rejim de totaliter rejim de kullanır.
Mısır da Suriye de seçim yaptı.
Ondan bizi ayıran nedir?
Tam anlamıyla özgür, muhalefetin çok rahat çalıştığı, sansürün olmadığı bunlar var denebilir mi?
Suriye seçimini kabul etmiyoruz ama kendi seçimimize toz kondurmuyoruz."
Kalaycıoğlu'nun anlattıkları aslında olmazsa olmazlar ama...
Tam bilginin olduğu bir Türkiye.
Ne yazık ki şimdilik uzak gözüküyor.
Her geçen gün sadece servis edilen bilgilerle yetinilen, fazlasını arayan, araştıran, eleştirene hain damgası vurulan bir ülke.
Ama yine de demokrasi mücadelesi bu.
Kolay değil.