Nisan ayının sonuna doğru Ankara.
ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone ile görüşme.
Türkiye'ye büyükelçi olduğu günden beri sözünü sakınmayan, sık sık da hükümetin hedefinde olan bir isim.
Türkiye'ye geldiği ilk günlerde kimi davaları ve gazetecilerin tutukluluğunu anlamadığını söylediği için Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından "acemi büyükelçi" ifadesiyle eleştirilmişti.
Başbakan "acemi" demişti ama Ricciardone, kariyeri boyunca hem Türkiye'de, hem de içinde bulunduğu coğrafyada uzun yıllar geçirmişti.
Büyükelçilik internet sitesindeki hayat hikâyesine bakıldığında bu net şekilde görülüyor:
"Büyükelçi Ricciardone, Obama tarafından ABD’nin Türkiye Büyükelçisi olarak 1 Ocak 2011 tarihinde göreve atandı. Büyükelçi Ricciardone’nin daha önceki büyükelçilik görevleri arasında, 2009-2010 yılları arasında Afganistan Büyükelçi Yardımcılığı, 2005-2008 yılları arasında Mısır Büyükelçiliği, 2002-2005 yılları arasında Filipinler Cumhuriyeti ve Palau Cumhuriyeti Büyükelçiliği gelmekte. Daha önce, ABD Dışişleri Bakanlığı Terörizmle Mücadele Koalisyonu Görev Gücü Direktörü ve Dış Hizmetler Genel Müdürünün Kıdemli Danışmanı olarak çalıştı. 1999 Mart ayından 2001’in ilk aylarına kadar Dışişleri Bakanı'nın Irak’ın Geçiş Dönemi Özel Koordinatörlüğü'nü yürüttü.
Boston doğumlu olan ve Malden Katolik Lisesi'nden mezun olan Büyükelçi Ricciardone, Dartmouth Koleji’nden 1973’te iftiharla mezun olduktan sonra İtalya’da okumak ve öğretmenlik yapmak üzere Fulbright Bursu kazandı. 1976’da İran’a öğretmen olarak giden Büyükelçi, 1978’de Dış Hizmetlere girene dek Güneybatı Asya, Avrupa ve Ortadoğu’da seyahat etti.
Dış Hizmetlerdeki görevi süresince Büyükelçi Ricciardone, Kahire, Amman ve Londra’da çalıştı ve en yakın tarihlisi 1995-1999 yılları arasında Başmüsteşar ve Maslahatgüzar olarak iki kez Türkiye’ye görev yaptı. İki çokuluslu askeri görevlendirmede yer alan Ricciardone, Mısır’ın Sina Çölü'nde Çokuluslu Güç ve Gözlemciler Sivil Gözlem Birimi Şefi olarak ve Irak’ta yürütülen Türkiye merkezli Huzur Harekâtı’nın Amerikan ve Türk komutanları için Siyasi Danışman olarak çalıştı.
Büyükelçi Ricciardone, Washington, DC’de İstihbarat ve Araştırma Bürosu, Yakın Doğu İşleri Bürosu ve Dış Hizmetler ve İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü’nde kıdemli makamlarda görev yaptı. Politika, program yönetimi ve siyasi rapor alanlarında ödüllere sahip.
Büyükelçi Ricciardone, İtalyanca, Türkçe, Arapça ve Fransızca dillerini konuşmakta."
Büyükelçi ile buluştuğumda Türkçe başlayıp İngilizce devam eden bir sohbetimiz oldu. Suriye politikasından MİT'e ve çözüm sürecine kadar pek çok konuda görüşlerini paylaştı. O gün ayrılırken bu sohbeti "veda ederken" tekrarlamak üzere sözleştik.
Aşağıda okuyacağınız söyleşideki soruların önemli bir kısmını o gün sormuştum. Yeni sorular da ekledim. Ancak veda ziyaretlerinin yoğunluğunun getirdiği vakit darlığından söyleşiyi yüz yüze değil yazılı olarak gerçekleştirdik.
Sorduğum hiçbir soruya itiraz etmedi. Yanıtlarından da, diplomatik ölçüler içinde sözünü sakınmadığını gördüm. Yüz yüze olsak muhtemelen daha da iyi bir sonuç ortaya çıkardı. Yine de "veda söyleşisini sizinle yapacağım" sözünü unutmadı. Yanıtlarını okuduğunuzda, gönderme yaptığı atasözündeki gibi, Ricciardone'nin "saçlarını değirmende ağartmadığını" ihtimal siz de düşüneceksiniz.
- Dışişleri kariyerinizde ve öncesinde Afganistan'dan İran'a, Kahire'den Amman'a İslam coğrafyasının önemli ülkelerinde, başkentlerinde görev yaptınız, yaşadınız. 1999 Mart ayından 2001’in ilk aylarına kadar da ABD Dışişleri Bakanı'nın Irak'ta Geçiş Dönemi Özel Koordinatörlüğü'nü yürüttünüz. Yıllardır politik değişimlerine tanıklık ettiğiniz bölgede yeni konjonktürde Irak'ta Sünnistan, Şiistan ve Kürt bölgesi diye 3'lü bölünmüş bir yapı öngörüyor musunuz? ABD bu yapıya nasıl yaklaşır?
Türk dostlarım her zaman sanki bir büyükelçi değil de münecimmişim gibi bana bu soruları yöneltiyorlar. Ben Irak’ın kaderinin kendi vatandaşlarının ellerinde ve yüreklerinde şekillenmesi gerektiğine inanıyorum. Bundan sonra nasıl bir yol izleneceğine sadece Irak halkı karar verebilir, ancak Irak’ın ve Irak halkının dostları olarak hepimiz uzlaştırıcı rol oynayan liderlere destek olmalıyız. Eğer Irak halkının ve Iraklı liderlerin büyük çoğunluğu, etnik ve mezhepsel ihtilafların ve yakın geçmişteki acı verici deneyimlerin ötesine geçebilirlerse, ki bizim bunu yapabileceklerine dair inancımız ve ümidimiz var, işte o zaman Irak sadece ayakta kalmaktan daha iyisini başarabilir; kendi halkı ve komşularıyla barış içinde refaha ulaşabilir. ABD ve Türk hükümetleri, bunun hem Irak halkı, hem de bölge için en iyi sonuç olacağını düşünüyor.
- Bugün Irak'ın karşı karşıya kaldığı süreçte; 2003 ABD işgali ve bu ülkedeki geçiş sürecinin iyi planlanmadan çıkışının etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz?
İyisiyle kötüsüyle, ABD ve Irak’ın ortak bir yakın geçmişi var. Bu geçmişin önemli bir bölümü acı verici olsa da büyük bir kısmı da Irak halkı ve Irak’ın bizimle ve komşularıyla ilişkileri adına yapılabileceklere ve yapılması gerekenlere odaklanan olumlu bir vizyona dayanıyor. Birleşik, kendisiyle ve komşularıyla barışık, diktatörlükten ve etnik-mezhepçi zulümden uzak bir Irak için birlikte çok fazla fedakârlıkta bulunduk.
- Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Suriye'ye bakarak bölgenin Afganistanlaşma riskinden bahsetmişti. Yakın gelecekte böyle bir risk görüyor musunuz?
Suriye’de giderek kötüleşen parçalanma sürecinin yol açtığı riskler konusunda Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve diğer liderlerinizle son dönemde yaptığım görüşmelerde dile getirilen endişeleri kesinlikle paylaşıyorum. ABD ve Türkiye, yalnızca bir milli güvenlik endişesini değil, aynı zamanda Suriye halkının çektiği tarifsiz acılara son vermeyi amaçlayan, merhametli, insani bir taahhüdü de paylaşıyor. Suriye ve Afganistan arasında, halkların çektiği acının büyüklüğünden din ve mezhep adı altında saldırganca meşrulaştırılmaya çalışılan ağır şiddete varan ve kesinlikle paralellik taşıyan bazı korkunç deneyimler mevcut. Ancak, ülkeler ve tarihi durumlar arasında yapılan karşılaştırmalar kimi zaman akademik tartışmalar açısından ilginç ve aydınlatıcı olsa da suni ve yanıltıcı da olabilir. Yıllar boyunca Suriye’yi birkaç kez ziyaret ettim ve Irak ile Afganistan’da görev yaptım. Kendi deneyimlerime dayanarak, Suriye ile Afganistan’ın, aynı zamanda Irak’ın, iç dinamikleri ve ulusal deneyimleri açısından birbirlerinden bir hayli farklı olduklarını düşünüyorum.
- IŞİD önce Suriye'de şimdi Irak'ta Sünni bölgesinde güç kazanıyor, bir yandan da katliamlar yapıyor. Türkiye hükümeti uzun süre Suriye'de Esad'ın yaptığı katliamlarda başta ABD, Batı'yı tepkisizlikle suçladı. Bu arada Batı da Türkiye'nin aralarında IŞİD militanlarının da bulunduğu grupların sınırdan geçişini kolaylaştırtırdığını, hatta silah yardımında bulunduğunu ileri sürdü. Size göre Türkiye'nin IŞİD'in güçlenmesinde katkısı oldu mu?
Suriye ve Irak’ta yaşanan, Saddam Hüseyin ile Esad'ların kötü yönetiminden kaynaklanan ve IŞİD’in oluşmasına yol açan anlaşmazlıklar konusunda yabancıları suçlamanın yanlış ve haksız olduğu aşikâr. Dış güçlerin Esad’ın kendi halkına yönelik tarifsiz zulmünü destekledikleri maalesef doğru. Ancak Türkiye ya da Türkiye’nin Batılı müttefikleri için bu iddialar geçerli değil. Geriye dönüp bakıldığında kimileri, Türkiye ve müttefikleri, IŞİD’e terörist, finansman ve silah akışını engellemek adına daha fazla ve daha erken harekete geçebilirdi, diyebilir. Şu anda, uluslararası teröristlerin ve onlara yönelik desteğin geçişini engellemek için, Türkiye’nin kendi sınırları üzerindeki kontrolünü güçlendirmek amacıyla, hep birlikte her zamankinden de yakın çalışıyoruz.
Ayrıca, hem Esad’a, hem de IŞİD’e karşı meşru muhalefeti desteklemek için Suriye halkının dostlarından oluşan uluslararası bir koalisyonda birlikte çalışıyoruz.
- IŞİD riski bölgede kimi ittifakları; mesela ABD ile İran'ı, Ankara ile Bağdat yönetimini ya da Rojova ile arasına mesafe koyan Barzani'yi iyi ilişki konusunda motive eder mi? Hatta Türkiye'nin çözüm sürecine olumlu katkısı olabilir mi?
IŞİD’in insanlık dışı zulmünün kimseye fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Türkiye’nin, demokrasiyi ve etnik kökene bakılmaksızın tüm Türk vatandaşlarının haklarını güçlendirmeyi hedefleyen demokratikleşme süreci, dayandığı esaslar ışığında başarıya ulaşabilir ve ulaşmalıdır.
- Erdoğan hükümetinin belki de en önemli adımlarından biri barış süreci. Bu sürecin olumlu olarak sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?
Evet, sürecin tüm Türk vatandaşları için daha demokratik, barışçıl, güvenli ve adil bir ortam sağlayacağını düşünüyorum, ve akıllıca yönetildiği takdirde, bu sürecin, Türkiye’deki Kürtler de dahil olmak üzere tüm Türk vatandaşları için güzel bir şekilde sonuçlanmasının mümkün olduğuna inanıyorum.
- Bu konuda yasal sürecin devreye girmesinin konuyu kişilerden, partilerden sisteme bağlayacağı ve şeffaflaştıracağı söylenebilir mi?
Bence Türkiye'nin demokratik, yasal ve sivil toplum kurumları ve ortamı ile ayrılmaz bir biçimde bütünleşmiş bu süreç, doğası gereği hem siyasi, hem de hukuki bir nitelik taşıyor.
- Sürecin sonunda demokratik özerklik ve Öcalan'ın ev hapsi ve orta vadede özgürlüğü, bu süreci hızlandırır mı?
Bu konu Türk hukuku ve siyasi süreçlerine ilişkin son derece karmaşık bir husus.
- Tüm bunların sonunda sizce bir "Türk sorunu" ortaya çıkar mı?
Başarılı bir demokratikleşme süreci, tüm Türk vatandaşlarına bütün hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanma imkânı tanıyacaktır.
- Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine giderken Erdoğan cephesi karşısında ortaya çıkan Ekmeleddin İhsanoğlu uzlaşması, size neler söylüyor?
Türkiye’nin yakın müttefiki olarak, herhangi bir siyasi kişi ya da partiyi desteklemiyoruz. Bununla birlikte, Dr. İhsanoğlu ile ilk kez 1996 yılında Hillary Clinton ile beraber tanışma şansım oldu, mevcut görevim sırasında da bir kez daha görüştüm. Ne İhsanoğlu’na, ne de başkasına yönelik siyasi bir destek ifade etmek isterim, ancak kendisine akıllı ve kibar bir kişi olarak saygı duyuyorum.
- Erdoğan aday olursa ve seçilirse yarı başkanlık ya da başkanlık için çalışacağı kesin. Başkanlık sistemi ve Türkiye hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yıllardır edindiğim tecrübeler, bana Türk siyasetiyle ilgili kesin öngörülerde bulunmaktan kaçınmayı öğretti. Son yıllarda başkanlık sistemi tartışmalarında sergilenen olgunluk beni çok etkiledi. Türk halkının, başka ülkelerdeki başkanlık sistemleri ve parlamenter sistemlerle karşılaştırmalar yaptığını gördüm. Bireysel özgürlüklerini ve demokrasiyi en iyi şekilde nasıl koruyacaklarına ancak Türkler karar verebilir.
- Prof. Murat Belge'nin 27 Mayıs tipi bir darbe olabilir, değerlendirmesi ışığında soralım; Türkiye'de darbe veya 28 Şubat tipi müdahale ihtimalinin tamamen mazide kaldığını düşünüyor musunuz?
12 Eylül 1980’de ve 28 Şubat 1997’de yaşanan askeri müdahalelere tanıklık etmiş biri olarak, Türkiye’nin, siyasi krizlerden kaçış yolu olarak orduyu sığınılacak merci olarak görmeyi çoktan bıraktığına ve olgunlaştığına eminim.
- Ülkenin sivilleşme süreci tamamlandı mı?
Azimli ve iddialı toplumlar için ilerleme devam eden, hiçbir zaman tamamlanmayan bir süreçtir. Nasıl Amerikalılar en güzel günlerimizin henüz yaşanmadığına inanıyorlarsa, ben de Türkiye’nin de en güzel günlerinin gelecekte olduğuna inanıyorum. Lütfen, hiçbir alandaki ilerlemenizi tamamladığınızı düşünmeyin! Hepimiz çocuklarımız için daha iyi bir ülke ve dünya istemiyor muyuz?
- Ergenekon-Balyoz sürecine ilişkin olarak gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz; sizce gerçeğe daha mı yakınız, daha mı uzak?
Bu davaların, yargı şeffaflığının ve hukukun üstünlüğünün herkes için tesis edilmesi konusunda tarihi dönüm noktaları olacağını düşünüyorum. Türk hukuk ve siyaset uzmanlarının bu davaları gelecekte dikkatle inceleyeceklerine güveniyorum. Yargının bağımsızlığı ve hesap verebilirliği; yargı sürecinin şeffaflığı; partiler, gruplar ya da kişisel çıkarların ötesinde, savcılık makamı da dahil olmak üzere, yargının hukuka sadık kalması konusunda en doğru dersler çıkarılacaktır.
- 1 Ocak 2011'den beri Türkiye'de büyükelçisiniz. Ama bu sizin ilk tecrübeniz değil. En yakın tarihlisi 1995-1999 yılları arasında Başmüsteşar ve Maslahatgüzar olmak üzere daha önce iki kez Türkiye’de görev yaptınız. Yani 28 Şubat sürecinde de, AK Parti'nin güçlü olduğu dönemde de ülkeyi gözlemlediniz. Türkiye'nin demokrasi serüveninde nelerin değiştiğini düşünüyorsunuz?
Türk halkının siyasi bilincindeki olgunlaşmayı yakından izledim; demokrasi ve özgürlük konusunda en yüksek standartları yakalama arzularına tanıklık ettim. Türklerin, diktatörlüğün hiçbir şeklini kabul etmeye niyetleri olmadığına inanıyorum.
- Gezi'den internet yasaklarına ve gazetecilerin üzerindeki baskıya baktığınızda ülkede, Erdoğan'da bir otoriterleşme eğiliminden bahsedilir misiniz? Türkiye'nin en ciddi demokrasi sorunları listenizde neler var?
Dünyadaki tüm demokrasiler, ayakta kalmak ve gelişmek istiyorlarsa, özgürlüklerini korumak ve genişletmek için çalışmayı sürdürmeli. Türkiye de bir istisna değil. Bu bağlamda, bence hepimiz için en büyük zorluk, gücün tek bir kişide, partide, devlet kurumunda ya da kamuoyunu ve duyarlılığını temsil ettiğini iddia eden tek bir harekette aşırı şekilde toplanmasına karşı sağlam ve etkili “denetim ve denge” sistemlerinin kurulması.
- Başbakan'ın sizin içim dile getirdiği "acemi büyükelçi" ifadesi ne düşündürmüştü?
Bildiğiniz gibi bilgelik taşıyan Türk atasözlerini çok seviyorum. En sevdiklerimden biri de: "Bu saçlar değirmende ağarmadı."
- Türkiye'de "yabancı müdahalesi odaklı komplocu bakış" olduğunu söylemiştiniz. 17 Aralık sürecinde iktidara yakın gazeteler sizi kişisel olarak olayların adresi gösterdi. Ne düşündünüz?
Tabii ki, Türkiye’nin ABD’deki her dostu gibi, böyle temelsiz bir iftira beni de hayal kırıklığına uğrattı. Gerçeği teyit etme konusunda dünya standartlarını uygulamalarını dilerdim. Daha da önemlisi, böyle uydurma haberlerin, müttefikler arasındaki hayati derecede önemli ilişkilerin geleceğini tehlikeye atmasına izin verilmemeli.
- 4 eski bakan, hatta Başbakan'ın aile fertlerinin isimlerinin geçtiği 17 Aralık operasyonu hükümete göre bir darbe girişimi, muhalefete göre açıkça yolsuzluk. Bu süreci nasıl okudunuz? Kimi tapeleri dinlediğinizi söylemiştiniz. İzleniminiz nedir? TÜBİTAK'ın ses kayıtlarının hecelere bölerek verdiği "montaj" raporunu inandırıcı buldunuz mu?
İddia konusu kayıtların orijinalliğine ilişkin teknik bir uzmanlığım yok. Türk halkı ve Türkiye’yi izleyen yabancılar gibi ben de tüm bu tartışmayı hayret verici buldum, hatta uzun vadede Türk demokrasisi için sağlıklı olabileceğini düşünüyorum.
- 17 Aralık için hükümetin hedefinde Gülen cemaati var. Erdoğan hükümeti ABD'den Gülen'in iadesini istiyor. Siz bana nisan ayında "aile içi kavganıza bizi karıştırmayın"demiştiniz. O günden bugüne değişen bir fikriniz var mı?
Kesinlikle aynı şekilde düşünüyorum, bu tam anlamıyla daha önce yakın müttefik olan ve birden şiddetli düşmanlara dönüşen gruplar arasındaki iç meseledir. ABD’nin ne gruplar arasındaki kavgadan, ne de Türkiye’nin istikrarsızlığından bir çıkarı olabilir. Yabancı dostlarımız arasındaki herhangi bir grubun yandaşlarını değil, şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü ilkelerini destekliyoruz.
- Gülen iade edilebilir mi?
İade edilmeye ilişkin hususlar ülkelerimiz arasındaki ‘Karşılıklı Yasal Yardım Anlaşması’ altında düzenleniyor. Anlaşmanın şartları yazılı ve açık, ayrıca tüm durumlarda uygulanıyor.
- ABD Başkanı ile Başbakan Erdoğan arasında bir dönem iyi giden ilişkiler özellikle Gezi sonrasında biraz da Suriye etkisiyle sıcaklığını kaybetmiş gözüküyor. Bu algım doğru mu? İki liderin arasının bozulmasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın dış politikadaki tutumunun da etkili olduğu iddialarına ne dersiniz?
ABD’nin iki büyük siyasi partisinden gelen başkanlar, NATO müttefiklerimizin ve özellikle son derece önemli bir bölgedeki en yakın ve güçlü müttefiklerimizden olan Türkiye’nin demokratik yollardan seçilen liderlerine her zaman saygı duymuşlardır. Ortak milli çıkarlarımızın kalıcılığı ve önemi dikkate alındığında, hangi konuda olursa olsun ve Beyaz Saray’da, Çankaya’da ya da Başbakanlık'ta kim oturursa otursun, bu durumun değişmeyeceğine eminim.
IŞİD’in Musul saldırısının ardından geçen son birkaç hafta içinde, ABD Başkanı Obama’nın Irak konusundaki uzmanlığına ve liderliğine güvendiği Başkan Yardımcısı Biden, Başbakan Erdoğan ile birkaç kez görüştü. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu hem telefonda, hem de Brüksel’de yüz yüze konuştu. "Hakan Fidan’ın dış politikadaki tutumu” diyerek neyi kastettiğinizden emin değilim. Türkiye bir hukuk devletidir ve istihbarat teşkilatınızın başkanı da Türkiye’nin seçilmiş ulusal liderliğinin yönetimi ve gözetimi altında çalışmaktadır. MİT Müsteşarı'nı öngörülü ve ülkesine bağlı bir yetkili olarak görüyorum.
Burada okuyucularınıza da bir mesaj göndermek istiyorum. Eşim Marie ve ben ailemizin ve kariyerlerimizin temellerini Türkiye’de atmış olmaktan dolayı kendimizi çok şanslı ve ayrıcalıklı hissediyoruz. Bundan 37 yıl önce ilk kez turist olarak geldiğimiz Türkiye’ye her fırsatta geri dönmeye çalıştık. Bunun sonucunda da kariyerimin neredeyse üçte birini bu muhteşem ülkede geçirdim. Pek çok dost ve muhteşem anılarla Türkiye’den ayrılıyoruz. Gelecekte de sık sık Türkiye’yi ziyaret etmeyi ve Türk dostlarımızı ABD’de ağırlamayı ümit ediyorum.