Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘Yargı Reform Strateji Belgesi’ni açıklarken Kanuni’den bir alıntı yaptı: Kılıcın yapamadığını adalet yapar…
Bu cümleyi normal şartlar altında okursanız neyin kast edildiği konusunda bir şüpheniz olmaz. Ancak Türkiye’de yaşıyorsanız, AKP iktidarının özellikle son 8 yılında ‘adaletin geldiği yer - mağdur ettiği on binler açısından’ bakıldığında insanlara kılıç kadar zarar vermiş bir sistemi anlamak da mümkün. Darbe süreçlerinden 28 Şubat’a pek çok dönemde ülkede yargı hep güçlülerin (o dönemler asker) yanında yer almış, hâlâ vicdanları kanatan başta idamlardan parti kapatmalara pek çok utanılacak karara imza atmıştı. Son yıllarda açılan davalarla ortaya çıkan mağduriyetler askerlerin egemen olduğu süreçleri aratmadı.
Bir cümleyle giriş yaptım, bir de fotoğraf karesinden bahsedip ‘belge’nin analizine geçeyim. Cumhurbaşkanı açıklama yaparken salonda yüksek yargı mensupları ile Barolar Birliği Başkanı da vardı. Açıklama sırasında zaman zaman alkışladılar, bittiğinde de beraber fotoğraf çektirdiler. Bir dönem Erdoğan ile çay toplayan yüksek yargıçların doğrudan yargıyı ilgilendiren bir toplantıda olmasını bir ilerleme olarak not düşebiliriz. Türkiye’nin yeni geçtiği Cumhurbaşkanlığı sisteminde yüksek yargının atamalarında partili cumhurbaşkanının etki alanının nasıl arttığını da hatırlayalım. Ve baştan notu koyalım: Anayasa ile yargıç güvenliği sağlanmadan, yüksek yargı mensuplarının seçimi siyasetten bağımsız kılınmadan ‘yargı reformu’ sadece iyi niyetli bir söylem olarak kalır.
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSK) üyeleri eskiden 22 kişi idi ve Cumhurbaşkanı 6 üye seçebiliyordu. Yeni sistemde sayı 13’e düşürüldü, üyelerin 6’sının atama yetkisi Cumhurbaşkanı’nda kalırken geri kalan 7 üyeyi yine Meclis belirliyor. Meclisteki çoğunluğun da iktidarda olduğunu düşünürseniz durumu anlayabilirsiniz.
Yargıtay’a üye seçilebilmek için 17, Danıştay’a üye seçilebilmek için 20 yıl hakimlik ve savcılık yapmış olmak gerekiyordu. Bu süre her iki yer için birinci sınıfa ayrıldıktan sonra 3 yıla indirildi. Bu da yaklaşık 12 yıllık döneme denk geliyor. Yargıtay üyeleri birinci sınıfa ayrılmış hakim ve savcılar arasından HSK üyelerinin salt çoğunluğu ile seçiliyor. HSK’nın yapısının nasıl oluştuğuna bakıldığında durum net anlaşılır.
Danıştay da dörtte biri Cumhurbaşkanı, dörtte üçü HSK üyelerinin katılımıyla oluşturuluyor. Ayrıca 24 Aralık 2017’de 696 sayılı KHK ile Yargıtay ve Danıştay üye sayıları arttı. Yargıtay’da biriken dosyaların sonuçlandırılması gerekçesiyle 100 yeni üye geldi. Cumhurbaşkanlığı sisteminde 15 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin 12 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, 3 üyesi yine AKP’nin çoğunluğa sahip olduğu Meclis tarafından atanıyor. Yeni sistem cumhurbaşkanlığı makamını adalet yapılanmasını oluşturma konusunda en yetkili makam haline getirdi. Yargı reform paketini bu noktalara dikkat çekmeden analiz etmek eksiklik olur.
Fotoğraftaki diğer isim Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu idi. Özellikle siyasi davalarda mahkeme başkanları tarafından mesleğini neredeyse yapamaz hale getirilen, adliyelerin içinde bile zaman zaman polis şiddetine uğrayan, etek boylarıyla uğraşılan, tutuklanan avukatların temsilcisi Feyzioğlu, Erdoğan’ın avukatlara yeşil pasaport verileceği haberini sevinçle karşılayıp, uzun uzun alkışladı.
Gelelim Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin kritik noktalarına. Cumhurbaşkanı’nın açıklamasında kamuoyunun beklediği temel nokta ‘hak ve özgürlükler’ ile ilgili olandı. Belgede 9 amaç, 63 hedef ve 256 faaliyet yer alıyor. Yargı Reformu Stratejisi’ndeki 9 amaç şu başlıklar altında sıralanıyor:
“Hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi”, “Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve şeffaflığının geliştirilmesi”, “İnsan kaynaklarının nitelik ve niceliğinin artırılması”, “Performans ve verimliliğin artırılması”, “Savunma hakkının etkin kullanımının sağlanması”, “Adalete erişimin kolaylaştırılması ve hizmetlerden memnuniyetin artırılması”, “Ceza adaleti sisteminin etkinliğinin artırılması”, “Hukuk yargılaması ile idari yargılamanın sadeleştirilmesi ve etkinliğinin artırılması”, “Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin yaygınlaştırılması”.
Belgede ‘hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi-genişletilmesi’ bölümü şöyle ifade ediliyor:
Yargı Reformu Strateji Belgesi, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve genişletilmesi amacıyla mevzuat değişiklikleri yapılmasını öngörüyor. Bu çerçevede, hak ve özgürlüklere ilişkin standartların yükseltilmesine yönelik mevzuat paketleri hazırlanacak. Ayrıca, ifade özgürlüğüne ilişkin davalarda kanun yolu güvencesi artırılarak ilgili kararların istinaf incelemesinden sonra Yargıtay tarafından da incelenmesi sağlanacak. Tutuklama tedbirine ilişkin mevzuat gözden geçirilecek ve tutukluluk süreleri soruşturma ve kovuşturma aşamaları için ayrı ayrı düzenlenecek. İnternet erişim engelleme usulleri ele alınarak bu konuda uluslararası standartlara uygun bir mevzuat altyapısı oluşturulacak. Makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin başvurular için yeni bir mekanizma hayata geçirilecek. Yeni bir “İnsan Hakları Eylem Planı” hazırlanarak hak ve özgürlüklere ilişkin ayrıntılı düzenlemeler ortaya konulacak.
Şimdi metne teknik bir detayla başlayalım: Türkiye’nin kanunlarında ‘ifade özgürlüğü davaları’ diye bir terim-kavram yok. Burada muğlak bir durum var. Çünkü gazetecilik yaptığı için pek çok kişi terör örgütü propagandası (TMK 7/2) ve örgüte yardım (TCK 220/7) suçlamasıyla (TMK ) cezaevine girdi. Bu nokta açık değil. Ancak ‘İfade özgürlüğüne ilişkin davalarda istinaf incelemesi sonrası Yargıtay tarafından da inceleme noktası’ akla Cumhuriyet Gazetesi davasını ve Barış Akademisyenleri ile ilgili davaları getiriyor. Halen 5 yılın altında ceza alan 6 Cumhuriyet çalışanı istinaftan sonra Yargıtay beklenmeden hapse girmişti. Aynı şekilde Prof. Dr. Füsun Üstel halen cezaevinde.
Belgenin tamamı için söylenebilecek tespiti bu konuda yapmak lazım: Belgede genel ilkeler ve hedefler belirtilmesine rağmen, buna dair somut yasa teklif metinlerinin nasıl-ne zaman düzenleneceği belirtilmemiş.
İfade özgürlüğünün kapsamının genişletilmesi ile ilgili olarak Terörle Mücadele Yasası’nın 7/2. Maddesinin değişip değişmeyeceği kritik önemde. Bu konuda somut bir gönderme yok ama ‘yargireformu.com’ adresinde yer alan çalışmanın tam metninin 27. Sayfasında şöyle bir bölüm yer almakta:
"Belge’de ele alınan konuların iki temel yönü bulunmaktadır. Bunlardan biri mevzuat altyapısına, diğeri uygulamaya ilişkindir. Uygulamada insan hakları duyarlılığının artırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması planlanmıştır. Bu çalışmalar özellikle ifade ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ve tutuklama tedbirine ölçülü başvurulmasına yönelik olacaktır. Diğer yandan mevzuat altyapısına ilişkin de geniş bir tarama çalışması yapılarak, bireylerin haklarının korunması ve genişletilmesi için yasal çerçevenin güçlendirilmesine yönelik adımlar belirlenmiştir. Bu kapsamda başta terörle mücadele mevzuatı olmak üzere ifade özgürlüğünü etkileyen mevzuat bu süreçte ele alınacaktır."
Anılan mevzuatın en tartışılan bölümü, yukarıda da bahsettiğim TMK’nın 7. maddesinin 2. fıkrası. Şöyle diyor: Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.
Bu madde son yıllarda öyle keyfi uygulandı ki pek çok ifade hürriyeti-basın özgürlüğü olarak ifade edilecek konu bu kapsamda cezalandırıldı. Avrupa Birliği normları, Venedik Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları bu maddenin ‘siyasetçiler tarafından nasıl kullanılabildiğine dair’ uyarılarla dolu. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladığı ‘yargı reformu’ belgesinin ‘AB’ye tam üyelik sürecine bağlılığın da ifadesi’ olarak tanımladı. Başta Türkiye’ye uygulanan vizenin kaldırılması özellikle bu maddede yapılacak değişiklikle mümkün olacak.
Erdoğan’ın konuşmasında tutuklulukla ilgili bir bölüm de yer alıyor. Cumhurbaşkanı şöyle diyor: Tutuklama tedbirinin ölçülü olmasına yönelik yeni adımlar atıyoruz. Tutuksuz yargılanmayı asıl yöntem olarak görüyoruz.
Aslında bu cümlede bir itiraf da var: Bugüne kadar yapılan tutuklamalar ölçüsüzdü. Aylarca iddianameyi bekleyen, hâkim karşısına bir yılı geçen sürelerde çıkarılmayan binlerce kişinin yaşadığı, hala süren bunca durumdan sonra.
Cumhurbaşkanı internet erişim engelleme usullerini gözden geçirdiklerini de söyledi, işkenceye sıfır tolerans gösterdiklerini/göstereceklerini de. Bunu söylerken Wikipedia hâlâ ‘yasaklı’ idi. Ankara Barosu Avukat Hakları Merkezi, Cezaevi Kurulu ve İnsan Hakları Merkezi tarafından hazırlanan Ankara Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Soruşturma Bürosu’nda dışişleri eski çalışanlarına coplu dayak-taciz işkence raporu daha yeni yayınlanmıştı.
Yazıyı şöyle bitirmek lazım. Genel ilkelerin konulduğu, somut adımların ne zaman atılacağının net olmadığı, yaşanan-yaşanmakta olan bunca mağduriyetten sonra geç kalmış bir girişim.