Saat gece yarısını çoktan geçmiş…2’ye doğru geliyor. Cihangir’de bir iş toplantısından çıktım, Taksim’deki arabaya yürüyorum. 10-15 dakikalık bir yol. Hastanenin önüne gelene kadar, belediyenin çöp kutularının başında ya da kenara kıyıya, atılmış çöplerin arasında değişik yaşlardan kişileri ‘işe yarar bir şeyler ararken’ görüyorum. Hastanenin önünden meydandaki otele kadar bu kez hem çöplerin arasında hem etraftaki restoranların ya da büfelerin önünde ‘yemek artıklarının’ peşinde olanlar. Tam meydanın merkezinde Sıraselviler çıkışındaki ünlü tatlıcının kapısında bir kız çocuğu görüyorum. En fazla 6 yaşında. Gözlerinden uyku akıyor. Elinde bir kağıt mendil masadakilerden para istiyor. Acıdan, utançtan ne yapacağımı bilemiyorum. Arabaya biniyorum. Beşiktaş’ın stadının yanından Dolmabahçe önünden eve gideceğim. Trafik ışıkları yanıyor. Arabanın camına, birinin kucağında bebek, iki kadın yanaşıyor. Yardım istiyorlar. Dolmabahçe’nin önünden Beşiktaş Ortaköy yolunu kullanıyorum. Ortaköy ışıklarda yaşı 60-65 yaşlarında bir hanımefendi elindeki çiçekleri satmaya uğraşıyor. Hisar’a kadar bu kez 10-15 yaşlarında çocuklar, aralarında 20 yaşın üzerinde gençler de var yine çiçek satma derdinde. Hisar sahil, klarnet ve darbuka, bana mı tesadüf ediyor, çocuklar yine…
İstanbul memleketin en kalabalık ve Türkiye’nin genel resmini verebilen şehri olduğu için bu örnekler önemli. Şehrin farklı ilçelerinden, memleketin farklı illerinden gözlem ve bilgilerim de var tabii. Çok değil üç yıl önce ilk tanıştığımda Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo bana İstanbul’da birkaç farklı ilçeden adresler vermişti. Yoksulluğun en ağır fotoğraflarının yaşandığı yerler. ‘Siz gazeteci olarak hep alandasınız ama buraları da mutlaka görün’ demişti. Gidip, görmüş, irkilmiştim. Şimdi yoksulluk ve sefalet görüntüleri şehrin her yerinde… Adeta damarlarında dolaşıyor.
Üç beş lokantaya, bilinen birkaç alışveriş merkezinin doluluğuna bakarak (ki çoğunluğu Türk Lirası’nın değer kaybıyla neredeyse bedavaya yaşayan yurt dışından gelenler) ‘analiz’ yapanlar (çoğunluğu iktidar yandaşı), toplasan bir milyon kişiyi geçmeyecek bu kesimden hareketle hala ekonomide durumun pek de kötü olmadığını savunuyor.
Yoksulluk yazacak-konuşacaksam mutlaka ararım Hacer Foggo’yu. ‘Durumun vahametinden’ o da bahsediyor. Verdiği pek çok örnekten biri beni dehşete düşürüyor. Epilepsi hastası evladına ilaç yazdıracak anne. Hep gittiği doktor başka yere tayin olmuş. Hemen yeni bir doktor bulunuyor. O yazacak, ilaç alınacak. Anne diyor ki: Abla nasıl gideyim o doktora yol param yok ki…
Foggo her geçen gün ‘kirasını ödeyemeyen kişi sayısında artış olduğuna dair’ kendilerine bilgi ulaştığını söylüyor.
Ekonomi sayıdan fazlasıdır, aslında hayattır. Ama sayıyı da eksik etmeyelim. Kaynağı TÜİK olan bir veriden bahsedeceğim. (Uğur Gürses’in tweet’iyle haberim oldu.) Hanenin maddi durumu, tüketici güven endeksi. Geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde hanenin maddi durumu 2018’den itibaren sürekli düşüş gösteriyor. Yani cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişten beri. 70 puandan, özellikle son bir yılda hızlanarak 44.54 puana düşüyor. Gelecek 12 aya yönelik maddi durum beklentisi de mart 2021’deki 87.92 seviyesinden 59.87’ye geriliyor. Yani sokağa gözünüzü kapatsanız bile TÜİK verilerine göre dahi fiili yoksullaşma ve beklenen yoksullaşma resmen gözüküyor. İşsiz, emekli, çalışan, çiftçi, kent, her birinin arkasına bir yoksulluk kelimesi ekleyebilirsiniz.
Peki ya iktidar? Ya inkar ediyor ya ‘dış güçler ve yerli işbirlikçileri’ diye konuşuyor. Ha bir de Saray’da ağırlamalara devam ediyor. En son, İstanbul’da başkonsoloslukta bir gazetecinin katliam emrini veren ‘prens’i konuk ettiler. Kısa bir süre öncesine kadar haklı olarak eleştirdikleri, tavır koydukları ismi, ekonomide sıkışınca, tüm kabine ‘en iyi şekilde’ tam kadro ağırladılar. Geceden yansıyan görüntüler sadece yemeli-içmeli değil sazlı-sözlü de bir buluşma olduğunu gösteriyor.
İnsanın, yerken, gülerken hatta özgürlüğünden utandığı bir ülke haline geldik. Başkasının yiyemediğini bilirken yemek, gülemediğini bilirken gülmek, haksız yere özgürlüğünü kaybedenlerin sayısına bakarak özgürce gezmek… Her biri insanın canını yakıyor…
İktidarın durumu belli. Artık oraya bir söz söylemek, değişim beklemek nafile… Ancak muhalefet artık ‘Erdoğan’a 10 soru yöneltip bunu pankart olarak parti genel merkezi binasına asmak’ yerine kimliksel ya da sınıfsal ayrım olmadan, kimseyi arkada bırakmadan ’10 maddede nasıl bu bataklıktan çıkarız’ın pankartını assa daha çok ses getirir.
Bu aralar dilimde hep Edip Cansever’in ‘Mendilimde kan sesleri’ şiiri: Gülemiyorsun ya gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti. T24’te köşe yazarlığı, Halk TV’de yorum yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |