1 Haziran’dan itibaren başta ABD ve Avrupa’da olmak üzere çok sayıda ülkede ekonomiler ve sosyal yaşam yeniden açıldı. Türkiye’de bu yeniden açılma "normalleşme" programı adı altında ve önce mayıs ayında AVM’lerin, 1 Haziran’dan itibaren de ekonominin geri kalan sektörlerinin açılmasıyla gerçekleşiyor.
Ancak başta halk sağlığı hekimleri ve epidemiyolojistler olmak üzere tıp ve bilim dünyası genelde bu erken açılmaya; vaka sayılarını artıracağı, böylece daha fazla ölüme neden olacağı, ayrıca şu ana kadar başta sağlık emekçileri olmak üzere fedakârca yürütülen mücadelenin boşa gideceği için karşı çıkıyor. Üretime ve hizmetlere geri döndürülen emekçiler hastalanıp ölmekten endişe duyarken, birçok iktisatçı da bunun telafisi çok zor olacak bir ikinci ekonomik kapanma, dolayısıyla da daha fazla işsizlik, borç, yoksulluk ve bütçe açığına neden olacağına inandıklarından karşı çıkıyor.
Müesses nizam ise, insanları deyim yerindeyse işsizlikten, açlıktan ya da evde kalmanın neden olacağı sorunlardan ölmekle, işe dönüp salgından ölmek arasında bir tercih yapmaya zorluyor. Böyle bir dayatma aslında normal bir dünyada ciddi bir suç sayılabilirdi. Çünkü üretim faaliyetlerine bırakılan yerden devam edilmesi ve ekonomik kayıpların hızlıca kapatılması için böyle bir erken açılma kararı başta işçiler olmak üzere yüz binlerce insanın daha hastalanmasına ve ölmesine neden olacak.
Üstelik birçok işyerinde (bırakın yeni koruyucu sağlık önlemlerinin alınmasını), sabun, dezenfektan gibi temizlik araçları dahi mevcut değil. Dahası Türkiye’de olduğu gibi, yeni bir düzenleme ile işe dönüş sonrasında işyerlerinde ortaya çıkacak Koronavirüs vakalarından dolayı işverenler sorumlu tutulamayacak. Çünkü Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 7 Mayıs'ta yayımlanan bir genelge ile Koronavirüs meslek hastalığı ve iş kazası sayılmayacak. (1)
Bu arada 19 Haziran’da Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandemideki günlük vaka sayısında şu ana kadar görülmemiş bir artış yaşanarak bir günde ortaya çıkan vakanın 181 bini geçtiği açıklandı. (2) Bu vakaların çok büyük bir kısmı Brezilya ve Hindistan gibi çevre ülkelerinde görülüyor. Yani Avrupa ülkeleri günlük vaka sayısını azaltırken, dünyanın azgelişmiş bölgelerinde (ABD’nin yanı sıra) yeni Koronavirüs vakaları giderek artıyor.
Bu durum karşısında haklı olarak DSÖ de salgının "yeni ve çok tehlikeli bir aşamaya geldiği" açıklamasını yaptı ve normalleşme adı altındaki erken açılma yapan ülkeleri uyardı. (3)
Bir önceki yazımızda da vurguladığımız gibi, bir süredir kontrollü bir "sürü stratejisi" izlemekte olan Türkiye’de de erken açılmanın sonucunda resmi günlük vaka sayısı 1-15 Haziran arasında yüzde 58 artarak 1,567 oldu. (4) Şu an günlük vaka sayısının 1,200’ün üzerinde seyretmesi bu stratejinin kaçınılmaz bir sonucu olarak algılanıyor.
"Sürü bağışıklığı stratejisi" Korona salgını sonrasında ilk kez İngiltere, Hollanda ve İsveç’teki uygulamalarla gündeme gelmişti. Belli bir yaş grubunun dışında halkın sokağa çıkmasının serbest bırakıldığı bu ülkelerde bu strateji, salgının yayılımını azaltmak ve salgının neden olduğu büyük çaptaki ekonomik zararı asgaride tutmak gerekçeleriyle olduğu kadar, başta seyahat özgürlüğü olmak üzere bireysel özgürlükleri korumak gerekçesiyle savunulmuştu.
Örneğin kendisi de iki kez virüs nedeniyle tedavi altına alınan İngiltere Başbakanı Boris Johnson bu virüs nedeniyle Britanya halkına "bağışıklığı zayıf olan bazı sevdiklerine veda etmek zorunda kalabileceği" biçimindeki absürt bir açıklama yapmıştı. (5)
Bir yazarsa bu stratejiyi (eve kapanmanın neden olduğu özgürlük kısıtlamalarını, sosyal ve ekonomik zararları eleştirerek) insanları özgürleştirici bir strateji olarak savundu.
Yazara göre "salgınla mücadele için ekonomileri kapatmayı savunmanın tarihsel ya da bilimsel bir temeli yok zira eve kapanma bilimsel araştırmaların sonucunda ortaya konulan bir çözüm değil. Aksine sosyal mesafelenme, oto izolasyon ve oto karantina gibi, eve kapanma da sosyal kontrol amaçlıdır. Hak ve özgürlükleri kısıtlamanın, ekonomiyi tahrip etmenin, bütün toplumu kalıcı bir sinir bozukluğu halinde tutmanın topluma, ekonomiye, ekonomik iyi olma haline faydası olmadığı gibi, ortada bunlara sayısız zarar veren bir aşırı reaksiyon mevcuttur. Çünkü ekonomilerin aç-kapa düğmeleri yoktur. Bir kapanma milyonlarca insanı işsiz bırakırken, bir o kadar işletmeyi de batırır. Batan bu firmaları tekrar canlandırabilmek ise çok zordur". (6)
Kısaca, bu strateji altında salgından kurtulabilmek; ya etkili bir aşının geliştirilmesiyle ya da doğal yollarla ona karşı bağışıklık geliştirmekle mümkün olabilir. Bu yüzden de eve kapanma kalıcı bir çözüm değildir.
Diğer İskandinav ülkeleriyle kıyaslandığında (sürü stratejisi uygulayarak) çok daha yüksek vaka sayısına, yüksek ölüm oranına ve vaka artış hızına neden olduğu için eleştirilen ülkelerin başında gelen İsveç’te ise bu uygulamanın planlı bir strateji olmaktan ziyade, İsveç Anayasası'ndan kaynaklandığı da ileri sürülüyor.
Buna göre İsveç Anayasası'nda var olan üç madde bu uygulamayı zorunlu kılıyor. Bunlar seyahat özgürlüğü (Bölüm 2/ madde 8), kamu otoritelerinin uygulamacı bakanlıklardan özerk karar alabilme yetkileri (Bölüm 12/ madde 2) ve yerel yönetimlerin kendi kararlarını alabilme ve uygulayabilme gücü (Bölüm 14/ madde 2).(7)
Bu yaklaşım ışığında, Korona salgını sonrasında İsveç hükümeti, barış zamanında olağanüstü hâl ve buna bağlı olarak sokağa çıkma yasağına izin vermeyen anayasası gereğince diğer ülkeler gibi kapanamadı. Sadece insanların 50’den fazla bir sayıda bir araya gelmesi yasaklandı, fiziki mesafelenmeye uymayan restoranlar kapatıldı, liseler ve üniversiteler kapatıldı ama kreşler, ilkokullar açık tutuldu, serbest dolaşıma izin verildi. Hükümet bu arada el yıkama, fiziki mesafelenme, self-izolasyon gibi konularda halkı bilgilendirdi ama her hangi bir zorlamada bulunmadı.
Diğer taraftan gerekçesi ne olursa olsun (bir önceki yazımızda da vurgulandığı gibi) (8) böyle bir uygulama İsveç’te diğer ülkelerdekinden çok daha fazla, daha hızlı Korona vakası ve ölümünün ortaya çıkmasıyla sonuçlanırken, beklenen ekonomik zarar da önlenemedi.
Sürü bağışıklığı yaklaşımına göre; virüsü daha fazla kontrol altına almak mümkün olmadığı için tüm ülkeyi kapatmaktansa, sadece yüksek risk grubuna mensup olanları karantinaya almak ve kalanların arasında virüsün yayılmasına izin vermek daha mantıklıdır.
Yani sürü bağışıklığı fikri; aşının henüz geliştirilmediği bir dönemde, eğer nüfusun belli bir bölümüne (yüzde 50-70’i) işyerlerini, sokakları, okulları, ulaştırma araçlarını işlek tutarak virüsün bulaşmasına izin verilerek salgına karşı bağışıklık kazandırılırsa, virüsün artık yayılamayacağı (geri kalan nüfusu aşılamaya gerek olmaksızın), vaka sayılarının azalacağı düşüncesine dayanıyor. Yani sağlıklı insanlara salgının bulaştırılmasına izin verilerek uzun vadede daha çok insanı kurtarmanın mümkün olduğuna inanılıyor.
Bir başka anlatımla, insanların büyük bir kısmını eve kapatmaya gerek kalmayacak, sadece 65 yaş ve üstü ve kronik hastalıkları olan yüksek risk grupları evde kalmaya zorlanarak korunacak, diğer nüfus bağışıklık kazanmak için serbestçe dolaşacak.
Böylece aşının bulunması beklenirken, aynı zamanda da virüsün yayılması yavaşlatılarak sağlık sistemi üzerindeki (yoğun bakım gibi) etkileri hafifletilecek. Kuşkusuz salgının neden olduğu ekonomik zarar da olabildiğince hafifletilecek. Sağlık bilimciler ise bu yaklaşımın; bilim dışı, çok riskli ve çok daha yüksek oranda ölümlerle sonuçlanacak bir yaklaşım olduğunu ileri sürüyorlar.
Burada kuşkusuz bu stratejiyi uygulayan ülkelerin salgının yayılmasını (beklendiği gibi) önleyip önleyemedikleri sorusu önem kazanıyor.
Bunu ancak antikor testleriyle öğrenebilmek mümkün olabiliyor. Yapılan araştırmalar İsveç’in başkenti Stockholm’ün nüfusunun sadece yüzde 7,3’ünde Covid - 19 antikorları geliştirildiğini (çok düşük bir oran) ortaya koyuyor. Madrid gibi yüzde 5’inin virüs pozitif olduğu bir kentte antikor oranı yüzde 11, Britanya ortalamasında ise yüzde 17 (Londra’da yüzde 5). Şu anda hiçbir ülke yüzde 5’ten fazla bir antikorlu nüfusa sahip değil (buna sürü bağışıklığını yaklaşımını destekleyen ülkeler de dâhil). (9) DSÖ ise dünyada antikor ortalamasının yüzde 3 gibi düşük bir oranda olduğunu açıkladı.(10)
Türkiye’de ise bağışıklık oranlarının hesaplanması için 153 bin hanede yapılacak antikor testlerinin İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Konya, Tekirdağ, Adana, Sakarya, Gaziantep, Manisa, Eskişehir, Bursa ve Kayseri’de yapılacağı açıklandı. (11)
Diğer yandan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, Koronavirüs'e karşı toplumsal bağışıklığın oluşmasının hayal olduğunu belirtiyor. Ona göre Türkiye'de şu ana kadar bağışıklık oranı sadece yüzde 2. Ülkenin yüzde 50'ye çıkabilmesi için Türkiye genelinde 25 tane Koronavirüs büyüklüğünde salgın geçirmesi gerekiyor. (12)
Dünya çapında yapılan bilimsel araştırmalarsa sürü bağışıklığının başarıyla uygulanabilmesi için nüfusun en az yüzde 60’ının koruyucu antikor (bağışıklık) geliştirmesinin gerekli olduğunu ileri sürüyor. (13) Bu hedef, mevcut veriler altında, ne dünyada ne de Türkiye’de gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir hedef.
Kısaca bu oranı yakalayabilmek için yüz binlerce insan daha ölmesi gerekecek. Nitekim İspanya’da yüzde 5’lik bir nüfusun antidot geliştirmesinin bedeli gereksiz bir yere 27,459 insanın ölümü biçiminde oldu. Bu da İspanya nüfusunun yarısının enfekte olması için 250 bin insanın daha ölmesi gerekiyor demek. Bu 330 milyon nüfuslu ABD’de 2 milyon ilave insanın ölmesi anlamına geliyor. (14) Ayrıca Harvardlı bilim insanlarına göre, aşının vaktinde bulunamaması halinde ve etkin tedavi yapılamazsa sürü stratejisinin hedeflerine ulaşabilmesi 2 ila 4 yıl alabilecek. (15)
Aslında böyle bir tehlike konusunda hükümetler (henüz ekonomilerin yeniden açılması gündeme gelmeden de) bir rapor ile uyarılmışlardı. Imperial College London adlı bir kuruluş raporunda (16) salgın nedeniyle alınan önlemlerin yumuşatılarak işe geri dönüş uygulamasının başlatılmasının, işyerlerinde, hastanelerde ve topluluklarda virüsün yeniden patlama yapmasına engel olmayacağı ve bunun sonucunda yeniden kapanmaların gündeme geleceği vurgusu yapılmıştı.
Türkiye’de Türk Tabipleri Birliği (TTB) erken açılmayla birlikte Türkiye’de doğrulanmış olgu sayılarındaki artışın alarm verdiğini ileri sürerek Sağlık Bakanlığı’nı uyarmak durumunda kaldı.
TTB ayrıca Bakanlığın Covid - 19 pandemisi ile ilgili olarak epidemiyolojik verileri açıklamaktan ısrarla kaçındığını, açıklanan verilerin yalnızca 10 kente ait olduğunu, geriye kalan 71 kentteki olgu sayılarının açıklanmadığını, buna rağmen (Bakanlık verilerine göre dahi) son 3 günde 10 ildeki vaka sayısının 1,293 olduğunu açıkladı. (17)
İkinci soru bu şekilde sağlanan bağışıklığın kalıcı olup olmadığı. Çünkü Covid - 19 virüsünün kuzenleri olduğu ileri sürülen SARS ve MERS’te bağışıklık ancak 1-3 yıl sürebildi. (18) Yani böyle bir serbestleşme ile elde edilecek bağışıklığın kalıcı olduğu bilimsel olarak kanıtlanamıyor.
Öte yandan bilim insanlarına göre, sürü bağışıklığı şart değil. Çünkü birçok ülke daha fazla test yaparak, izleme yaparak izolasyonu ve sıkı korumayı sürdürerek günlük vaka sayısını ciddi olarak düşürebiliyor.
İşte bu nedenden dolayı sürü bağışıklığı konusunda uyarılarda bulunan Dünya Sağlık Örgütü Acil Sağlık Programı Direktörü Dr. Mike Ryan sürü bağışıklığı ile ilgili kaygılarını dile getirirken şunları söyledi:
"İnsanlar sürü değildir. Bu virüs çok ciddi bir virüstür, bir numaralı düşmandır. Herkes güvende olmadan hiç kimse kendini güvende hissetmemelidir." (19)
…devam edecek: Neden sürü stratejisi?
(2) https://www.worldometers.info/coronavirus (20 Haziran 2020).
(4) Mustafa Durmuş, "COVİD-19 vakaları tekrar artarken ön plana çıkan iki ülke deneyimi", https://kesk.org.tr (15 Haziran 2020).
(5) https://www.politicshome.com/news/article/boris-johnson-says-many-more-families-will-lose-loved-ones-as-experts-believe-10000-have-coronavirus-in-uk (12 March 2020).
(6) Mike Whitney, "Lifting the Lockdown; Easy Does It", https://www.unz.com/mwhitney/lifting-the-lockdown-easy-does-it (26 April 2020).
(7) Lars Jonung,"Sweden’s constitution decides its exceptional Covid-19 policy", https://voxeu.org (18 June 2020).
(8) Durmuş, agm.
(9) Jeremy Rossman "Herd immunity in Europe – are we close?", https://theconversation.com (28 May 2020).
(11) https://t24.com.tr/haber/antikor-testleri-yapilacak-iller-aciklandi (17 Haziran 2020).
(12) https://www.milliyet.com.tr/galeri/prof-dr-mehmet-ceyhan-hayal-deyip-acikladi-istanbul-7-turkiye (5 Haziran 2020).
(13) Rossman, agm.
(14) Andre Damon,"The murderous pseudoscience of "herd immunity", https://www.wsws.org (16 May 2020).
(18) https://blogs.scientificamerican.com/observations/can-we-really-develop-a-safe-effective-coronavirus-vaccine (20 Haziran 2020).
(19) https://www.irishtimes.com/news/world/who-sees-potentially-positive-data-in-treating-coronavirus (12 May 2020).