Devam etmekte olan Glasgow COP26 İklim Konferansında asıl olarak iki konunun görüşüldüğünü hatırlatarak başlayalım. Sırasıyla:
(i)) Küresel ısınmadaki artışı 1,5 °C’den (tercihen) fazla olmayacak şekilde tutabilmek için, ülkelerin “net sıfır” emisyonu hedefleyen karbon kesintilerine ilişkin taahhütlerinin güncellenmesi.
(ii) Bu stratejinin finansman ayağı olarak, azgelişmiş ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerini yumuşatma ve yenilenebilir çevreci teknolojilere uyum sağlayabilmeleri için oluşturulan yıllık 100 milyar dolarlık İklim Finansmanı Fonu’na işlerlik kazandırmak.
Bu çerçevede, toplantılar başladığından beri, küresel medya kanalları hem “net sıfır” emisyon hedefine varabilmek için uzlaşma sağlandığı, hem de bunun için gerekli olan finansman fonunun oluşturulmasında gelişkin ülkelerin üzerilerine düşeni yapacaklarına dair taahhütlerini sürdürdüklerine dair haberleri sürekli gündemde tutuyor.
İlk konu ile ilgili olarak, bir önceki yazımızda, “net sıfır” söyleminin aslında bir aldatmaca olduğunu, hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini, asıl ihtiyacımız olanın “gerçek sıfır” emisyon olduğunu, bunun için de derhal başta fosil yakıt üretimi olmak üzere sera gazı emisyonuna neden olan faaliyetlerin durdurulması gerektiğini vurgulamıştık.
Toplantılar başladığından beri 100’den fazla ülke, bir kez daha, atmosferdeki karbon emisyonunu azaltmak, böylece de “net sıfır” hedefin tutturulmasını sağlayabilmek için, 2030 yılına kadar ormansızlaşmayı durdurmak ve yeni orman alanları oluşturmak konusunda bir kez daha taahhütte bulundu.
Ancak, daha önce de örneğin New York'ta düzenlenen 2014 BM İklim Değişikliği Zirvesinde de 2020 yılına kadar ormansızlaşmayı yarıya indirme sözü verilmişti ama bunun tam tersine bir biçimde o tarihten bu yana ormansızlaştırma yüzde 41 arttı.(1)
Bu yıl Hindistan, ilk kez olmak üzere, 2070 yılına kadar emisyonlarını sıfırlama taahhüdünde bulundu. ABD Devlet Başkanı Joe Biden küresel metan emisyonlarını 2020 seviyelerine göre yüzde 30 oranında sınırlamaya yönelik yeni düzenleyici önlemler dışında konferansa büyük ölçüde eli boş geldi. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise, ülkesinin iklim planlarını ilerletmeyen, ancak “daha zengin ülkeleri düşük gelirli ülkelere yardım etmek için daha fazlasını yapmaya” çağıran yazılı bir açıklamada bulunmakla yetindi.(2)
Bu sözlerin verilmesi kolay, bu yüzden de siyaseten herkes vaatte bulunabiliyor ama bunlar yerine getirilmesi zor sözler. Zaten sadece sokaktaki COP26 protestocuları değil, aslında bu sözleri verenler de bunların büyük bir kısmının yerine getirilmeyeceğini çok iyi biliyorlar.
Asıl korkutucu olan iklim değişikliğinin hali hazırdaki boyutunun büyüklüğü. Bir bilimsel çalışmaya göre, Glasgow COP26’da verilen tüm sözler tutulsa dahi küresel ısınma sanayi öncesi düzeyin 1,9 ℃ üzerinde kalacak. (3)
Geçen ay Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından yayınlanan bir rapor, ülkeler tarafından hâlihazırda açıklanan iklim taahhütlerinin dünyayı yüzyılın sonuna kadar 2,7°C’lik ısınmaya doğru bir yola sokacağını öngörüyor. (4) Buna göre, bu yüzyılda ısınmayı 1,5°C’nin altında tutmak için, dünyanın önümüzdeki 8 yıl içinde yıllık sera gazı emisyonlarını yarıya indirmesi gerekiyor ki bu hayal bile edilemez bir durum.
Daha da kötüsü, son IPCC raporunun yazarlarının çoğunluğu (214 bilim insanı) çok daha karamsar zira küresel ısınmanın bir krize dönüştüğünü düşünüyorlar. Bu yazarlar gezegenin geleceği konusunda oldukça endişeliler, feci değişikliklerin bizleri beklediğine inanıyorlar.
Nature Bilim Dergisi’nce yapılan bir ankete katılan bu yazarların yaklaşık yüzde 60’ına göre, sanayileşme öncesi koşulları ile karşılaştırıldığında, yüzyılın sonuna kadar dünya en az 3°C ısınacak. Küresel ısınmanın 3°C’yi bulması; her yıl çok büyük sıcak hava dalgalarının ortaya çıkma ihtimalinin yüzde 75 artacağı ve su taşkınları, sel riskinin iki katına çıkacağı anlamına geliyor. (5)
Zirvenin ikinci önemli konusu olan iklim finansmanı ise aslında 11 yıl önce karara bağlanmıştı. Öyle ki 2009 yılında zengin ülkeler iklim değişikliği nedeniyle azgelişmiş ülkelerin uğradıkları kayıplarını telafi etmelerine yardımcı olacak, onların yeni çevreci teknolojilere uyarlanmalarını sağlayacak “iklim finansmanı” olarak da bilinen ve 2020 yılına kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir Yeşil Karbon Fonu (GCH) kurulmasına karar verdiler.
Diğer taraftan, UNCTAD azgelişmiş ülkelerdeki yıllık iklim uyum maliyetlerinin 2030’da 300 milyar dolara, emisyon azaltma hedeflerine uyulmaması halinde ise, 2050’ye kadar 500 milyar dolara ulaşabileceğini, şu ana kadar sağlanan finansmanınsa 2030 rakamının dörtte birinden dahi az olduğunu ve özel finansman kanallarının bu açığı kapatamayacağını ileri sürüyor. (6)
Bir başka araştırmaya göre, 2018 yılında iklim finansmanı kapsamında kamu ve özel finansman olmak üzere küresel çapta toplam 546 milyar dolarlık bir yatırım yapıldığı, bunun yüzde 49’unun özel, yüzde 41’inin kamu kaynaklarından geldiği, ancak bu finansmanın yüzde 92’sinin (500 milyar dolar) iklim değişikliğinin etkilerini yumuşatmaya (emisyon azaltmaya-mitigation) dönük ve yalnızca yüzde 2’sinin uyarlanma (12 milyar dolar) için harcandığı tahmin ediliyor. (7)
Öte yandan, Kovid-19 salgını sonrasında G20 ülkeleri tarafından enerji üreten veya enerji tüketen projeler için taahhüt edilen 657 milyar doların (sadece kamu parası biçimindeki) 296 milyar doları, fosil yakıt sektörünü desteklemek için verildi. Bu temiz enerjiyi desteklemek için ayrılan miktardan (228 milyar dolar) neredeyse üçte bir oranında daha fazla. (8)
Bu durum küresel egemenlerin, iklim zirvelerinde farklı şeyler söylerken, pratikte emisyona neden olan fosil yakıt sektörünü desteklemeye devam ettiklerini ve gelecekte de devam edeceklerini gösteriyor.
Devletlerin İklim Finansman Fonu’na sağladıkları finansman miktarı hem fosil yakıt sektörüne verilen desteğe göre düşük, hem de resmi taahhütlerinin gerisinde kaldı.
Bu finansman 2016 yılında 58,5 milyar dolar, 2017’de 71,1 milyar dolar, 2018-2019’da 78,3 milyar dolar ve 2020’de 79,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu miktarın 2022’de 88,3 milyar dolara, 2023’te 97 milyar dolara, 2024’te 106,3 milyar dolara ve 2025 yılında 112 milyar dolara çıkması umuluyor. (9)
Kısaca, genel olarak gelişkin ülkelerin devletleri tam olarak sözlerinde durmadılar. Bu sözü sadece İsveç, Norveç ve Almanya ile sınırlı üç ülke yerine getirdi. En fazla sera gazı emisyonuna neden olan ABD’nin verdiği söz ile sağladığı finansman arasında milyarlarca dolarlık bir açık mevcut. (10)
Ayrıca 2016 yılında olduğu gibi, sağlanan yaklaşık 60 milyar dolarlık finansmanın yarısından fazlası normal kredi ve benzeri diğer finansman biçimlerinden oluşuyor. Yani finansman katkılarının çok küçük bir kısmı hibe (karşılıksız yardım) olarak azgelişmiş ülkelere veriliyor.
Bu durum da kaçınılmaz olarak, hali hazırda salgının derinleştirdiği dış borç sorunu ile boğuşmakta olan azgelişmiş ülkelerin dış borç stoklarını daha da artırıyor, onları bir dış borç krizine doğru sürüklüyor.
Uluslararası gönüllü yardım kuruluş OXFAM’ın bir raporunda (11); OECD verilerine göre iklim finansmanı için kullanılan kaynak miktarının 2015-2016 yıllarında yılda 44,5 milyar dolardan 2017-2018’de 59 milyar dolara çıktığı belirtiliyor. Ancak kuruma göre bu rakamlar gerçeği yansıtmıyor.
İklim yardımına özgün net, gerçek rakamlar yukarıdaki yıllarda sırasıyla; yılda 15-19 milyar dolar ve 19-22,5 milyar dolar ancak olabildi. Dahası bu yardımların karşılıksız yardım (hibe) kısmı ilk dönem için sadece 11 milyar dolar iken, ikinci dönem için 12,5 milyar dolar oldu. Yani iklime özel hibelerin gerçek düzeyi, açıklanan iklim finansmanı rakamlarının yaklaşık sadece beşte biri civarında.
Diğer yandan iyi koşullu krediler ve diğer yardım niteliğinde olmayan aktarmalar 18,5 milyar dolardan 22 milyar dolara yükselebildi. Toplam miktardaki artışın asıl kaynaklandığı kredilerse normal borç biçimindeki (imtiyazsız) krediler oldu. Bunlar yılda 13,5 milyar dolardan 24 milyar dolara çıktı. Yardımların yüzde 20,5’i çok az gelişmiş ülkelere ve yüzde 3’ü küçük ada devletlerine gitti. Ancak bu yardımların da çoğunluğu (ada devletlerine gidenin hemen hemen yarısı) imtiyazsız kredi-borç biçimindeydi. Keza bu yardım projelerinin sadece üçte biri toplumsal cinsiyet eşitliğini dikkate alırken, çok azı yerel düzeyde harcanmak üzere verildi.(12)
Çoğunluk finansman desteği ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamaları için (adaptasyon) verilmekten ziyade emisyonların azaltılmasına (yumuşatma) yönelik olduğundan, uyum için ayrılan fonlar sınırlı kaldı. Örneğin, 2019 yılı toplam finansmanının yalnızca yaklaşık yüzde 25'i uyum çabalarını desteklemek için kullanıldı. Sağlanan finansmanın yüzde 66’lık kısmı iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasıyla ilgiliydi. (13)
Küresel çaptaki kalkınma bankaları da iklim finansmanında rol alıyor. Bu örgütlerin sağladıkları iklim finansmanı konusunda hazırlanan bir rapora göre; böyle kurumlarca 2020 yılında tüm ülkelere sağlanan toplam iklim finansmanın miktarı 66 milyar dolar.
Bunun 38 milyar doları azgelişmiş ve orta gelirli ülkelere, 28 milyar doları ise gelişkin ülkelere verildi. Azgelişmiş ülkelere yönelik finansman paketinin yüzde 69’u yatırım kredilerinden, buna karşılık sadece yüzde 8,6’sı hibelerden oluşuyor. Toplam destek içinde uyum için sağlanan finansman 16,11 milyar dolar. Ancak bunun da yüzde 64’ü yatırım kredisi, yüzde 12’si hibe şeklinde verildi. Uyum finansmanının en büyük kısmı yani 4,2 milyar doları (yüzde 26’sı) enerji, ulaştırma ve diğer çevresel alt yapı inşası için verildi. (14)
Azgelişmiş ülkelere yönelik iklim finansmanının çoğunluğu uyum sağlamaya dönük olarak verilmiş gibi görünse de, bunun çok büyük bir kısmının faiziyle birlikte geri ödenmesi gereken normal kredilerden oluşması bir başka gerçeğe dikkat çekiyor.
Öyle ki bu krediler iklim krizi ile ilgili uyum politikalarında kullanılmaktan ziyade, emperyalist-kapitalist ülkelerdeki sermaye fazlalarının krediler biçiminde azgelişmiş ülkelere aktarılarak getirisinin düşmesini önlemeye dönük bir bildik bir sermaye ihracı yolu olarak kullanılıyor. Bu durumun azgelişmiş ülkelerin borç stoklarını daha da artırması ise kaçınılmaz olacak.
Nitekim Glasgow Financial Alliance for Net Zero/ Gfanz) adlı 45 ülkede faaliyette bulunan 450’den fazla banka, sigorta şirketi ve varlık yöneticisinden oluşan bir özel finansman fonunun sözde net sıfıra geçişe yardımcı olmak için, önümüzdeki 30 yıl içinde 100-130 trilyon dolar kadar finansman sağlamayı hedeflemiş olması (15), küresel finans kapitalin aşırı sermaye birikimini kârlı bir biçimde eritebilmek için iklim krizini önemli bir fırsat olarak kullanmak istediğini gösteriyor.
İklim finansmanı, ölçeğinin büyüklüğü nedeniyle, yolsuzluklara çok açık bir finansman biçimi. Zira finansman sağlanan ülkeler sistemik yolsuzluklarla en fazla anılan ülkeler. Onlarca milyar dolarlık Kamu-Özel İşbirliği projelerine sağlanan dış kredilerde de yaşandığı gibi, böyle büyük bir finansmanın kullanımı ile ilgili olarak ortaya çıkan yolsuzluklar, içerdeki eşitsizlikleri daha da artırırken, otoriter yönetimleri daha da güçlendiriyor ve iklim değişikliğine karşı emisyon azaltma ve yeni altyapıya uyarlanma çabalarına da ket vuruyor.
En fazla iklim finansman yardımı yardım alan 10 ülkenin Küresel Yolsuzluk Endeksi’nin en alt sıralarında yer alması ve iklim finansmanının devasa büyüklükteki yenilenebilir enerji projelerinin gerçekleştirildiği enerji (rüzgâr enerjisi ve barajlar gibi) gibi sektörlerde yoğunlaşması yolsuzluk riskini daha da büyütüyor. (16)
Gerek “net sıfır” stratejisinin, gerekse de iklim zirvelerinde benimsenen haliyle küresel iklim finansman sağlama yönteminin iklim yıkımını önleme konusunda başarılı olma ihtimali son derece düşük.
Öncelikle bu “net sıfır” stratejisi bir aldatmaca. Ayrıca emisyon azaltmaya dönük önlemleri hayata geçirebilmek için küresel bir dayanışmaya, küresel eylemlere ve bunları yürütecek olan küresel kurumlara ihtiyaç var. Ancak Glasgow COP26’da bu ihtiyacın giderilmesine dönük adımlar atılmıyor.
Şu ana kadar ulus devletler Kovid-19 salgını ile başa çıkabilmek ve özellikle de dünyanın yoksul ülkelerine aşı sağlayabilmek için yeterli çaba göstermedikleri gibi, böyle bir aşının finansman kaynaklarını koordine etmekte de başarısız oldular. Bugün de bu yapıların, iklim yıkımı ve bununla mücadelede kullanılabilecek finansman kaynakları konusunda, içi boş konuşmaların ve altı boş vaatlerin ötesinde harekete geçmeleri söz konusu değil.
Diğer taraftan, küresel ısınmadan ve iklim değişiminden öncelikli olarak kimleri sorumlu tutmamız gerektiğini iyi bilmemiz gerekiyor. Bu bağlamda (2015 itibariyle) ABD’nin küresel karbondioksit emisyonlarının yüzde 40’ından, Avrupa Birliği’nin (EU-28) yüzde 29’undan, G8 ülkelerinin yüzde 85’inden, böylece bir bütün olarak gelişkin küresel Kuzey ülkelerinin yüzde 92’sinden sorumlu olduğu gerçeğinin altını çizelim. Bu yüzden de öncelikle, bu sorunun çözümü için bu ülkeler elini taşın altına koymalılar.
İkinci olarak, Nature Bilim Dergisi’nde yakın zamanda yayınlanan bir diğer araştırma, küresel ısınmanın 1,5 °C’den fazla olmasını önleyebilme konusunda yüzde 50’lik bir şansımızın olabilmesi için, tespit edilmiş olan kömür rezervlerinin yüzde 89’unu, petrol rezervlerinin yüzde 58’ini ve fosil metanın yüzde 59’unu kullanımdan çekmemiz gerektiğini ileri sürüyor.
Yani daha iyi bir doğa için daha fazla şansımız olsun istiyorsak bu kaynaklara neredeyse hiç dokunmamamız gerekiyor. (17) Öte yandan bu emisyonlara neden olan ülkeler 2030 yılına kadar, Paris Anlaşması taahhütlerinin izin verdiğinden yüzde 110 daha fazla fosil yakıt çıkarmayı planlıyorlar. (18)
Emperyalist-kapitalist sistemin dayattığı bu gerçeklik dikkate alındığında uluslararası kuruluşlarca önerilen reformların hayata geçirilebilmesi de çok zor görünüyor.
Örneğin UNCTAD konu ile ilgili raporunda; resmi kalkınma yardımı (ODA) taahhütlerinin karşılanması ve artırılması; azgelişmiş ülkelerin borçlarının hafifletilmesinin ve yeniden yapılandırılmasının iklim gündemine oturtulması; çok taraflı kalkınma bankalarına, daha çok hibe ve imtiyazlı (iyi koşullu) krediler yoluyla iklim uyumunu finanse edebilmeleri için ek sermaye verilmesi; buna hizmet edecek şekilde bu kurumların yeşil tahvil çıkartabilmelerinin sağlanması ve/veya Tobin Vergisi benzeri vergilere başvurulması önerilerinde bulunuyor.(19)
Oysa insanlığın ve bir bütün olarak doğanın, gezegenin kurtarılabilmesi için küresel çapta olmak üzere, daha radikal, daha sistemik (anti-kapitalist) değişikliklere ve bu yönde yeni stratejilere ve politikalara ihtiyaç var.
Bu bağlamda işe sistemik bir karbonsuzlaştırma ile başlayabilir, kömürle çalışan elektrik santrallerini kapatabilir ve fosil yakıtları güneş gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektrikle değiştirerek, süreci enerji ihtiyacımızı artırmak yerine azaltmak için kullanabiliriz.
Düşük karbonlu toplu ulaştırmayı büyük ölçüde genişletebiliriz, böylece verimli, kullanımı kolay ve kullanışlı elektrikli trenler ve tramvaylar içten yanmalı motorların yerini alabilir. Şehirlerimizi ve kasabalarımızı otomobil kullanımından çok insanın rahat etmesi için yeniden planlayabiliriz. (20)
Yeni kamusal yatırımları olabildiğince doğa ve insan dostu; yenilenebilir enerji, organik tarım ve sürdürülebilir-güvenilir gıda üretimi, nitelikli kamusal toplu ulaştırma, kamusal su temini ve atık su sistemleri, ekolojik iyileştirme, nitelikli halk sağlığı, nitelikli kamusal okullar, kamusal çocuk, yaşlı ve engelli bakım hizmetleri ve şu ana karşılanmamış olan diğer toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına yönlendirebiliriz.
Böylece bir yandan ülkeler arasındaki gelişmişlik-kalkınma farklarını azaltırken, aynı zamanda, gereksiz veya emeğe ve doğaya zararlı sanayilerin azaltılması veya kapatılması yüzünden işsiz kalan işçilere eşdeğer istihdam sağlayabiliriz.
Bunların hiçbiri Glasgow COP26’nın gündeminde değil, olması da beklenmemeli. Bunları sadece, küresel ilerici bir plan doğrultusunda, bizler yani dünya halkları, dünya işçi sınıfı, küresel çapta gezegeni kurtarma mücadelesi verenler, kadınlar, gençler, kısaca kapitalist egemenlerin ötekileştirdiği tüm ezilenlerin birlikte ve örgütlü mücadelesi gündemine alabilir ve hayata geçirebilir.
Dip notlar: