Ülkede, özellikle de seçim sürecine girildiğinden bu yana, yurttaşlar, muhalefet partileri, emek örgütleri ve muhalif medya daha ziyade yüksek enflasyonu, kur artışlarını, faizi, dış borçları, eriyen rezervleri, KKM ile zengine yapılan transferleri, işsizliği ve artan yoksulluğu konuşuyor.
Kuşkusuz bu, ülkede sadece ciddi ekonomik sorunların olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü 2016 yılında ilan edilen OHAL ve 2017’deki sistem değişikliğinin ardından, var olan kısıtlı demokratik hak ve özgürlükler daha da kısıtlandı, Parlamento etkisiz hale getirilerek yürütme ve yargı de facto tek elde toplandı, demokratik muhalefetin üzerindeki baskılar iyice arttı ve ülkede militarizm yükseltildi.
Kısaca, ülke hem ekonomik hem de sosyal ve siyasal olarak çok ciddi bir sıkıntılı süreçten geçiyor. Bu yüzden de, özellikle de 6’lı Masa etrafındaki ana muhalefet partileri hedeflerini “Güçlendirilmiş Parlamenter Demokrasiye geçiş” olarak açıkladılar.
Dün görkemli bir toplantı ile kendini ortaya koyan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hem ekonomi hem de demokrasi ile ilgili hedefleri ve beklentileri ise 6’lı Masa’nın restorasyoncu yaklaşımını fazlasıyla aşıyor.
Kuşkusuz bu ekonomik ve siyasal sorunlar birbirinden ayrılamayan, birbirini besleyen sorunlar. Dahası, bunlar 2017 yılındaki anayasa değişikliği ile birlikte ülkede kurulan otoriter rejim ile doğrudan ilişkili sorunlar çünkü bu tarihte ‘Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilmesinden bu yana, ülkede her iki türden sorun çok daha ağırlaştı.
Bu durumu sadece bizler içerden görüyor değiliz. Durum dışarıdan da çok net olarak görülüyor. Nitekim aşağıda yer verdiğimiz ve genel olarak toplumun sosyal refahı ve ekonomi alanı ile sınırlı sadece birkaç uluslararası gösterge bunun en somut kanıtı.
Londra merkezli Legatum Enstitüsü’nün hazırladığı ‘Küresel Refah Endeksi’nin 2021 yılı sonuçlarına göre, Türkiye 100 üzerinden 56 puan ile 167 ülke içinde ancak 93’ncü sırada yer alabiliyor.
Bu endeks 167 ülkenin küresel refahtaki yerini; örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğü, diğer kişisel hak ve özgürlükler, hesap verilebilir yönetim anlayışı, sosyal sermaye, yatırım ortamı, sosyal altyapı, ekonomik kalite, yaşam koşulları, sağlık, eğitim ve doğal çevre gibi toplamda 12 temel kriter altında incelenen 300 göstergeyi analiz ederek ortaya koyuyor.
Türkiye’nin, örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğü üzerindeki önemli kısıtlamalar yüzünden, bu ülkeler arasında en büyük bozulmayı yaşayan ülke olarak endeksin yayımlandığı raporda adı sıklıkla adı geçiyor.(1)
Credit Suisse tarafından her yıl düzenlenen bir rapora göre, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilmesinden bu yana ülkedeki toplam servet ve kişi başı servet düzeyi ciddi oranda geriledi. Öyle ki kişi başı net servet son 5 yılda yüzde 41,3 oranında azaldı. Bir başka anlatımla, bir taraftan bir avuç yandaş zengin süper zengin haline gelirken, ülke bir bütün olarak fakirleşti.
Tablo: Türkiye’de servet dağılımının gelişimi (2017-2021)
Raporda finansal servetin dağılımı ile ilgili önemli saptamalar da mevcut (2021). Buna göre Türkiye’de nüfusun yüzde 68,4’ünün serveti 10,000 doların altında; yüzde 29,2’sinin 10,000-100,000 dolar arasında; yüzde 2,3’ünün serveti 100,000-1,000,000 dolar arasında ve nüfusun yüzde 0,1’inin serveti 1 milyon doların üzerinde bulunuyor.
Dolar zenginlerinin sayıları ise şöyle: 100,000 doların üzerinde serveti olan kişi sayısı 1,428,000; 1-5 milyon dolar arası 63,153; 5-10 milyon dolar arası 5,889; 10-50 milyon dolar arası 3,379; 50-100 milyon dolar arası 366; 100-500 milyon dolar arası 136 ve 500 milyon dolar üstü 34 kişi. (2) Bu veriler ülkedeki özellikle de son 20 yılda artan servet temerküzünün çok açık kanıtı.
Aynı süreçte ülkedeki toplam milli hasıla son 5 yılda yüzde 6’ya yakın, kişi başı gelir ise yüzde 10 geriledi, geçen yıl gayri safi milli hasıla 800 milyar dolara kadar düştü (ABD’li Apple şirketinin bugünkü piyasa değerinin 2,4 trilyon dolar olduğu dikkate alındığında, 84 milyon nüfuslu bir ülkenin ekonomisinin aslında abartıldığı gibi büyük olmadığı kolayca görülebilir).
Orta Vadeli Program’a göre (OVP 2023-2025) ise, kişi başı gelirin ancak 2024’te 2017’dekini biraz geçebileceği öngörülüyor. Dahası 2025 yılında bile kişi başı gelir 2013’teki düzey olan 12,582 doları yakalayamıyor. (3)
Tablo: Türkiye’de milli gelir ve kişi başı gelirin gelişimi (2017-2021)
Türkiye’de sayıları 13,6 milyonu aşan emekliler (4), nüfuslarının büyük çoğunluğu itibarıyla bu ülkenin en yoksul ve yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığından en fazla etkilenen kesimlerinin başında geliyor.
Öyle ki iş bulabilen ve çalışabilecek durumda olanlar mecburen emeklilik sonrasında çalışmak zorunda kalırken, çok büyük bir kısmı yaşları ve fiziki konumları itibarıyla çalışamaz durumda. Bu yüzden de yüksek enflasyon ve artan yaşam maliyetleri karşısında yaşam standartları sürekli olarak geriliyor.
Ülke içinde emeklilerin durumu böyle iken, ülkeler arası karşılaştırmalarda da durum hiç iç açıcı değil.
2012 yılından bu yana her yıl hazırlanan ‘2022 Natixis Global Retirement Index’ adlı bir endekste (5) 44 ülkedeki emeklilerin yaşam standartları ve refah durumları sıralanıyor. Bu çerçevede emeklinin refahını etkilediği düşünülen 4 tematik gösterge grubu altında 18 hedef gösterge kullanılıyor.
Aşağıda özetlenen bu 4 tematik gösterge; emeklilerin rahat içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından gerekli olan emekli maaşı gibi maddi kaynaklardan, yapmış oldukları tasarruflarının getirilerinin korunmasını sağlamaya dönük finansal korumaya; nitelikli sağlık hizmetlerine erişimden, temiz hava ve su gibi çevresel koşullara kadar son derece önemli faktörleri içeriyor.
Bunlar sırasıyla:
(i) Maddi Yaşam Göstergesi: Emeklinin maddi yaşam koşulları ve olanakları bu göstergede yer alıyor. Bu çerçevede, ülkedeki kişi başı gelir düzeyi, gelir adaleti, işsizlik düzeyinin yüksekliği gibi emekliyi doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen maddi koşullara bakılıyor.
(ii) Sağlık Göstergesi: Emeklilikte sağlık olarak da değerlendirilebilecek bu gurupta ülkelerde emeklilerin ortalama ömür süresi, kişi başı sağlık harcaması, nitelikli sağlık hizmetlerine erişip erişemedikleri ve sağlıkta cepten yaptıkları ödemeler gibi alt göstergelere bakılıyor.
(iii) Finans Göstergesi: Bu endekste emeklinin birikimlerinin durumu, yatırımlarının getirisi ve bunlardan sağladığı ek reel gelirler ve bunları etkileyen finansal koşullara bakılıyor. Bu koşullar arasında özellikle yüksek enflasyon, negatif reel faiz oranları, yüksek vergileme gibi göstergeler ön plana çıkıyor. Bilhassa, yüksek enflasyon ve yetersiz ek gelir, bu yıl artan enerji ve temel gıda fiyatları karşısında emeklinin refahını çok kötü etkileyen olgular olarak sıralanıyor.
(iv) Yaşam Kalitesi Göstergesi: Mutluluk, çevre, hava ve su kalitesi, biyoçeşitlilik ve habitat gibi emeklinin maddi olduğu kadar manevi olarak da refahını etkileyen göstergelere yer veriliyor.
1 ile 100 puan arasında yapılan sıralamada, 100 puan söz konusu ülkede emeklinin en iyi durumda olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda emeklilerin iyi bir yaşam sürdükleri ilk 10 ülke sırasıyla; Norveç, İsviçre, İzlanda, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Lüksemburg, Hollanda, Danimarka ve Çek Cumhuriyeti olarak sıralanıyor.
14 milyona yakın emeklinin yaşadığı Türkiye ise (44 ülke arasında), 100 üzerinden 36 puan ile kendisine ancak 41’nci sırada yer bulabiliyor. Türkiye’nin bu 4 tematik gösterge açısından puanları ise (100 üzerinden) sırasıyla şöyle: Maddi Yaşam: 20, Sağlık: 60, Finans: 43 ve Yaşam Kalitesi: 32.
Bu durum aslında sürpriz değil. Çünkü ülkede en düşük emekli maaşı sadece bir iki ay önce 3,500 TL’ye yükseltildi. Emeklilerin finansal birikimlerinin neredeyse sıfır düzeyinde, birikimi olanların birikimleri de resmi yüzde 80’in üzerindeki enflasyon, buna karşılık düşük mevduat faizleri (negatif reel faiz) yüzünden eridi gitti.
Kısaca, emekliler genelde açlık sınırının (7,000 TL) altında gelir elde ediyor. Göreli olarak puanı yüksek gibi görünen sağlıkta ise, yaşla birlikte artan sağlık harcamalarına karşılık giderek artan cepten yapılan harcamalar, reçeteye katılım payı gibi uygulamalar emeklinin yaşam standardını iyice düşürüyor.
Giderek taban kaybeden iktidar bloku, içine girilen seçim sürecinde bu kayıpları önleyebilmek için giderek ivme kaybeden ekonomik büyümeyi ön planda tutuyor, böylece sanal da olsa bir ekonomik canlanma yaratmak istiyor. Bu amaçla, faiz silahına yeniden sarılarak politika faizini 12’ye düşürdü. Hatta bu yıl büyük olasılıkla yeni bir faiz indirimine daha gidecek gibi görünüyor.
Bu tutumu ile iktidar artık emekçiler başta olmak üzere toplumun büyük kesimi açısından bir yaşam maliyeti krizine dönüşen yüksek enflasyonu ve artan yoksullaşmayı dert etmiyor çünkü böyle bir sorunun var olduğunu kabul etmiyor.
Ancak hatırlamakta yarar var: Algı yönetimi, ne kadar başarılı olursa olsun, bir yere kadar etkili olabiliyor yani gerçekler “yokmuş gibi davranılarak” ya da reddedilerek ortadan kaldırılamıyor. Gerçeklerin önünde sonunda kendilerini dayatmak gibi kötü bir huyu var. Algı yönetiminin yetmediği yerde ise baskı artırılıyor, korku iklimi yaratılıyor ve umutsuzluk körükleniyor.
Bir yandan korku, diğer yandan umut günlük yaşamlarımızın bir parçası haline geldi. Bugün; işsiz kalmak, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılmak, hayat pahalılığı ile baş edememek, başımızı sokacak bir eve sahip olamamak, ev kirasını ödeyememek, çocuklarımızı iyi okullarda okutamamak, sağlık sorunları ve mevcut sağlık sistemi yüzünden sorunlarımızla başa çıkamamak, yaşlılıkta elden ayaktan düşüp bakılmamak, hak ve özgürlüklerimizden mahrum bırakılmak, etnik kimliğimiz nedeniyle ayrımcılığa uğramak, ötekileştirilmek, kimliğimize ve yönelimlerimize uygun bir özgür yaşam sürdürememek ve özgürce, şeffaf bir biçimde önümüzdeki seçimleri yapamamak gibi çok sayıda korkumuz söz konusu olabilir.
Bu durumda vizyonumuz yoksullukla, yalnız bırakılmakla, ötekileştirilmekle, geleceğimizle ilgili diğer korkularımızla baş edebilecek çözümler geliştirmek olmalıdır. Yani korkularımızdan kurtulup özgürleşerek yaşamak ve umutlu bir geleceği kurmak gibi bir hedefe odaklanmalıyız.
Demokratik muhalefetin, insanımızın korkularını dikkate alarak, ancak onlara umudu da gösteren bir yaklaşımla, yürüteceği etkili bir teşhir kampanyası ve ardından açıklayacağı toplum nezdinde kabul gören emekten, demokrasiden ve barıştan yana çözümler ve yürüteceği örgütlü mücadele kilidi açacak anahtar olacak gibi görünüyor.
Dip notlar:
Mustafa Durmuş kimdir? Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit’te doğdu. 1977 yılından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. ‘Güney Kore’de İhracata Dönük Kalkınma Modeli’ üzerine doktora tezi yazdı (1989). TÜRK-İŞ’e bağlı YOL-İŞ Federasyonu’nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi’nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF’de öğretim üyeliği ve özel sektörde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye bölümü öğretim üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı ‘Alternatif Akademi’ adlı bir bloğu ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var. Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında |