Son haftalarda ülke ekonomisinde olup bitenlerin, özellikle de bir akşamüstü yapılan bir resmi konuşmanın sonuçlarının 2021 yılına damgasını vurduğunu söylesek yeridir.
Malum Eylül ayından bu yana Merkez Bankası politika faizi aşamalı olarak yüzde 19'dan yüzde 14'e düşürülünce dolar 18 liranın üzerine çıkmıştı. Sonra bir pazartesi akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşma yaptı ve sonrasında doların kuru bir iki gün içinde adeta çakılarak 12 liranın altına kadar düştü.
Bu gelişmeyi yandaş medya; "doları düşürse düşürse Erdoğan düşürür" algısını yaymada kullanırken, Anadolu'da bazı yurttaşlar dolardaki bu düşüş karşısında halaya durdular.
Kurdaki yüzde 35'i aşan bu düşüşün, öncesindeki hızlı çıkışlar kadar politik hamleler sonucu gerçekleştiği çok açık. Yani kurdaki bu hızlı çıkış ve inişler piyasaya yapılan politik müdahalelerle gerçekleşti. Üst üste düşürülen faiz oranlarıyla önce kurda bir köpük oluşturuldu, ardından yapılan karşı hamle ile köpük ortadan kaldırıldı. Kuşkusuz ekonomiye yapılan her politik müdahalenin olduğu gibi, bunun da bir dizi sonucu oldu ve başka sonuçları da olacak.
Öncelikle, dolardaki bu düşüşün Merkez Bankası (MB) dolar rezervlerinin arka kapıdan satılmasıyla gerçekleştiği konusunda neredeyse tüm iktisatçılar hem fikir.
Yani dövizi fırlatacağı bilinmesine rağmen, iktidarca üst üste alınan Merkez Bankası politika faizini düşürme kararlarının sonucunda döviz kurunun hızla yükseltildiği ve ardından MB'nin 9 milyar doları bulan bir döviz rezervini örtülü bir müdahale ile piyasaya sunduğu iddia ediliyor. (1) Bu gelişmelerin ardından kurdaki bu hızlı düşüş yaşandı.
Bu düşüşü etkileyen bir başka faktör kuşkusuz, 1970'li yıllarda Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) uygulaması olarak da gündeme getirilen ve büyük çapta kamu zararıyla sonuçlanan TL mevduata verilen kur farkı garantisi oldu.
Özetlersek, bu müdahalelerin sonucunda sırasıyla; döviz kuru yüzde 35'ten fazla düştü. Merkez Bankası rezervleri bir kez daha erimeye başladı. Kamu bankaları piyasaya ucuz döviz sattılar. Bu operasyondan bir şekilde haberdar olan bazı zenginler dövizlerini en yüksekten satıp, üç-dört gün sonra en düşükten alarak milyonlarca liralık ilave servet elde ettiler. Dövizi yüksek kurdan satın alan başta küçük yatırımcılar ise ciddi ölçüde zarara uğradı.
Bundan sonra olacaklarsa şöyle öngörülebilir:
Öncelikle, bütçe açığı daha da artacaktır zira Hazine ortaya çıkacak olan kur farkını ödeme konusunda garanti verdi. Üstelik bu kur farkı (örtülü faiz) gelirinden gelir vergisi stopajı yapılmayacak.
Öyle ki, 21 Aralık 2021 tarihinden itibaren açılan kur korumalı vadeli mevduat hesapları ile döviz tevdiat hesaplarından (ve katılım fonu hesaplarından) dönüşüm kuru üzerinden Türk lirasına çevrilen mevduat hesaplarına ödenen faizler üzerinden yapılacak tevkifat oranı yüzde 0 olacak. (2)
Bu durum büyük paraların sahiplerinin daha da zenginleşmesiyle, paranın üretimden ziyade finansal yatırımlara akması nedeniyle reel yatırımların (dolayısıyla da ihracatın) caydırılmasıyla ve kamu bütçesinin daha fazla açık vermesiyle sonuçlanacak.
Bu bütçe açığı (kamu harcamalarının azaltılması seçeneği dışında) üç yolla kapatılabilecek: Hazine ya borçlanacak, ya yeni kamu-vergi geliri sağlayacak ya da yasaklanmış olmasına rağmen MB'den karşılıksız para basmasını isteyecek.
Hazine eğer daha da borçlanırsa, zaten yüksek olan borçlanma faizleri daha da yükselecek. Yoksullaşma öyle boyutlara ulaştı ki halkın artık daha fazla vergi ödeyecek gücünün olmadığı ortada. Yani ağırlıklı olarak halkın ödemekte olduğu dolaylı vergilerde neredeyse üst sınıra gelindi. Ayrıca eğer KDV ya da ÖTV oranları yükseltilirse bu vergi kaçakçılığının ve kayıt dışılığın artmasıyla sonuçlanacak.
Zenginler, sermayedarlar biraz daha vergilendirilemezler mi? Bir siyasal ve sınıfsal tercih olarak siyasal iktidarın sermayeyi vergilendirmek istemediği, hatta sürekli olarak bu kesimin vergisini düşürdüğü çok açık.
Nitekim 22 Aralık 2021 tarihli 31697 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 4936 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Gelir Vergisi Kanunu'nun 94'üncü maddesinde, Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 15'inci ve 30'uncu maddelerinde yer alan kâr dağıtımına ilişkin bazı vergi kesintisi oranları yüzde15'ten yüzde10'a düşürüldü.
Kısaca, sermayeye son derece cömert davranan iktidar emekçiler söz konusu olduğunda son derece cimrileşiyor. Öyle ki yapılan asgari ücret zammı ve asgari ücretin vergi dışı bırakılmasının karşılığı olarak tüm ücretlilerin (asgari ücretten daha yüksek ücret alanlar da dâhil) faydalandıkları Asgari Geçim İndirimi uygulamasına son verildi. Böyle olunca da işçiler yeni yıldan itibaren 300 TL ile 600 TL arasında bir gelir kaybına uğrayacaklar. Diğer yandan bu düzenleme ile Hazine asgari ücretin vergi dışı bırakılması sonucunda uğrayacağı yaklaşık 60 milyar liralık vergi geliri kaybını 36,7 milyar liraya indirmiş olacak. (3)
Eğer bütçe açığı yeni borçlanma ya da yeni vergilerle kapatılmazsa Hazine, Merkez Bankası kaynaklarına başvurmak (emisyon) zorunda kalacak. Bu yılı 30 milyar lira zararla kapatan (MB geçen yıl 10 milyar lira ile en fazla kurumlar vergisi ödeyen kurumdu) MB (4) ise bu talebi ancak para basarak karşılayabilecek. Sonuç kaçınılmaz olarak enflasyonun daha da artması olacak.
"Merkez Bankası karşılıksız para basamaz, bu 2001'den bu yana yasaklandı" diye düşünebilirsiniz ama uygulamada bunun yapıldığı biliniyor. Kaldı ki 5018 Sayılı Yasa ile harcamacı kuruluşların merkezi yönetim bütçesinden ödenek üstü harcama yapmaları da, yedek ödeneklerin genel bütçe ödeneğinin yüzde 2'sinden fazla olacak biçimde kullanılması da yasaklanmış bulunuyor ama iktidar yasak dinlemiyor ve her ikisini de yıllardır yapıyor. Bunları görebilmek için Sayıştay raporlarına bakmak yeterli.
Bu arada MB, kur garantili TL mevduatına geçişi teşvik etmek için bu konuda yetersiz kalan bankaları da cezalandıracak. Çünkü MB, bir yandan döviz cinsinden tutulan mevduattan TL mevduata dönüşen tutarlara ilişkin zorunlu karşılık yolu ile uyguladığı teşviki genişletirken, diğer yandan döviz mevduata uyguladığı komisyonu TL'ye dönüşü belirli bir oranın altında kalan bankalar için artırdı (5).
Kısaca her üç araç da enflasyonu, yoksulluğu ve gelir dağılımını adaletsizliğini daha da artıracak. TÜRK-İŞ'in en son Aralık ayı Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması (6), dört kişilik bir ailenin gıda için yapması gereken asgari harcama tutarının bir önceki aya göre yüzde 25,75 ile rekor oranda artarak 4 bin liranın üzerine çıktığını, gıda enflasyonundaki yıllık oranınsa yüzde 54,96 olduğunu ortaya koydu.
Peki, ortaya çıkan ve daha da çıkacak olan bunca ağır toplumsal zarara karşılık iktidar ekonomide istediği sonuçları alabildi mi ya da alabilecek mi?
Öncelikle MB'nin 2 yıllık tahvil faizleri yüzde 22'nin, 5 yıllık tahvil faizleri yüzde 25'in üzerinde seyrediyor. Yani devletin borçlanma faizleri inmediği gibi daha da yükseliyor.
Piyasa faizlerinde de benzer bir durum söz konusu. Örnek olarak ihtiyaç kredisi faizleri yıllık yüzde 19 ile yüzde 28 arasında, konut kredisi faizleri yüzde 15 ile yüzde 27 arasında, taşıt kredisi faizleri yüzde 18 ile yüzde 28 arasında ve KOBİ kredi faizleri yüzde 19 ile yüzde 30 arasında değişiyor. (7) Yani politika faizi ile piyasa faizleri arasındaki fark en az 5 puan.
Bu süreçte ticari bankalar mevduat yarışında geride kalmamak ve yıl sonu bilançolarını makyajlayabilmek için mevduata verdikleri faizleri yükselttiler. Öyle ki bir hafta önce yüzde 17-18 civarında olan mevduat faizleri yüzde 20'nin üzerine çıkarken, artan fonlama maliyetleri KOBİ kredi oranlarını da yüzde 30'un üzerine çıkardı. (8)
Döviz tevdiat hesaplarında çözülme var mı ya da bireysel yatırımcılar iktidarın istediği gibi dövizli hesaplardan (DTH) kaçıp TL cinsinden hesaplara yöneliyorlar mı?
Erdoğan'ın konuşmasını yaptığı pazartesi günü önce azalan DTH'lar salıdan itibaren tekrar artmaya başladı. Öyle ki BDDK verilerine göre, salı günü TL mevduat (TP) miktarı 139,1 milyar dolar, dövizli mevduat (YP) 261,0 milyar dolar oldu. 22 Aralık Çarşamba günü ise her ikisinde de artış görülüyor: TP 148,0 milyar dolara ve YP 261,6 milyar dolara çıktı. Yani DTH'larda 600 milyon dolarlık bir artış yaşandı. (9)
Kısaca TL cinsinden mevduat ile birlikte döviz cinsinden mevduatlar da (DTH) artıyor. Bunun nedenleri yastık altı servetin (döviz ve altın) bankacılık sistemine girmesi ya da yüksek kurdan döviz bozduranların bir kısmının kur düşünce tekrar dövize yönelmeleri olabilir. BDDK günlük yeni verileri açıkladıkça bu konudaki net eğilimi daha iyi görebileceğiz.
Ülkenin risk priminin göstergesi olarak değerlendirilen CDS düştü mü? Hayır. 5 yıllık CDS'ler halen zirveye yakın bir yerde, 600 baz puan civarında seyrediyor. Bu da son bir yılın zirvesine yakın bir düzey. (10)
En çok merak edilen şeyse mal ve hizmet fiyatlarında ne kadarlık bir düşüş olacağıydı. Ancak başta un, ekmek, ayçiçek yağı, et, süt ve yumurta olmak üzere temel gıda maddelerinin fiyatlarında her hangi bir düşüş görülmüyor.
Akaryakıt fiyatlarının hem ekonomik, hem de sosyal hayatı temelden etkilediği ve enflasyonun temel nedenlerinden biri olduğu biliniyor. Ancak kurdaki bu hızlı düşüş akaryakıtta pompa fiyatlarına pek yansımadı. Bu yüzden de enflasyonda düşüş beklemek şimdilik hayal gibi.
Öyle ki 25 Aralık'ta petrolün rafineri fiyatındaki indirim sonrasında motorinin pompa fiyatında sadece 5 kuruş, LPG'de 72 kuruş indirim sağlanırken, benzinde her hangi bir indirim olmadı. (11) Çünkü kurdaki düşüşün neden olduğu indirim devlet tarafından bir süredir vazgeçilen ÖTV biçiminde tekrar geri alınıyor. (12)
Bu indirimler, deyim yerindeyse, devede kulak misali çok düşük. Çünkü Ekim ayında, yani faiz indirimlerinin ikinci ayında, kurşunsuz benzinin litre satış fiyatı 7,7 lira iken, 18 Aralık'ta bu 11,60 liraya fırladı (yüzde 51) artış. Motorinde benzer bir durum yaşandı ve Ekim ayında litresi yaklaşık 7,3 lira olan motorinin fiyatı 18 Aralık'ta 11,46 lira oldu (yüzde 57). Keza LPG fiyatı Ekim ayında 5,2 lira iken 18 Aralık'ta 9,0 liranın üzerine çıktı (yüzde 73 artış).
Kısaca üst üste yapılan yanlış faiz indirimleri yüzünden hızla yükselen döviz kuru nedeniyle Ekim-Aralık arasında yüzde 51-73 arasında artan akaryakıt fiyatları iğneden ipliğe her şeyin fiyatını artırdı ve hiper enflasyona doğru gidişin de önünü açtı.
Bu süreçte artan enflasyon yüzünden hem halk daha da fakirleşti, hem de devlet çok ciddi vergi geliri kaybına uğradı. Enflasyon yüzünden sadece topladığı vergilerin değeri düşmedi, aynı zamanda düzenli tahsil ettiği bir kısım vergi gelirinden de oldu.
Öyle ki bu yılın başında bir litre kurşunsuz benzinin pompa fiyatının yarısını ÖTV ve KDV oluşturuyordu. Kur çok yükselmeye başlayınca devlet, fiyatlar daha fazla artmasın diye, eşel- mobil sistemi ile aşamalı bir biçimde ÖTV gelirlerinden vazgeçti ve Eylül'den itibaren ÖTV gelirleri sıfırlandı. KDV'nin matrahını bu vergi oluşturduğundan KDV gelirleri de düştü. Son Kamu Maliyesi Raporuna göre, bu yıl eşel-mobil sistemi uygulaması yüzünden ortaya çıkan ÖTV ve KDV geliri kaybı 46 milyar lirayı buluyor. (13)
Şimdi devlet vazgeçtiği ÖTV'yi geri almaya çalışıyor, bu yüzden de eğer petrolün rafineri fiyatındaki indirim ÖTV miktarını aşıyorsa aşan kısmı pompa fiyatına yansıtıyor, aşmıyorsa bu indirim pompaya yansımıyor.
Yani bundan böyle rafineri fiyatlarında benzinde (litre başına) 2,49 lirayı motorinde 2 lirayı ve LPG'de 53 kuruşu aşan indirimler pompa fiyatına indirim olarak yansıyacak. Kış aylarında dünyada petrol talebinin daha fazla olduğu dikkate alınırsa, kurdaki düşüşün rafineri fiyatlarını düşürme yönünde çok da fazla etkilemesi zor gibi görünüyor. Kaldı ki bu indirimlerin pompaya yansıması için ÖTV miktarından yüksek olması da gerekiyor.
Piyasadaki faizler, enflasyon, risk primi, akaryakıt fiyatları düşmese de, yoksulluk ve gelir eşitsizlikleri artsa da, siyasal iktidar özellikle de kafası karışmış ve giderek desteğini kesmekte olan kendi seçmenine en kötüyü göstererek "bu durumdan kurtuluşun hâlâ kendi ellerinde olduğu" algısını yaratmak istiyor olabilir mi?
Baskın ya da erken ama 2023'ten önce yapılacak gibi görünen bir seçim sürecinde iktidar böyle bir stratejiyi hayata geçirmek istiyor olabilir. Çünkü 2015 Haziran-Kasım arasında benzer bir stratejiyle kendinden kopan ya da istikrar isteyen seçmenin oylarını alarak iktidar olmayı becerebilmişti.
Bu arada kuşkusuz dolarını, avrosunu en yüksekten bozdurup sonra en düşükten tekrar yerine koyan da, milyonlarca liralık TL cinsinden mevduatlarına vergisiz hem kur farkı (siz buna örtülü faiz diyebilirsiniz) alarak zenginleşenler de her zamanki gibi dört ayaklarının üzerine düştüler.
Dipnotlar: