Artık bir şey net olarak biliniyor:
Ülkede bir süredir uygulanmakta olan, başta faiz politikası olmak üzere ülkeyi yönetenlerin sınıfsal ve siyasal çıkarlarını önde tutan bir dizi ekonomi politikası sonucunda işsizlik, gelir adaletsizlikleri ve yoksulluk iyice arttı.
Bu politikalar sonucunda, aynı zamanda, hem dövize ve altına yönelim arttı, hem enflasyon yüzde 100'leri aştı, hem Merkez Bankası rezervleri eridi, hem de Hazine adeta patlayan faiz ödemeleri yüzünden ciddi bir krize doğru sürüklendi.
Buna bugünlerde bir de artan jeopolitik riskler eklenince enflasyonun da, döviz kurunun yükselişinin de artık dizginlenebilmesi çok zor görünüyor.
İşin kötüsü, iktidar bloku tüm bunların farkında olmasına rağmen, seçim sathı mailine girildiğinden olsa gerek, bu kötü ekonomik tablo ortada iken bu durumu daha da kötüleştirecek bazı jeopolitik riskleri göz almaktan çekinmiyor.
Üstelik ekonomideki bu kötü durumu düzeltebilecek ne Merkez Bankası'nın, ne de Hazine'nin elinde araç kalmış olmasına rağmen bu riskleri alıyor. Bu da iktidar blokunun derinde yatan zorluklarının ve zorunluluklarının boyutlarının üzerinde iyice düşünüp, ona göre analiz yapmamızı gerekli kılıyor.
Faizden başlayalım.
Ülkedeki normal banka mevduat faizi oranı dünyanın en düşük reel (enflasyondan arındırılmış) faiz oranı çünkü yaklaşık eksi (-) yüzde 54-56 civarında seyrediyor.
Diğer yandan büyük mevduatlara sahip olanların önemli bir kısmı paralarını Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarında değerlendirdikleri için, hem kur farkını faiz olarak alıyorlar, hem de gelir vergisi ve kurumlar vergisinden muaf tutuldukları için net yüksek reel faiz geliri sağlıyorlar. Yani KKM işi küçük mevduat sahiplerine değil, servetlerini daha önce dövizde tutan bazı servet zenginlerine yaradı.
Ancak bu işin Hazine, dolayısıyla da kamu açısından ödenecek bedel cinsinden bir boyutu daha var.
Öyle ki Mayıs 2022 itibariyle Hazine iç borçlarının anapara stoku 1,5 trilyon lira iken, bu borçlar için ödenecek faizlerin toplamı 2 trilyon lirayı geçti. Dahası iç borç anapara (stok) ödemeleri bu yılın ilk 5 ayında 187 milyar lira artarken, iç borç faiz ödemeleri 1,3 trilyon lira civarında arttı. Sadece Mayıs ayındaki bir aylık faiz ödemesi artışı ise 309 milyar liradan fazla oldu. (1) Bu da ülke tarihinde bir ilk olsa gerek.
Kısaca Hazine, özellikle de son beş aydır, artık faizciye çalışır olmuş. Bu da bankaların ilk çeyrekteki net kârlarındaki yüzde 300'lere varan artışın nasıl gerçekleştiğini gösteriyor. Maliye halktan ÖTV, KDV, Gelir Vergisi biçiminde vergi alıyor ve Hazine bu vergi gelirlerini faiz biçiminde rantiyeye ödüyor, işin özü bu.
Dış borçlara gelince; Hazine dünyanın en yüksek faiz getirilerinden birini sunuyor yabancı finansal yatırımcıya. Buna rağmen, Merkez Bankası'nın bu ayki verilerine göre, Hazine bir dış borç çevirme sorunu ile karşı karşıya. Zira önümüzdeki 12 ay içinde ülkenin geri ödemesi gereken yaklaşık 181 milyar doları aşan kısa vadeli dış borcu var. (2)
Buna yaklaşık 40 milyar dolarlık yıllık cari açığı da eklediğimizde 12 ay içinde 240 milyar doların bulunması gerekiyor. Havuzda böyle bir para yok. Yeni borçlanmanın önündeki en büyük engel ise ülkenin malum nedenlerden ötürü 720'ye kadar yükselen CDS'leri (risk primleri). (3) Bu da dış borçlanma maliyetlerinin, dolayısıyla da kamunun, halkın ödeyeceği bedelin daha da artacağı anlamına geliyor.
Goldman Sachs'a göre ülkenin yeterli düzeyde döviz rezervi de yok. Zira ticari borç verenler ve diğer merkez bankalarıyla yapılan takaslar (swap) hariç tutulduğunda, Merkez Bankası'nın net rezervleri eksi (-) 63,3 milyar dolara ulaştı. Rezervler sadece 1 haftada 4,8 milyar dolar eridi. (4)
Jeopolitik riskler alanına gelince; siyasal iktidar NATO'ya katılmak için başvuran, İsveç ve Finlandiya'nın bu üyeliklerine karşı çıkıyor görünüyor, bu da doğallıkla NATO içinde soğuk rüzgârlar estiriyor.
Ayrıca iktidarın Yunanistan Başbakanı Miçotakis'e yaptığı sert çıkış ve son olarak Suriye'de, özellikle de Rojava'yı hedef alan askeri operasyonlarla ortaya çıkan yeni bir savaş olasılığı TL'nin dolar ve avro karşısında yeniden değer kaybetmesine yol açtı. Öyle ki dolar 25 Mayıs itibarıyla 16.30'u, avro 17.40'ı aştı.
Artık iktidarın elinde, döviz kurundaki yükselişi önleyebilecek bir araç neredeyse kalmadı. Merkez Bankası rezervlerinin eritilmesi pahasına, kamu bankaları aracılığıyla dövize yapılan arka kapı müdahaleleri ve tasarruf sahiplerini dövizden uzaklaştırıp 'liralaştırmaya' yönelten (büyüklüğü 850 milyar lirayı bulan) Kur Korumalı Mevduat uygulamalarıyla bir süredir yapay bir biçimde belli bir düzeyde tutulan döviz kurunun yükselişi artık önlenemiyor.
Bu da 'enflasyon korumalı devlet tahvili' gibi fiilen faiz oranlarını yüzde 80'e fırlatan, "şapkadan yeni bir tavşan daha çıkarmak" anlamına gelebilecek, yeni bir takım yolların aranmasına neden oluyor. (5)
Eğer bu da hayata geçirilirse, bunun kaçınılmaz sonucu, lira cinsi mevduatlardan kaçış, daha da önemlisi hızla artmakta olan olarak bütçe açıklarının daha da artması, ülkenin çoklu krizlerine bir de kamu maliyesi krizinin eklenmesi, kısaca halkın daha da yoksullaşması olacak.
Özetle, iktidar bloku, bir kez daha, kısa vadeli çıkarlar için, ülkenin, toplumun uzun vadeli çıkarlarını gözden çıkartmış görünüyor.