Geride bıraktığımız yıla damgasını vuran olgunun Covid-19 salgını ve onun neden olduğu ekonomik ve sosyal sıkıntılar olduğu kesin. Üstelik salgın etkisini bu yıl da sürdürecek gibi görünüyor.
Kuşkusuz salgının, hem neden olduğu insani kayıpları azaltmak için yapılan kamusal sağlık harcamaları, hem de salgın ile derinleşen ekonomik krizin yaralarının sarılabilmesi için hazırlanan mali destek paketleri çok ciddi bütçe açıklarına ve devlet borçlanmasında artışlara neden oldu. Bu da beraberinde, bu açıkların nasıl kapatılacağı sorusunu gündeme taşıyınca, artık öneminin kalmadığına inanılan servet vergisi yeniden gündeme taşındı.
Servet vergisi uzunca bir süredir gündemde değildi. Öyle ki 1990'larda dünyada 12 OECD üyesi ülke bu vergiyi uygularken 2017'de bu sayı 4'e düştü. Bu vergileri kaldırmanın gerekçeleri olarak; verginin ekonomik olarak etkinliğiyle ve yönetimiyle ilgili sorunlar, verginin yeterince yeniden bölüşümü gerçekleştirmeye yardımcı olmadığı ve bu vergiden sağlanan gelirin de oldukça düşük olduğu gibi savlar ileri sürülüyor.(1)
Salgının devlet bütçesinden sağlık, gelir ve istihdam programlarını desteklemeye yönelik olarak ayrılan ödeneklerde ciddi artışlara neden olduğu biliniyor.
Öyle ki 2007-2009 küresel finans krizi sırasında küresel vergi geliri tahsilatları yüzde 11,5 oranında azalmışken, salgın sonrasında bunun çok daha yüksek olması bekleniyor. Ayrıca gelişkin ülkelerdeki borç/milli gelir oranı yüzde 20 artmış durumda. Azgelişmiş ülkelerde de benzer bir durum ortaya çıktı. Ancak salgının tetiklediği ekonomik krizle birlikte bu ülkelerden sermaye kaçışları-çıkışları hızlandığından bu ülkelerin uyguladığı genişletici maliye politikaları diğer ülkelere göre çok yetersiz kaldı.(2)
Nitekim IMF az gelişmiş ülkelerde ortalama bütçe açığının, salgın yüzünden artan sağlık harcamaları, ekonomiye destek paketleri ve salgının neden olduğu resesyon yüzünden azalan vergi gelirleri nedeniyle, 2019 yılındaki yüzde 4,9'dan 2020'de yüzde 10,7'ye çıkacağını tahmin ediyor. Ayrıca ekonomiye verilen desteklerin orta gelirli ülkelerde milli gelirin yüzde 3,4'üne kadar yükseleceğini ve böylece borç /milli gelir oranının 2019 yılına göre yüzde 9,6 artacağını tahmin ediyor. (3)
Türkiye'de milli gelire oranla 2019 yılında yüzde - 3 olan Genel Devlet Açığı'nın 2020 yılında yüzde- 6,1'e çıkması ve 2019 yılında milli gelire oranla yüzde 32,5 olan AB tanımlı Genel Yönetim Borç Stoku'nun 2020 yılında yüzde 41,1'e yükselmesi öngörülüyor. (4)
Bu durumun salgının yaralarını sarmakla çok da ilgili olmadığı görülüyor zira İşsizlik Sigortası Fonu'ndan salgın nedeniyle emekçilere, işsizlere, küçük esnafa ve yoksul ailelere verilen 44 milyar liralık nakit desteği milli gelirin yüzde 1'inin altında kaldı. (5)
İşin kötüsü, iddia edildiği gibi salgın bu yılın sonlarına doğru sona erse dahi, ekonomik kriz devam edecek. Çünkü 2008 finansal krizinden bu yana dünya ekonomisi tam olarak toparlanamamıştı, yani Covid-19 öncesinde ekonomik durgunluk vardı.
Bunun bir nedeni, finansal kriz sonrasında uygulanan bölüşüm politikalarının geliri emekten sermayeye doğru bölüştürmesi, bunun da emekçilerin satın alma gücünü, özel tüketim harcamalarını ve böylece efektif toplam talebi düşürmesiydi. Talebi artırmak için gündeme getirilen kredilendirme/ borçlandırma politikaları ise borç stoklarını, dolayısıyla da finansal kriz riskini artırdı
İşte salgın kapitalizmi böyle bir ortamda yakaladı. Yani salgın sona erse dahi, gelir artışına dayanmayan bir tüketim harcaması artışını esas alan bu paradigma sürdürülemez bir noktaya doğru gittiğinden (bu paradigma değişmediği sürece) ekonomik kriz devam edecektir. Devletin tüketim harcamalarını artırarak bu talep açığını kapatması ise Hazinenin içinde bulunduğu durum nedeniyle çok kolay görünmüyor.
Krizi devam ettirecek olan ikinci etken yatırımların arz yönlü dışsal şoklar nedeniyle kendini kısa sürede toparlayamayacak olduğu gerçeği. Yani salgın sonrasında tüketim talebi eski düzeyine çıksa bile, yatırım malları üretimi (uzunca bir süre) eski düzeyin altında kalacaktır.
Böyle büyük bir çaplı bir açmazın tarihteki en somut örneği ABD'deki 1930 Büyük Depresyonu'dur. Öyle ki depresyon sonrasındaki birkaç yıl içinde tüketim malları sektöründe bir toparlanma yaşanmış olsa da, yatırım malları sektörü toparlanamadığı için kriz devam etti ve sonunda İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan askeri yatırım ve üretim harcaması artışlarıyla yatırımlarda ve istihdamda bir toparlanma sağlanabildi. Kısaca ABD ekonomisi savaş sayesinde ekonomik krizden çıkabildi.(6)
Günümüzde de (salgını da fırsat bilerek) emekçileri çağdaş kölelere dönüştüren, doğayı talan etmeyi sürdüren siyasal iktidarların, savaş biçimindeki çözümlere başvurmasının önünde (milliyetçiliğin tavan yaptığı, muhalefetin militarist yükselişe destek verdiği bir momentte) ciddi bir engel bulunmuyor. Yani bu yol onlar için her zaman açık.
Servet vergisi konusunun Covid-19'dan önce, özellikle de ABD'de Demokrat Partili Başkan adayları tarafından gündeme getirildiğinin ve bazı akademisyenlerin de 2000'li yıllardan bu yana akademi dünyasında bunu tartıştığının altını çizelim.
Örnek olarak Thomas Piketty 2014 yılında yazdığı çok ses getiren kitabında (7); kapitalizmi patrimonyal, oligarşik ve rantçı eğiliminden kurtarabilmek için bir dizi yeniden bölüştürücü vergi politikası öneriyor. Bu çerçevede en zenginlerden alınacak olan gelir vergisi oranının yüzde 80'e kadar çıkartılmasının (bunu daha çok CEO'ların fahiş düzeyde yüksek ücretlerini vergilemek için öneriyor) yanı sıra milli gelirin yüzde 2'si oranında gelir yaratacak bir (küresel çapta uygulanması şart olan) artan oranlı servet vergisi uygulamasının gerekliliğini anlatıyor.
Piketty'e göre kapitalist sistemin devamını ancak servet ve gelir eşitsizliklerinin azaltılması sağlayabilir. Bunun için de servetin ve üst gelir gruplarının artan oranlı tarifelerle daha ağır vergilendirilmesi, böylece düşük gelirliden yana bir yeniden bölüşüm politikasının uygulanması gerekiyor.
IMF, 2017 yılında ki bir raporunda, değişik çap ve nitelikteki servet vergileri ile zenginlerden daha yüksek oranda vergi alınmasının ekonomik büyümeye zarar vermeden gelir eşitsizliğini azaltabileceğini ileri sürdü.(8)
JPMorgan Chase'nin CEO'su milyarder bankacı Jamie Dimon'dan Starbucks'ın kurucusu Howard Schultz'a kadar birçok süper zengin, zenginlerin daha fazla vergi ödemeleri gerektiğini söylediler. Örneğin Dimon: "En çok kazananların daha fazla ödeyebileceklerine inanıyorum. Toplumumuzda mevcut temel sorunların ve eşitsizliklerin giderilmesinde kullanıldığı sürece bu vergilerimizin artmasında bir sorun görmüyorum" açıklamasını yaptı.(9)
ABD'li senatör ve Demokratik Parti'nin Başkan adaylarından Prof. Elizabeth Warren, 10 yıl süreyle, 50 milyon dolar üzerindeki servetler için yüzde 2 ve 1 milyar doların üzerindekiler için yüzde 3 servet vergisi önerdi (bunu sağlık harcamalarını fonlamak için daha sonra yüzde 6‘ya çıkardı). ABD'li bir diğer Demokrat Parti Başkan adayı Senatör Sanders 10 yıllık süre boyunca, 10 milyar dolara kadar olan servetlerden yüzde 1'den yüzde 8'e kadar ve 10 milyar doların üzerindekilerden yüzde 8 biçiminde artan oranlı bir servet vergisi alınmasını önerdi. (10)
İki akademisyen, Saez ve Zucman, 2019 yılında yazdıkları kitaplarında (11) eşitsizlikleri ortadan kaldırabilmek için yüzde 75'e kadar varan dik artan oranlı bir gelir vergisi tarifesi uygulamak, kurumlar vergisi oranını artırmak ve veraset ve intikal vergisi oranını iki katına çıkartmak gibi önlemlerin yanı sıra 1 milyar doların üzerindeki servetler için yüzde 10 oranında bir servet vergisi konulmasının gerekliliğini ileri sürdüler.
Yazarlara göre, bu vergisel önlemlerden ilk üçü hayata geçirilse dahi, servet vergisi konulmazsa, yaygın eşitsizlikleri azaltabilmek mümkün değil. Çünkü ancak artan oranlı bir servet vergisi servet temerküzünü ve böylece güç temerküzü önleyebilir. Buradan da anlaşıldığı gibi yazarlar servet vergisini sadece kamu geliri yaratmak için değil, aynı zamanda servet temerküzünü önleyebilmek için de gerekli görüyorlar.
Servet dağılımı açısından "dengesiz bir toplumun dengesiz bir ekoloji anlamına geldiğini" ileri süren akademisyen Jason Hickel'e göre de; sadece en yüksek gelirlerin en yüksek oranda vergilendirilmesi değil, aynı zamanda servetlerin de artan oranlı bir biçimde vergilendirilmesi gerekiyor.
Çünkü ekolojik tahribat sadece süper zenginlerin çok fazla tüketmesinden değil, aynı zamanda tükettiklerinin çok fazla enerji yoğun olmasından kaynaklanıyor. Öyle ki bu süper zenginlerin devasa boyutlarda evleri, malikâneleri, lüks otomobilleri, özel jetleri, yatları, lüks tatilleri, lüks ithalatları vs mevcut. Bunların sadece tüketimleri değil, yatırımları da ekolojiyi tahrip ediyor. Çünkü harcayabileceklerinden çok fazla parasal servetleri olduğundan bu servetlerini maden, petrol çıkarımı gibi ekolojiyi tahrip eden sektörlerdeki yatırımlarda kullanıyorlar ya da kredi, borç, patent, mülk biçiminde başkalarına satıyor veya kiralıyorlar. Oysa diğer insanlar çalışmak, üretmek, kiralarını ve bu zenginlere olan borçlarını ödeyebilmek için yoğun bir mücadele içindeler. Bu durum da ekoloji üzerinde ilave bir basınç oluşturuyor. (12)
Kısaca toplumlar dengesiz olduğunda ekoloji de dengesiz oluyor. Emekçiler kira ve borç ödeyebilmek için inanılmaz bir baskı altında çalışıyor ve daha fazla üretmek durumunda kalıyorlar, bu da ekolojik tahribatı artırıyor. Bu yüzden de servet yığılmasını önleyecek bir servet vergisi gerekiyor.
Özetle, servet vergisi tartışmalarının Covid-19 öncesinde hararetlenmesinin kabaca üç (ve salgın sonrasında ortaya çıkan ilave bir) nedeni var ve bu nedenler değişik toplumsal kesimler ve onların sözcüleri tarafından dahi geçerli kabul ediliyor.
Bunlardan ilki gelir ve servet bölüşümünün daha önce görülmemiş ölçüde adaletsiz bir hâle gelmesi. İkincisi vergi cennetleri adı verilen servet gizleme bölgelerindeki servetlerin bazı cesur gazeteciler tarafından ifşa edilmesi. Üçüncüsü ise büyük servet sahiplerinin iklim yıkımına da neden olan tüketim ve yatırımlarının giderek artması.
Covid-19 sonrasında ise bu gerekçelere ilave olarak, salgının neden olduğu bütçe açıklarını, yüksek devlet borçlanmasını telafi edebilmek, iyice yoksullaşan kitlelere devlet bütçesinden maddi destek sağlamak ve ekonomik toparlanmayı sağlayabilmek için yeni bir kamu geliri yaratma ihtiyacı ön plana çıkıyor.
İlave kamu geliri yaratma ihtiyacı bundan böyle kalıcı da olabilir çünkü Dünya Sağlık Örgütü'nün de son açıklamaları (13) çerçevesinde Covid-19'un "kötünün en kötüsü olmadığı, en kötülerin bundan sonra görüleceği" yani yeni virüslerin gündemde olduğu anlaşılıyor.
Kuşkusuz servet vergisi önerileri yapılırken, böyle bir ilave vergi geliri kaynağının amaca uygun olarak harcanıp harcanmayacağı ya da otoriter, totaliter rejimlerin elinde topluma karşı kullanılıp kullanılmayacağı akılda tutulması gereken çok önemli bir husus. Bunun için de şeffaf ve hesap verilebilir demokratik kontrol mekanizmalarının oluşturulması gerekiyor.
Böylece; birkaç bölümden oluşan "serveti neden ve nasıl vergilendirmeliyiz" başlıklı yazımızın ilk bölümünde doğallıkla Covid-19 sonrasında ortaya çıkan yeni kamu geliri ihtiyacına yer vereceğiz. Yani bir servet vergisinin salgın ve ekonomik krizle mücadelede yeterli kamu geliri yaratıp yaratmayacağını tartışacağız.
Sonrasında dünyadaki ve Türkiye'deki gelir ve servet bölüşümü eşitsizliklerini azaltmaya dönük bir öneri olarak servet vergisini ele alacağız. Yani böyle bir verginin servet yığılmasını önleyip önleyemeyeceği ve servet bölüşümünü daha adaletli bir düzeye getirip getirmeyeceğini tartışacağız. Bu çerçevede küresel eşitsizliklerin küresel ekolojik tahribata yol açtığı gerçeğinden hareketle, "küresel bir servet vergisinin bu tahribatı ne ölçüde önleyebileceği" sorusunu yanıtlamaya çalışacağız.
Ardından bu vergilere hangi gerekçelerle taraftar olunduğu ya da karşı çıkıldığı hususunu akademik-teorik bir zeminde irdeleyeceğiz. Bu çerçevede servet vergisinin yatırımlar, sermaye stoku, tasarruflar, servet ve sermaye göçleri/kaçışları, inovativ girişimsel çabalar, zenginlerin mevcut bağışları ve makroekonomik istikrar üzerindeki etkilerinin neler olacağını tartışmaya açacağız.
Son olarak, böyle bir verginin son tahlilde politik bir tercih olduğundan hareketle, Türkiye'de bir servet vergisinin nasıl tasarlanabileceği ve böyle bir talebinin nasıl politikleştirilebileceği üzerinde bir tartışma yürüteceğiz.
Dipnotlar:
1) OECD Tax Policy Studies, The Role and Design of Net Wealth Taxes in the OECD, No. 26, https://www.oecd.org (12 April 2018).
2) ICRICT, The global pandemic, sustainable economic recovery and international taxation (May 2020).
3) C. P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, "Covid Debt and the Tax Paradigm", https://www.networkideas.org (20 October 2020).
4) 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, 2020, 52.
5) Hayri Kozanoğlu, "Enine boyuna niye dayanışma vergisi", https://www.birgun.net (20 Aralık 2020).
6) Prabhat Patnaik, "The protracted crisis of capitalism", https://mronline.org (8 September 2020).
7) Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century (translated by Arthur Goldhammer), The Belknap Press of Harvard University Press, 2014, s. 493-540.
8) Larry Elliott and Heather Stewart, "IMF: higher taxes for rich will cut inequality without hitting growth", https://www.theguardian.com (11 October 2017).
9) https://www.marketwatch.com/story/why-a-surtax-on-multimillionaires-income-is-better-than-a-wealth-tax (9 November 2019).
10) Huaqun Li , Karl Smith , "Analysis of Sen. Warren and Sen. Sanders'Wealth Tax Plans", https://files.taxfoundation.org (January 2020).
11) Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, The Triumph of Injustice: How the Rich Dodge Taxes and How to Make Them Pay, W.W. Norton & Company, Inc., 2019.
12) Jason Hickel, "We can't have billionaires and stop climate change", https://thecorrespondent.com (9 October 2020).
13) https://www.washingtonpost.com/world/2020/12/29/coronavirus-2020-the-big-one-who-pandemics.