Küresel ekonomi, özellikle de Rusya-Ukrayna savaşından bu yana giderek yavaşlıyor. Nitekim OECD, dünyanın 1970'lerden bu yana yaşadığı en derin enerji krizi nedeniyle, bu yıl küresel ekonominin yüzde 3,1 ve gelecek yıl ise sadece yüzde 2,2 büyümesini öngörüyor. (1)
Büyük uluslararası finans kurumları tarafından finanse edilen bir araştırma kuruluşu olan Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ise (aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi) çok daha ciddi bir yavaşlama öngörerek, gelecek yıl küresel ekonominin sadece yüzde 1,3 büyüyebileceğini, Türkiye ekonomisinin ise bu yıl yüzde 3,9 büyürken, 2023'te yüzde 0,9 küçüleceğini ileri sürüyor. (2)
Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak, bu öngörüleri de destekler biçimde, Türkiye'de ekonomik büyümenin motorlarından birisi olan ihracatın yavaşladığı görülüyor.
Öyle ki sektörden gelen bilgilere göre, ihracatta uluslararası taşımalardaki düşüş hızlandı, bazı yük bağlantıları ötelendi, bazılarında ise iptaller başladı, konteyner yüklemelerindeki daralmaya bağlı olarak navlunda da gerileme devam ediyor ve sınırdan geçen TIR sayısında azalma görülüyor. (3)
Kasım ayındaki imalat sanayi kapasite kullanım oranlarındaki (KKO) bir önceki aya göre yüzde 1'lik bir düşüş ise (4) sanayi üretimindeki yavaşlamanın ve üretimdeki düşüşün bir diğer göstergesi.
Bu çerçevede son çeyrekteki (Ekim-Kasım-Aralık) ekonomik büyümenin beklenenin altında çıkması olasılığı bir hayli yüksek.
Nitekim BETAM, bu yılın üçüncü çeyreğinde (mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış) elektrik tüketiminde yüzde 2, imalat sanayi üretim endeksinde ise yüzde 4'lük bir azalış gözlemlendiğini, geçen yılın aynı dönemi ile kıyaslandığında hizmet sektörüne olan talebin durgunlaştığını, kesinleşen Temmuz, Ağustos ve kısmen açıklanan Eylül ayı GSYH öncü göstergeleri ile yapılan hesaplamalara göre ekonominin bu yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine kıyasla sadece yüzde 4,3 oranında büyümesini, ancak (mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilerle yapılan hesaplamalara göre), bu yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla GSYH'nin yüzde 0,3 azalmasını öngörüyor. (5)
Kısaca, ikinci çeyrekte yüzde 7,6 gibi yüksek hızda büyüyen Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrekte (Temmuz-Ağustos-Eylül) ciddi biçimde yavaşladığı ve içinde bulunduğumuz son çeyrekte bu yavaşlamanın artarak devam edeceği anlaşılıyor.
Gerçek bir iktisadi rasyonalite olmaksızın dahi rahatça faiz indirebilen iktidarın, bu olumsuz gelişmeler karşısında, politika faizini 150 baz puan daha indirerek yüzde 10,5'ten yüzde 9'a düşürmesi (6) zaten bekleniyordu.
Bu indirimin nedeni belli: Seçim yaklaşıyor, her türden iktisadi göstergenin kötü olduğu, ekonomik sıkıntıların zirve yaptığı, toplumsal muhalefetin yükselişte olduğu böyle bir dönemde bir de iktisadi büyüme yavaşlarsa, iktidarın, sanal da olsa, iktisadi olarak arkasına sığınacağı başka bir şey kalmaz. Bu yüzden de iktisadi büyüme için makroekonomik istikrar bir kez daha feda edildi.
Bu çerçevede seçime kadar, faiz indirimi ile özel tüketim harcamalarını körükleyip, ekonomiyi tüketim yönlü büyütme çabası sürecek yani bir tür "derin yarayı yara bandı ile kapatma politikası" devam edecek gibi görünüyor.
Ancak aşırı miktarda ve sıklıkta kullanılan bir ağrı kesicinin etkisinin artık yok olması ya da her seferinde daha fazla doz gerektirmesi gibi, yeni faiz indirimlerinin ekonomiye gerçek anlamda bir faydasının olmayacağı da çok açık.
Kaldı ki 'ekonomik büyüm' ile 'makroekonomik istikrar sağlama' birbirinin ikamesi değil, birbirinin tamamlayıcısı iki önemli ekonomik hedeftir. Biri diğeri için kurban edilmemelidir. İdeal olan ise makroekonomik istikrar altında (fiyat istikrarı) kalıcı bir ekonomik büyümenin sağlanmasıdır.
Ayrıca, ekonomiyi özellikle de toplum ve doğa dostu, istihdam yaratan yatırımlarla büyütmek gerekiyor. Ancak iktidarın izlediği kredi ve düşük faiz politikası bir süredir bu tür yatırımları teşvik edici olmaktan çoktan çıkmış durumda. Ucuz ve bol para reel yatırımlardan ziyade, artık Kur Korumalı Mevduat (KKM), borsa, Hazine kağıdı, mevduat, döviz, konut gibi spekülatif alanlara yöneliyor.
Görünen o ki faiz indirimleri ile reel yatırımlar arasındaki ilişki, duyarlılık ortadan kalkmış, yani para/faiz politikasının ekonomiyi yatırımlar üzerinden büyütme etkisi iyice azalmış. Özellikle de giderek belirginleşen bir 'mali baskınlık' yani büyük çaptaki bütçe açığı ve kamu borcu altında bu politika daha da etkisiz olacaktır.
Kısaca, tüketim harcamaları ve spekülatif kârlar üzerinden gerçekleşecek bir iktisadi büyüme refahı adil dağıtan, işsizliği azaltan, yeni istihdam yaratan, kısaca emekten yana, adil bölüşüm sağlayan, doğa ile uyumlu bir büyüme olmayacaktır. Bu bağlamda son faiz indirimi de bu amaçlara hizmet etmeyeceği gibi, ekonominin bütünü açısından da fayda sağlamayacaktır.
Diğer yandan faiz indiriminin gelir bölüşümü başta olmak üzere bölüşüm adaletsizliklerini daha da artıracağı kesin.
Nitekim politika faizinin indirilmesiyle bankaların Merkez Bankası'ndan daha ucuza borçlanabildiği ve çok daha yüksek kredi faizleriyle bu parayı piyasada sattıkları biliniyor.
Örneğin politika faizinin yüzde 9'a indirildiği gün Merkez Bankası'nın sitesinde TL cinsinden ihtiyaç kredi faizinin yüzde 30,7; tüketici kredisi faizinin yüzde 29,7; taşıt kredisi faizinin yüzde 25,1; konut kredisi faizinin yüzde 21,5; ticari kredi faizinin yüzde 16,4 olduğu bilgisine yer veriliyor. (7) Piyasadaki faiz oranlarının bunun çok üzerinde olduğu da bir gerçek.
Keza, kredi kartlarına uygulanan aylık faiz oranının (maksimum) yüzde 1,5 (yıllık yüzde 18,0) ve aylık gecikme faizi oranının yüzde 1,8 (yıllık yüzde 21,6) olduğu dikkate alındığında bankaların faiz gelirlerinin ve kârlarının da ne denli yüksek olacağı anlaşılıyor.
Nitekim son faiz indirimi kararından önce dahi bankaların bu yılın ilk 9 ayındaki net faiz gelirleri 14,6 kat artırarak Ocak'ta 33,9 milyar TL'den Eylül'de 497,6 milyar TL'ye; dönem net kârları ise 14,2 kat artırarak Ocak'ta 20,1 milyar TL'den Eylül'de 286,2 milyar TL'ye yükseldi. (8)
Bu bankaların bu süreçte ödeyecekleri vergi ise 93,2 milyar TL. Bu rakam, 933,0 milyar TL toplam faiz (kâr payı) gelirine bölündüğünde efektif Kurumlar Vergisi yükünün sadece yüzde 10 olduğu görülüyor. Oysa bankalara uygulanan yasal vergi oranı bilindiği gibi yüzde 25.
Yani bankalar kendilerine sağlanan indirim, muafiyet ve istisna gibi teşviklerden faydalanarak yüzde 25 nominal vergi yerine efektif olarak yüzde 10 vergi ödüyorlar. Sadece düşük politika faizi ile değil, aynı zamanda düşük efektif vergi yükü ile de ödüllendiriliyorlar.
Ülkede bunlar olurken, İspanya'da sosyalistlerin önderliğindeki hükümet, ülkedeki bankaların faiz ve komisyon gelirleri üzerinden yüzde 4,8'lik bir vergi alarak 2 yılda 3 milyar Euro, elektrik şirketlerinin satışlarından yüzde 1,2 vergi alarak 4 milyar Euro olmak üzere toplam 7 milyar Euro gelir elde etmeyi hedefliyor. (9)
Böylece hükümet, sektörden gelen tepkilere rağmen, uygulayacağı "aşırı kâr vergisi ile bu iki sektörü vergilendirerek kamu geliri yaratmak ve bunu halkın "yaşam maliyeti krizini" hafifletmede kullanmak istiyor.
Biz ise burada, son kararda olduğu gibi, politika faizini indirerek, bu süreçte kârları patlayan, efektif vergi yükü yarı yarıya düşen bankaları ve enerji sübvansiyonları vererek elektrik enerjisi dağıtımı yapan özel sermaye şirketlerini destekliyoruz.
Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, İspanya Hükümeti en büyük bankalarından birisi olan BBVA'dan 'aşırı kâr vergisi' adı altında ilave vergi almayı planlarken, biz aynı bankayı (Türkiye'deki adı Garanti BBVA) faiz indirimi ve cömert vergi istisna, muafiyeti ve indirimi ile ödüllendiriyoruz.
Dipnotlar:
Mustafa Durmuş kimdir? Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989). TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim üyeliği ve özel sektörde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye bölümü öğretim üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir bloğu ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var. Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında |