Bilindiği gibi, 2020 yılındaki Covid-19 salgını nedeniyle durma noktasına gelen ekonomik faaliyetler sonrasında karbon emisyonu küresel çapta azalmıştı.
2021 yılının sonlarından itibarense, salgının etkilerinin azalmasıyla normale dönen ekonomik faaliyetlerin ve Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte yükselen militarist harcamaların neticesinde, karbon emisyonları tekrar yükselişe geçti.
Böyle olunca da küresel sera gazı emisyonlarının (asıl olarak fosil yakıt endüstrisinden kaynaklanan CO2’den oluşan) yol açtığı küresel ısınmanın; ekosistem ve canlı türleri üzerinde neden olduğu değişiklikler, su kıtlığı ve gıda üretimi, insan ve toplum sağlığı ve iyiliği, kentleşme ve alt yapı çalışmaları, iç çatışmalar, jeopolitik gerginlikler ve uluslararası göçler üzerindeki etkileri tekrar tartışılmaya başlandı.
Öyle ki Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na göre (UNEP), 2010-2019 arasında küresel emisyon miktarı yılda ortalama 54,4 milyar ton (CO2) oldu ve bu rakam 2021 yılından itibaren de bu şekilde devam ediyor. 2019-2020 arasında bu rakam, yüzde 4,7 azalsa da, sonrasında artan fosil yakıt kullanımı nedeniyle eskiye döndü. Böylece artık, Paris Anlaşması hedeflerine (1,5°C) ulaşma yolunda değiliz çünkü bu gidişle gezegen yüzyılın sonunda 2,8°C’ye kadar ısınmış olacak. Bu nedenle de, böyle bir küresel felaketten kaçınabilmek için sera gazı emisyonlarını toplamda yüzde 45 oranında azaltmak gerekiyor. (1)
Bir rapora göre, 2021 yılında 3,3 milyar insanı barındıran 47 ülke aşırı ekolojik tehdit altındaydı ve bu insanların çok azı bu tehdide karşı korunaklıydı. 2050 yılına gelindiğinde aşırı tehdit altında olacak insan sayısı 4,7 milyarı, bu da dünya nüfusunun yüzde 49’unu bulacak. (2)
Son olarak, Ocak ayında Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nca yayımlanan ‘Küresel Riskler Raporu’nda, küresel ısınma sonucu ortaya çıkan iklim değişikliği riski 2023 yılındaki en belirgin 10 küresel risk arasında yer alıyor.
Rapora göre; “önümüzdeki on yıl, jeopolitik ve ekonomik eğilimlerin yönlendirdiği çevresel ve toplumsal krizlerle karakterize edilecek. ‘Yaşam maliyeti krizi’ önümüzdeki iki yılın en ciddi küresel riski olarak ortaya çıkıyor ve kısa vadede zirve yapıyor. ‘Biyo çeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü’, önümüzdeki on yılda en hızlı kötüleşen küresel risklerden biri olarak görülüyor ve altı çevresel riskin tümü, önümüzdeki on yıl içinde ilk on risk arasında yer alıyor. (3)
Kısaca, küresel müesses nizamın egemenleri başta küresel sermayenin faaliyetleri, fosil yakıt üretimi ve kullanımı, ulus devletlerin neden olduğu çatışmalar, savaşlar gibi esas faktörlere değinmeden, ortaya çıkan sonuçlar üzerinden, uyarılarda ve birçoğu da iç tutarlılıktan yoksun, ikiyüzlü çözüm önerilerinde bulunuyorlar.
Bir başka anlatımla, küresel ısınma başta olmak üzere ekolojik tahribatın asıl sorumlularını gizlemeye çalışan Dünya Ekonomik Forumu gibi zenginler kulübü niteliğindeki örgütler hedef şaşırtıyorlar.
Bu örgütlerden biri de NATO. Örgüt 23 Ocak 2023 günü, NATO müttefikleri ve savunma ve ilgili sanayilerden 150’den fazla temsilciyi bir araya getiren ‘İklim Değişikliği ve Askeri Kabiliyetler’ konulu, şu ana kadar yapılmış olan ilk sempozyuma ev sahipliği yaptı. Katılımcılar, özde, NATO'nun yeni askeri kabiliyetler geliştirirken, aynı zamanda iklim değişikliği ve güvenlik konusundaki hedeflerinin nasıl dikkate alınabileceğini tartıştılar. (4)
Tartışılan başlıca konular arasında; askeri kabiliyetler, yenilikçi ve yeşil teknolojiden yararlanma yolları, askeri kuvvetlerin ve altyapının kendi kendini idame ettirmesi, hava, kara ve deniz alanlarındaki askeri faaliyetler için sürdürülebilir yakıtların geliştirilmesi yer alıyor.
Bu sempozyumda, “NATO üyesi ülkelerin liderlerinin iklim değişikliğini, örgütün güvenliğini, operasyonlarını ve misyonlarını etkileyen bir tehdit olarak kabul etmeye başladıkları” ileri sürüldü.
Bu çerçevede de, ‘NATO 2030 Gündemi’nin bir parçası olarak, askeri kabiliyet geliştirme çalışmalarına iklim değişikliği konuları da dâhil ediliyor. 2021’de NATO üyesi ülkelerin liderleri tarafından kabul edilen İklim Değişikliği ve Güvenlik Gündeminin geliştirilmesinde uzmanlar, sivil toplum örgütleri ve özel sektörle aktif olarak işbirliği yapılıyor.
Örgütün Savunma Yatırımlarından Sorumlu Gn. Sek. Yrd. W. Gilmour bu işbirliğini şöyle açıklıyor:
“NATO, iklim değişikliği ve güvenlik konusundaki hedeflerimize ulaşmak için çok çalışıyor. Askeri kabiliyetlerimizin gelecek için hazır olmasını sağlıyoruz. Savunma sektörünün ekoloji üzerindeki etkisini hesaba katmak, hem savunma hem de sivil dünyadan sanayi ile yakın ortaklıkların kurulmasını gerektiriyor. Sanayi ortaklarımızın bu konularda örgüt ile yakın ilişkiler kurmaya gösterdiği ilgi bizi cesaretlendiriyor.”(5)
Bu açıklamalarda bir ikiyüzlülük olduğu çok açık. Zira emperyalizmin bir savaş örgütü olarak kurgulanmış NATO’nun ekolojik tahribata yol açtığı bilimsel araştırmalarla da ortaya konulmuş bir gerçek. Bu yüzden de bu açıklamaları gerçeğin üzerini örtmek, failleri gizleme çabası olarak okumakta yarar var.
Öncelikle, Gezegeni kuşatan iklim felaketinin yüzde 92’sinin emperyalist Küresel Kuzey'den kaynaklandığını biliyoruz. Daha da kötüsü, gezegendeki neredeyse tüm yaşamı yok eden çok uluslu şirketlerin büyümesini ve kârlarını artırmak için her yıl Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e muazzam miktarda doğal kaynak ve ucuz işgücü transferi yapılıyor.
Böyle bir fosil yakıt temelli kapitalizm NATO’nun devasa büyüklükteki ordularınca korunuyor. Bu örgütün yaptığı askeri operasyonlar, tatbikatlar ve neden olduğu savaşlar da büyük bir ekolojik tahribata neden oluyor.
Dünya çapında askeri operasyonların toplam küresel emisyon (CO2) içindeki payının en az yüzde 6 civarında olduğu, ABD ordusunun ise dünyanın en büyük petrol tüketicisi ve sonuç olarak dünyanın en büyük sera gazı salıcılarından biri olduğu biliniyor. Öyle ki ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) yıllık sera gazı emisyonu 59 milyon tonu buluyor. Bu haliyle Pentagon, ülke olarak Portekiz, İsveç veya Danimarka'dan daha büyük emisyona neden oluyor. (6)
Keza, dünya çapında 800’den fazla askeri üsse sahip ve günde 395.000 galon petrol tüketen ABD ordusunun neden olduğu karbon emisyonu 140 diğer devlet ordusunun toplamının neden olduğu emisyondan, Birleşik Krallık (İngiltere) ordusunun neden olduğu emisyonlarsa 60 ülkenin ordusunun toplam emisyonundan fazla.
Bir askeri operasyon sırasında Humvee tipi bir zırhlı kamyon 260 kg CO2, bir F-35 savaş uçağı 27,8 bin ton CO2 ve B-2 nükleer silaha sahip uçak 251,4 bin ton CO2 emisyonuna neden oluyor. Tipik bir bombanın ağırlığı 230 kg ama neden olduğu emisyon gazı miktarı bombanın ağırlığının binlerce katı kadar. Bir Tornado savaş jetinin bir saatlik uçuşu sırasında atmosfere gönderdiği CO2 miktarı 13 ton. Bir B-52 Sratofortress’in (Boeing’in uzun menzilli bombardıman uçağı) bir saatte tükettiği yakıtı ortalama bir otomobil sürücüsü 7 yılda ancak tüketebiliyor. Bir B2 Bombardıman uçağı 251 metrik ton emisyona neden olurken, bir F 35 düştüğünde 1,2 ton jet yakıtı yanıyor. (7)
Emperyalizm, savaşlar, savaş harcamaları ve militarizm insanlara, hayvanlara ve ekonomiye olduğu kadar, başta küresel ısınmaya neden olarak, bir bütün olarak ekolojiye de zarar veriyor.
Küresel İklim Zirvelerinde (COP) “net sıfır emisyon” hedefi sahte gibi hedefler savunulurken, fosil yakıt üretenlere devasa teşvikler verildiği gibi (8), NATO da daha da genişlemesini ve savaş harcamalarını sürdürürken, ulus devletleri askeri bütçelerini belirgin bir biçimde artırmaya teşvik ederken, iklim değişikliğini dikkate alan çalışmalar yaptığını açıklıyor.
Kısaca, kapitalizmin kâr sürümlü üretim ve tüketim faaliyetleri biyosfere zarar veriyor. Bu bağlamda, nasıl ki ekolojiyi koruma amacı ile kapitalizm oksimoron bir durum oluşturuyorsa, yani bir arada olamazlarsa, aynı şekilde küresel bir savaş örgütü olan NATO’nun hüküm sürdüğü, ABD ve AB emperyalizminin yanı sıra, Rusya ve Çin gibi diğer emperyalist devletlerin de yeni savaşları kışkırttığı, içerde otoriterliğin ve militarizmin yükseltildiği bir ortamda ekolojik yıkım kaçınılmaz.
Bu birbirleriyle zıt çelişki içinde olan olguların uyumlu bir biçimde bir arada olabileceğini düşünmek safdillikten, bunu düşündürtmek ikiyüzlülükten başka bir şey değil. NATO bugün tam da bunu yapıyor.
Dip notlar: