Bu hafta toplam 64 maddelik "Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" (1) Meclis Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı.
Torba kanun biçiminde hazırlanan teklifte toplam 7 vergi kanununda değişiklik yapıldı. Teklifin ilk 11 maddesi Gelir Vergisi, 41 maddesi Vergi Usul Kanunu, 2 maddesi Damga Vergisi Kanunu, 1 maddesi Katma Değer Vergisi Kanunu, 2 maddesi Özel Tüketim Vergisi, 1 maddesi Bankacılık Kanunu ve 4 maddesi de Kurumlar Vergisi Kanunu'nda yapılan değişikliklerden oluşuyor.
Bu kadar çok verginin bir araya getirilmesine bakılarak bunun bir vergi reformu olduğu yanılgısına kapılmamak gerekiyor. Çünkü bunlar bir torbada eklektik bir biçimde bir araya getirilen, çeşitli kesimleri memnun etmeyi hedefleyen popülist vergisel değişiklikler. İşin gerçeği mevcut siyasal iktidarın ne gerçekten halktan yana bir vergi reformu yapma niyeti, ne de gücü var.
Malum, ilerici reformlar toplum lehine, özellikle de başta emekçiler olmak üzere, toplumun en çok ezilenlerini rahatlatmak amacıyla yapılır. Bu durum vergiler için de geçerlidir. Oysa son 20 yıldır yönetimde olanlar hiçbir zaman gerçek anlamda reformist olmadılar, bu görüntü altında aslında sağ popülizmi yükselttiler. Bu son dönemlerinde otoriter bir popülizm ile sonuçlandı.
Özetle, siyasal iktidar uzunca bir süredir çalışan halk sınıfları lehine her hangi bir düzenleme yapmıyor. Aşağıda en çarpıcı örneklerini sunduğumuz, adeta sus payı niteliğinde bu vergisel değişiklikler ise; iktidarda kalabilmek, büyük ölçüde küçük esnaf ve üreticilerden oluşan seçmen tabanındaki erimeyi durdurabilmek ve olası bir erken seçime karşı hazırlıklı olabilmek için yapılıyor.
Mali düzenlemeler genelde toplumdaki sınıfsal çıkar çatışmalarına göre şekil alır. Bu düzenlemede de böyle bir sınıfsal çatışmanın izleri mevcut. Öyle ki değişiklikler asıl olarak; irili ufaklı sermaye kesiminin sorunlarını hafifletmeye ve yaklaşan seçimler için küçük esnafın ve çiftçilerin oylarını yeniden elde etmeye dönük iken, 64 madde içinde asıl zorda olan halkın, emekçilerin sorunlarını azaltmaya yönelik tek bir düzenleme yok.
Aslına bakılırsa siyasal iktidar, özellikle de 2015 yılından bu yana, emekçileri kollayarak yönetmektense, zora dayalı ve diğer dinsel- ideolojik kurum ve araçlarıyla bu kesimleri yönetmeyi tercih ediyor.
Yasadaki ilk düzenlemeden (madde 1, 5 ve 6) başlayalım. Aslında yeni olmayan bu yılın başında gündeme gelen ama Meclis'e getirilmeyen bu düzenlenemeye göre, halk arasında küçük esnaf olarak da tanımlanan, basit usulde vergilendirilen mükelleflerin kazançları gelir vergisinden istisna edilecek.
Düzenleme 2021 yılı kazançlarına da uygulanmak üzere, yasanın yayım tarihinde yürürlüğe girecek. Bu mükellefler artık yıllık gelir vergisi beyannamesi vermeyecek, başka gelirleri nedeniyle yıllık beyanname verseler bile, bu kazançlarını beyannamelerine dâhil etmeyecekler.
Sonuç olarak, bundan böyle ülke genelindeki yaklaşık 850 bin küçük esnaf ve işyeri sahibinin yıllık cirosu 240 bin TL'nin altında kalanlar gelir vergisi ödemeyecekler.
Buradaki en önemli noktalardan biri böyle bir istisnadan kimlerin yararlanamayacağı kararının Cumhurbaşkanı'na bırakılması çünkü Gelir Vergisi Kanunu madde 51/12 basit usulden yararlanamayacak olan mükelleflerin belirlenmesi için Cumhurbaşkanına yetki veriyor. Bu kapsamda (1995/6430 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre) büyükşehir belediye sınırlarında alım satım ve imalat faaliyetinde bulunan mükellefler basit usulden yararlanamayacaklar.
Benzer bir durum madde 56 ile tütün mamulleri ile araçlarda uygulanan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oranını 1 katı yerine 3 katına kadar artırma konusunda Cumhurbaşkanına yetki verilmesinde de söz konusu. Böylece hali hazırda 1 kat olan bu artırma yetkisi ile halktan çok daha fazla ÖTV toplanması hedefleniyor.
Böyle önemli kararların bir tek kişiye bırakılması aslında "tek adam rejimi" olarak da adlandırılan mevcut Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin antidemokratik doğası ile uyumlu.
Ancak sorun sadece bununla sınırlı değil. Öyle ki bu düzenleme altında örneğin, Kütahya'daki bir bakkal vergi ödemekten kurtulurken, Van'daki (aynı koşullara sahip) bir bakkal vergi ödemeye devam edecek.
Bir başka ifade ile aynı faaliyeti yapan ve aynı iş hacmine sahip iki esnaftan büyükşehir belediye sınırlarında olan basit usul vergi mükellefi vergi ödemeye devam ederken, diğer illerde olanlar artık vergi ödemeyecekler.
Bu sadece ülkenin değişik bölgeleri arasındaki değil, aynı zamanda örneğin Güney Doğu ve Doğu Anadolu'daki gelir adaletsizliklerini ve sınıfsal ayrışmayı daha da artıracak. Bu yönüyle de bu düzenleme hem vergide adalet ilkesine, hem de Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı. Aynı zamanda esnaf arasında haksız rekabete de neden olacak.
Kaldı ki bu düzenleme hem doğrudan, hem de dolaylı biçimde vergi geliri kaybı ile sonuçlanacak. Öyle ki düzenleme ile azımsanamayacak bir vergi gelirinden vaz geçiliyor. Her ne kadar geçen yıl basit usule tabi vergi geliri tahsilatları 250 milyon TL civarında olsa da, bu sadece tahsilat. Tahakkuk eden vergi bunun iki katından fazla. Yani iktidarın vaz geçtiği yıllık vergi geliri gerçekte 500-600 milyon TL civarında. Bu ya bir başka vergi ile ya elektrik, doğal gaz, cezalara yapılan zamlar gibi diğer kamu gelirleriyle ya da iç borçlanma ile kapatılacak ve her üçü de halkın üzerindeki mali yükü daha da artıracak.
Düzenleme kayıt dışılığa yol açacağı için de vergi geliri kaybına neden olacak. Çünkü esnaf ve sanatkârlar 240 bin TL'lik bir yıllık ciro sınırının altında kalarak istisnadan yararlanabilmek için fatura, fiş ve benzeri belgeleri düzenlemekten kaçınacaklar. Bu bağlamda, getirilen düzenlemede mükelleflerin gelirlerini tam olarak tespit edecek bir güvenlik mekanizması da mevcut değil. Bu yüzden de düzenleme kamu geliri kaybına yol açacak.
Öte yandan, bu vergi mükellef sayısına bölündüğünde yılda ortalama esnaf başına 250-300 TL'ye denk düşüyor. Bu anlamda böyle bir vergiden vazgeçilmesi, esnafın en azından bir kısmı açısından gerçek bir teşvik olarak da görülmeyebilir.
İşin aslı esnaf daha büyük bir riskle karşı karşıya. Zira Cumhurbaşkanı "Bin Market" adını verdiği projeyle, gıda fiyatlarındaki artışın sebebi olduğunu ileri sürdüğü zincir marketlerle mücadele etmek gerekçesiyle, devlet öncülüğünde 1,000 market kurulacağını açıkladı.
Bu durum vergi istisnası getirilen küçük esnafın karşısına, mevcut BİM, A101 Şok Market ve Migros gibi zincir marketlere yenilerinin eklenmesi demek. Bu da başta bakkallar, manavlar olmak üzere küçük esnafın gelecekte hiç olmayacağı anlamına geliyor. Yani esnaf vergi ödemekten kurtuluyorum derken, bütünüyle ortadan kalkabilir.
Bu nedenle, böyle kooperatif marketlerin kurulmasını enflasyonu önleme niyetiyle açıklayabilmek zor. Kaldı ki enflasyonun böyle önlenmesi de mümkün değil. Daha ziyade bu marketlerin kurulması sırasında iktidara yakın çevrelerin bundan nemalanmaları (hem işletilmesi, mal tedariki ve kadrolaşma, hem de inşaatların yapılması anlamında) söz konusu olacak.
Keza bir süre sonra zarar etmesi beklenebilecek olan bu marketlerin zararının Hazine'ye (dolayısıyla da halka) yıkılması ihtimali oldukça yüksek. Bu tür işletmeler sonuçta özelleştirmeler yoluyla büyük sermayeye devrediliyor. Bunun en bilinen örneği Türkiye'de uzun yıllar öncesinde devlet eliyle kurulan ve ülkenin ilk süper marketleri konumunda olan Migros, Tansaş ve Gima'nın özelleştirilerek satılması.
Yasanın 2'nci ve 55'nci maddeleri sosyal medya içerik üreticilerinin ve mobil cihazlarda uygulama geliştirenlerin (örneğin YouTuber) elde ettikleri kazançların belirli bir tutara kadar olan (GVK'da yer alan dördüncü dilim /bu yıl 650 bin TL'yi geçmeyen) "kısmını Gelir Vergisi istisnası kapsamına alıyor.
Bu tür faaliyette bulunanlardan sadece yüzde 15 oranında bir vergi tevkifatı yapılacak. Bu durum her ne kadar yeni vergi geliri yaratma imkânı gibi gözükse de, bunun oranının asgari ücretli bir emekçinin ödediği verginin oranı ile aynı olması vergilemede adalete ters.
Yasanın 3'üncü ve 8'inci maddeleri ile gerçek usulde vergiye tabi olmayan, dolayısıyla da tevkifat yoluyla vergilendirilen çiftçilere, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan destek ödemelerinden (daha önce tevkifat yoluyla vergi alınıyordu), bundan böyle vergi alınmayacak.
Bu düzenleme çiftçiler açısından bir rahatlama yaratabilecek gibi görünse de (şu ana kadar neden yapılmadığı, çiftçilerin bir borç batağı içinde olduğu ve bu desteklerden yoksul çiftçilerin ve köylülerin, tarım işçilerinin yararlanamadığı hatırda tutularak), bunun bir popülist hamle olarak değerlendirilmesi çok daha yerinde olur.
Kaldı ki çiftçinin kullandığı mazota verilen KDV ve ÖTV desteğinin bu ayın başından itibaren sonlandırılması çiftçilere kaşık ile verilenin kepçe ile geri alınacağı anlamına geliyor.
Yasanın 11'nci maddesi, Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisinde yüzde 5'lik indirim sağlayan ‘vergiye uyumlu mükellef indirimi' uygulamasında, yararlanma şartı olan tarhiyat yapılmama kuralını esnetiyor. Buna göre bu teşvikten yararlanabilmek için "tarhiyatın kesinleşmemiş olması" yeterli olacak.
Böylece, kesinleşmediği sürece tarhiyat yapılmasının uyumlu mükellef indiriminden yararlanmayı etkilememesi amaçlanıyor. Böyle bir indirimden faydalanma koşulunun esnetilmesi, dürüst mükellefi ödüllendirmekten ziyade, yukarıdakine benzer bir popülist hamle olarak değerlendirilmeli.
Diğer yandan son 20 yılda 7 kez vergi affı çıkartılan, iktidara yakın sermaye gruplarının ödemesi gereken vergilerin dahi alınmaktan imtina edildiği, vergi cennetlerine kaçırılan yüzlerce milyon liralık vergi gelirinin olduğu gerçeğinin Pandora Belgeleriyle ortaya konulduğu bir ortamda, dürüst mükellefe sunulan yüzde 5'lik bir vergi indirimi asıl böyle büyük vergi adaletsizliklerinin üzerini örtmeye hizmet eder. Oysa vergilemenin adil bir biçimde yapıldığı bir ülkede vergiye uyumu sağlamak için teşvik vermeye gerek yoktur.
Yasanın 34'ncü maddesi ile amortisman uygulamasına ilişkin olarak 213 sayılı Kanunun 320'nci maddesinde iki önemli değişiklik yapılıyor. Bunlardan ilki mükelleflerin aktiflerine yeni kaydedecekleri iktisadi kıymetleri için bu kıymetlerin aktifte kaldığı süre kadar gün esasına göre amortisman hesaplamasına imkân veriyor.
İkinci değişiklik mükelleflerin Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın iktisadi kıymetler için tespit ve ilan ettiği faydalı ömürlerden kısa olmamak, bu sürenin iki katını ve elli yılı aşmamak üzere, amortisman süresini her yıl için aynı nispet olmak kaydıyla serbestçe belirlemelerine izin veriyor. Böylece şirketlerin vergi mükellefiyetini azaltan bir uygulamaya gidiliyor. Bu düzenlemenin de sermaye kesimince olumlu bulunacağı açık.
Madde 35 ile 3 bin TL'yi aşmayan küçük alacaklar "şüpheli alacak" olarak değerlendirilecek, bu da vergi matrahından indirim yapılmasını sağlayarak ödenecek verginin azalmasıyla sonuçlanacak. Bu düzenleme de, küçük alacaklarını tahsil edemeyen işletmeler için en azından daha az vergi ödemeleriyle sonuçlanacağından, iktidarın bir gönül alma çabası olarak değerlendirilebilir.
Madde 42 ile vergi incelemesi devam ederken dahi pişmanlıkla beyanname verilebilecek olması ve Madde 44 ile 5 bin TL'yi aşan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarının uzlaşma ve tarhiyat öncesi uzlaşma kapsamına alınıyor olması, cezaların düzenlendiği süre zarfında ödenmesi durumunda cezanın yüzde 25 indirilmesi, 5 bin TL'yi aşmayan cezalarda ise indirim oranının yüzde 50 artırımlı olarak uygulanabilmesi; hem Maliyenin gelir ihtiyacını ortaya koyuyor, hem de erimekte olan seçmen desteğinin yeniden kazanılmasını sağlamayı hedefliyor.
Ülkenin sadece vergi sistemi sorunlu değil. En az onun kadar yakıcı bir sorun da yüksek enflasyon. Ancak siyasal iktidar enflasyonla mücadelede vergi politikasında da çıkmaz sokağa girmiş gibi görünüyor.
Zira iktidar esnaf örgütü TESK'in önerisiyle bir süredir akaryakıt fiyatlarında "eşel –mobil" adı verilen bir sistem uygulanıyordu. Yani akaryakıt fiyatlarında bir artış olduğunda bunun tamamı veya bir kısmı ÖTV gelirlerinden karşılanıyor, bir başka ifadeyle fiyat artışı kadar ÖTV indirimi yapılıyordu.
Son Kamu Maliyesi Raporuna göre, bu sistem ile bu yılın ilk 8 ayında enflasyon toplamda -2,48 puan düşük tutulabildi. Ancak bu uygulamanın 46 milyar TL'lik bir vergi gelirinden vazgeçme maliyeti ortaya çıktı (enflasyonla mücadele için toplamda yapılan vergi indirimleri ile 102,6 milyar TL'lik bir kamu gelirinden vazgeçildiği ileri sürülüyor. (2)
Ekim ayı başı itibarıyla bu imkân artık büyük ölçüde mevcut değil. Çünkü motorin ve LPG'den alınacak ÖTV kalmadı, yani bu iki üründen ÖTV tahsil edilemiyor. Benzinde ise sadece yalnızca 22 kuruşluk bir ÖTV marjı kaldı. Bundan böyle akaryakıta yapılan zamlar aynen tüketiciye yansıtılacak. Bu da halkın çilesini daha da artıracak.
Siyasal iktidarın döviz ile ithal edilen akaryakıtın fiyatlarının her döviz kuru artışı ile maliyet yönlü olarak enflasyonu artırdığını bilerek eşel mobil sistemine başvururken, kuru daha da yükseltecek olan faiz indirimi yapmaktan bir türlü vazgeçmemesi sorgulanması gereken bir durum.
Bu durum ister istemez akıllara, siyasal iktidarın kurun yükselişi ya da enflasyonun tırmanması ile gerçekte bir sorununun olmadığı, bunun bir tür büyük sermaye lehine yeniden bölüşüm politikası ve genel bir mülksüzleştirme projesi olarak sürdürülen bir strateji olduğu düşüncesini pekiştiriyor.
Aslında, yüksek enflasyon ve yüksek kur politikası halkı yoksullaştırırken, negatif reel faiz politikası ve GVK'nın bir kez daha uzatılan geçici 67'nci maddesi ile faizden ve bazı finansal yatırım fonu gelirlerinden alınan verginin yüzde 5'e düşürülmesi, hatta sıfırlanması, hem enflasyon, hem faiz ve kur, hem de vergi politikasının servet zenginlerinin servetlerini daha da büyütmek için sonuna kadar kullanılmakta olduğunun bir kanıtı.
Böyle bir strateji izlerken, seçmen desteğini korumaya yönelik olarak yapılan yukarıda özetlediğimiz eklektik-popülist vergi düzenlemeleri yeterli olmayacak gibi görünüyor. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor.
Dipnotlar