Amerikalı meşhur sunucu Larry King, 1947 yılında bir beyzbol maçına gittiğini anımsıyor.
O zamanlar henüz 14 yaşında bir çocuk olan King, gazetelerde çarşaf çarşaf çıkan haberleri okumuş ve sabırsızlıkla maçın başlama saatini beklemiş. Ardından 42 numaralı oyuncu sahaya çıktığında şaşkınlığı bütün yüzünü ele geçirmiş.
Üzerinden hayli zaman geçtiği aşikâr. Larry de malum, artık iyice yaşlandı. Ancak tarihe tanıklık ettiği o anları ve o ismi hiç unutmuyor:
Jackie Robinson…
Jackie, o henüz bebekken kaçıp giden babasının ardından anne güdümünde ayakta kalmaya çalışan bir ailede büyümüştü. Çocukluk yıllarında ara sıra başını belaya sokmuş olsa da olimpik bir sporcu olan abisinin de etkisiyle genleri onu spor sahalarına itecekti.
Jackie'nin gençlik yılları ise tam da İkinci Dünya Savaşı'nın en hararetli dönemine denk gelmişti. ABD savaşa girmeden önce; UCLA'deki kolej kariyerinde Amerikan futbolu, basketbol, beyzbol ve uzun atlama dallarında onun adından sıkça söz ediliyordu. Okulun ardından yarı profesyonel olarak Amerikan futbolu oynarken Japonların Pearl Harbour saldırısı Jackie'nin hayat senaryosunu değiştirecekti.
1942 yılında orduya alınan Jackie, Kansas'ın Fort Riley şehrinde yerleşik olan ve siyahlardan oluşan birlikte görev yapmaya başladı. Kısa bir süre sonra yakınlardaki subaylık okulu dikkatini çekti ve şansını denemeye karar verdi. Her ne kadar subaylık okuluna kabul şartlarında ırk ayrımı gözetilmediği yazsa da Jackie'nin başvurusunda işler biraz yavaş işliyordu. Jackie, işin peşini bırakmadı ve binbir mücadeleyle de olsa subaylık okuluna girdi. Bir yıl sonra ise Birleşik Devletler Ordusu'nda teğmen olarak görev yapmaya başlamıştı.
Bundan sonra ne mi oldu? Kırklı yıllardan söz ediyoruz. Amerikan toplumunda savaş kahramanlarından, dünyaya özgürlük götürmekten bahsedilse de evdeki alışkanlıklarında bir değişiklik yoktu. Irksal ayrımcılık günlük hayatın bir rutiniydi. Hem de ne mevki tanıyordu ne de başka bir şey. Tutarlı oldukları tek konu buydu. Jackie'nin başrolünde yer aldığı olaylar silsilesi de bu tutarlılığın tezahürüydü.
Jackie, ayak bileğindeki bir sakatlık nedeniyle askeri otobüsle hastaneye giderken Teğmen arkadaşlarından birinin eşiyle karşılaştı. Otobüsün ön tarafında yan yana oturup sohbet etmeye başladılar. Ancak dikiz aynasında karşılaştıkları otobüs şoförü bu durumu hiç de tasvip etmiş gibi görünmüyordu. Öyle ya; bir "zenci", beyaz bir kadınla ne konuşabilirdi ki? Biraz sonra otobüs durdu. Şoför yerinden kalkıp Jackie'nin yanına geldi ve otobüsün arka tarafına gitmesini söyledi. Jackie, şoföre dönüp bakmadı bile. Arkadaşıyla sohbete devam etti. Çünkü kâğıt üzerinde askeri otobüslerde ırk ayrımı yoktu. İsteyen istediği yere oturabilirdi.
"Hayatım boyunca sorunlarla uğraştım. Haklarımın ne olduğunu biliyordum."
Jackie tabii ki haklarının ne olduğunu biliyordu. Bilmediği şey; o gün şoförün ettiği şikâyetin önce iftiralara ve askeri davalara, sonra da ordudan "terhis" ettirilmesine giden yolu açacağıydı. Zaten onun asıl mücadelesi de askeri bölgede değil, beyzbol sahasında olacaktı.
Major League'de bir siyah
Askeri alandaki tatsız tecrübelerden sonra Jackie, beyzbolda şansını denemeye karar verdi. Sadece siyahların oynadığı "Negro League"de Kansas City Monarchs'ın formasını giymeye başlayan Jackie'nin keyfinin pek de yerinde olduğu söylenemez.
Düzenli ve yarışmacı kolej yıllarıyla kıyaslayınca Negro League'de had safhada bir düzensizlik mevcuttu. Bu durum bahis ve şikeye de davetiye çıkarıyordu. Yine de Jackie iyi bir performans sergiliyordu. Hatta beyzbolu en üst mertebesi "Major League"den gözlemciler onu izlemeye geliyorlardı.
İyi de madalyonun bir de öteki yüz var. O dönemde, Major League'de siyah bir oyuncu hiç oynamamıştı. Irk duvarını ne kadar sağlam, ne kadar yüksek ördülerse henüz üstünden atlayan olmamıştı. Jackie'yi izleseler ne olacaktı ki?
Bu noktada devreye Brooklyn Dodgers'ın o dönemki başkanı Branch Rickey giriyordu. 1945 yılının Ağustos'unda Branch Rickey, Jackie ile bir görüşme yaptı. Jackie'yi önce alt lig takımlarında denemek istiyorlardı. Ancak Rickey'nin merak ettiği bir husus vardı. Eğer ırkçı söylemlerle karşılaşırsa oltaya gelmeyip öfkesini kontrol edebilecek miydi?
"Karşılık vermekten korkan bir 'zenci' mi arıyorsun?"
"Hayır, karşılık vermeyecek kadar cesur birini arıyorum."
Bu sohbetin ardından, nihayet anlaşma yapıldı ve Jackie, Dodgers'ın alt ligdeki takımı Montreal Royals'da oynamaya başladı. Oradaki performansı onu en yukarıya taşıyacaktı. Dodgers formasıyla Major League'e…
"Dodgers beyazından daha beyaz bir beyaz yoktur. Bugün bile… Ve o ortaya çıktığında, derisinin rengi karşısında o formanın rengi… Şok ediciydi."
Evet, 1947 yılında beyzboldaki ırk bariyeri yıkıldı. Larry King henüz dünyanın en ünlü talk-show sunucusu olmadan önce, bir çocukken şahit olduğu bu tarihi anı böyle hatırlıyor. Major League'de ilk kez bir siyah sahaya çıkıyor. İnsan böyle bir anı zaten nasıl unutur ki?
"Yılın çaylağı" seçilse de Jackie'nin kendini tam anlamıyla kabul ettirmesi yaklaşık iki yılını aldı. İlk günlerden itibaren ırkçı hakaretlerin odağı olan Jackie, tıpkı Başkan Rickey'e söz verdiği gibi öfkesini kontrol altında tutmuştu. Başarılı geçen kariyeri boyunca altı kez All-Star takımına seçildi. Bunun yanında, muhtemelen en mutlu olduğu an ise 1955 yılında Brooklyn Dodgers'la yaşadığı şampiyonluktu.
Beyzbol kariyerinin ardından toplumsal meselelerde daha fazla sesini çıkarmaya başlayan Jackie, dönemin en önemli figürlerinden Martin Luther King Jr.'la da yakınlık kurmuştu. King'in de Jackie'ye hayranlığı biliniyordu. Hatta Jackie'nin mücadelesine duyduğu saygıyı da şöyle ifade ediyordu:
"Jackie Robinson benim başarımı mümkün kıldı. O olmasa bugün yapabildiklerimi asla yapamazdım."
Jackie Robinson, bir beyzbolcudan çok daha fazlası… O, kendinden sonraki nesillere ilham kaynağı olmuş bir öncü… İlk kez sahaya çıktığı günün hikayesi her anlatıldığında daha fazla insana ulaşacak ve aralarından bazıları hikâyeyi başkalarına da taşıyacak. Muhtemelen lafa da şöyle başlayacaklar:
Jackie Robinson'ın topa vuruşunu gördün mü?