Lillehammer, 1994… Tıklım tıklım dolu olan tribünler heyecanla sürat pateni müsabakasının başlamasını bekliyor. Aralarında ise herkesten çok daha heyecanlı olan biri daha var. Eşinin buz pistine çıkmasını bekleyen Robin. Hem de yalnız değil. Annesi ve küçük kızı bir tarafta, eşinin abisi diğer tarafta.
Birazdan, 500 metre yarışı için Dan Jansen pistteki yerini alıyor. Yarış başlar başlamaz Dan, öne doğru atılıyor. Buzun üzerinde müthiş bir hızla ilerliyor ancak son dönüşe geldiğinde bir an sendeliyor. Buz parçaları uçuyor ve herkes bunun ne anlama geldiğini biliyor. Sonucu saliselerin belirlediği bu yarışta Dan'in 10 yıldır peşinde koştuğu olimpiyat madalyasına bu kez de ulaşamayacak olması seyircileri hayal kırıklığına uğratıyor. Robin, ağlayarak annesine dönüyor ve haykırıyor:
"Bunun tekrar gerçekleşmesine inanamıyorum. Buna inanamıyorum."
1965 yılında Wisconsin eyaletine bağlı West Ellis'te doğan Dan Jansen kalabalık bir ailede büyüdü. Annesi hemşire, babası ise polis memuruydu. Geleneklerine bir hayli bağlı olan ailede bu durum çocukların meslek seçimlerine de sirayet etmişti. Dan'in üç ablası hemşire, abilerinden ikisi polis biri ise itfaiye memuru olacaktı. Ancak Dan'in kaderinde bambaşka bir hikâye yazılıydı.
Dan, dört yaşındayken ayaklarına taktığı pateni bir daha hiç çıkarmadı. Ablası Jane'in de desteğiyle kendine sürat pateni branşında bir kariyer edindi. 1984 yılına geldiğinde ise hayallerinin ilk aşamasını gerçekleştirecekti.
1984 Saraybosna Kış Oyunları'nda ilk kez olimpik bir mücadelenin parçası olan Dan'in hedefi ilk on sırada kendine bir yer bulabilmekti. 500 metre yarışını dördüncü sırada bitirdi. Hem de madalyayı kıl payıyla kaçırarak. Ama henüz 18 yaşındaydı ve önünde uzun bir kariyer vardı. Bu derece başlangıç için hiç fena sayılmazdı.
Dört yıl sonra, kış olimpiyatları Calgary'de yapılıyordu. Dan, olimpiyatlardan önce Dünya Sprint Şampiyonası'nı kazanmıştı. Calgary'ye de özellikle 500 metrenin en büyük favorisi olarak gelmişti. Ancak Dan'in içini kemiren bir şeyler vardı. Çok sevdiği ablası Jane, bir süredir lösemi hastalığının pençesindeydi ve son günlerde durumu iyice ağırlaşmıştı. Yaklaşan müsabakaya konsantre olması oldukça güçtü. Yarış günü sabah saat 6'da telefon çaldı. Arayan annesiydi. Jane'in muhtemelen son anlarını yaşadığını söyledi. Dan, son kez Jane'e bir şeyler söylemek istedi:
"Senin için kazanacağım, Jane!"
Jane, cevap veremiyordu ancak yanındakiler Jane'in onu anladığını söylediler. Üç saat sonra ise telefon tekrar çaldı. Jane, hayata veda etmişti.
Bu duygularla piste çıkan Dan, kazanmak zorundaydı. Kendini böyle koşullandırmıştı. Ablasına verdiği sözü tutmalıydı. 500 metre yarışı başladığında görünürde bir sorun yok gibiydi. İdeal bir başlangıç ve makul bir hız… Ta ki, ilk dönüşe kadar. Dan, henüz ilk dönüşte düşmüştü. Tüm hayalleri yerle yeksan olmuş, ablasına verdiği sözü tutamamıştı. Dört gün sonra 1000 metre yarışında, onu yine hüsran bekliyordu. Yarışın sonuna doğru yine düşecekti. Ne büyük bir hayal kırıklığı…
Dan, 1992'de Albertville'de düzenlenen oyunlarda şansını tekrar denedi. 500 metrede dördüncü, 1000 metrede ise yirmi altıncı olmuştu. Zaten 1000 metrede pek başarılı sayılmazdı. Yarışın sonlarına doğru hep yoruluyordu. Onun asıl becerisi 500 metredeydi ancak bir türlü şeytanın bacağını kıramamıştı.
1994'te ise önüne bir fırsat daha çıkacaktı. Lillehammer Olimpiyatları'na gelirken tekrar Dünya Sprint Şampiyonası'nı kazanmıştı. Yine 500 metrenin en büyük favorilerinden biriydi. Ailesi tribünlerde onu izliyordu. Bu sefer olacaktı, olmalıydı… Ancak yine olmadı… Son dönüşte bir anlık sendeleyişi ona zaman kaybettirecek ve müsabakayı sekizinci olarak bitirecekti. Akıllarda ise eşi Robin'in yaşadığı üzüntünün görüntüleri kalacaktı.
Birkaç gün sonra 1000 metre yarışı vardı ancak Dan'in tekrar piste çıkmaya pek niyeti yoktu. Onun yeteneği 500 metredeydi. 1000 metre için piste çıkmanın ne anlamı vardı ki? Antrenörü ise başka fikirdeydi:
"Biraz zaman ver. Neler hissettiğini biliyorum. Ama daha dört günümüz var."
17 Şubat 1994, saat 14.00'da sürat pateni 1000 metre müsabakası başladı. Dan dördüncü seride yarışacaktı. Ondan önceki serilerde iki tane dünya rekoru kırılmıştı. Şans pek de Dan'in tarafında görünmüyordu. Zaten o da kendini biraz değişik hissediyordu. Pateni buzda tam olarak tutunmuyordu ve bacaklarında da bir tuhaflık vardı. Aklında sadece bu işin bir an önce bitmesi vardı. Bir buçuk dakika sonra olimpiyatlar onun için bitecekti. Artık bir beklentisi yoktu.
Ailesi yine tribünde yerini almıştı. Dan, yarışa çok iyi bir başlangıç yapıp iyi bir süreye ulaşmıştı. İlk tur sonunda en iyi ikinci dereceye sahipti. Belki de baskı olmadan, berrak bir zihinle çok daha iyi yarışıyordu. Sonlara yaklaşırken bir dönüşte yine hafifçe sendeledi. Eşi Robin'in yüzünde yine acı bir ifade belirdi. Ancak sıralamaya baktığında durum hiç de fena görünmüyordu. Son düzlükte kalabalık iyice heyecanlanmıştı.
Dan, tezahüratlar arasında bitiş çizgisini geçtiğinde; sırayla başlığını çıkardı, yakasını açtı ve skorborda döndü. Sonra ise iki yumruğunu haya kaldırarak kalabalığın önünde süzüldü. Rekor kırarak birinciliğe yerleşmişti. Eşi Robin'in haykırışları ise tüm salonda yankılanıyordu:
"Teşekkürler tanrım. Teşekkürler tanrım. Teşekkürler tanrım…"
Dan Jansen, yaşadığı hayal kırıklıkları ve acı olaylara rağmen son ana kadar bir hayalin peşinden koştu. Altın madalyayı kazandıktan sonra neler hissettiğini bilmiyoruz… Belki bugüne kadar yaşadıkları gözünün önünden geçiyordu: amansız çalışmalar, hayal kırıklıkları, terapiler… Belki de hepsi sadece Jane için bir ağıttı. Artık ise ablasına verdiği sözü tutmuş olmanın gururunu yaşıyordu. Kucağında onun adını verdiği kızıyla, pistin etrafında tur atarken…