Seninle yıllardır mektuplaşıyoruz. Ama son dönemde bu mektupları yazmak daha farklı...
Sevgili Hakan, Seninle yıllardır mektuplaşıyoruz. Ama son dönemde bu mektupları yazmak daha farklı bir hale geldi benim için. Biliyorsun, “sana özel” gördüğüm kısımları ayrıca işaretliyorum, geri kalanı ise… Geri kalanı ise ne kadar sana, ne kadar yayımlanmak üzere gazeteye yazıyorum, doğrusu artık bunu ben de kestiremiyorum. “Mektuplaşmanın alenileşmesi” böyle bir durum demek ki… Gerçi bunu geçen yaz, mektupları Türk medyasında yayımlama kararı aldığımız zaman tahmin etmiştik. Zaman geçti ve tahminimiz doğru çıktı. Ama doğru çıkan tahminlerin yarattığı duygular, tahminler kadar öngörülebilir olmuyor yine de. Bugünkü formatıyla başlamadan çok kısa süre önce, 7 Ağustos 2010’da kısacık bir mektup yazmış, bazı konuları açıklamıştım sana (ve okurlara). İzninle o mektuptan bir bölüm aktarmak istiyorum. * * * “Sevgili Hakan, Sana defalarca aktardığım Türkiye izlenimlerimi ve yorumlarımı bir Türk gazetesinde yayımlamanın doğru bir fikir olduğundan hâlâ emin değilim.Ama seni kırmak istemiyorum. Bir deneyelim.Ancak yazacaklarımın başıma iş açmasından ve özel hayatımı altüst etmesinden çekindiğim için izninle gerçek adımı kullanmayacağım.Sana ilk olarak ‘Adım Nataşa olsun’ dediğimde bana nasıl karşı çıktığını ve ısrarla başka adlar önerdiğini hatırlıyorum. Ama ben aslında tam da senin düşündüğün nedenlerle Nataşa adını seçiyorum. (…)Seninle mektuplaşırken her şey kolaydı. Ama şimdi ‘gazete için’ neler yazacağımı bilmiyorum.Tamam, dediğin gibi olsun. ‘Her şeyi olduğu gibi’ yazmaya çalışayım.Bir kadının kalemi konuşsun burada.Ve bir Rus’un kalemi.(Ama bunca yıllık Türkiye hayatıma rağmen, bu mektupları izninle Rusça yazmak ve senin Türkçeye çevirmeni rica etmek istiyorum; böylesi daha ‘özgür bir kalem’ olacak gibime geliyor.)Aynı zamanda Türkiye’de yaşayan bir yabancının kalemi olacağım ister istemez.Bunun öneminin az olduğunu düşünme. Biliyorum, ülkenizde Türkiye yurttaşı olup da Türk olmayanların bile işi kolay değil. Hele hele yabancı olmak!..‘Bir dekoratif unsur’ olarak yabancıları ara sıra televizyona çıkarmak güzel!.. ‘Türk misafirperverliğini’ vurgulamak harika!.. Ama gerçekte yabancılar Türkiye’de nasıl yaşıyor? Nasıl zorluklarla karşılaşıyor? Türkiye’yi çok sevmelerine ve ‘ikinci vatan’ (hatta bazen ‘birinci’) kabul etmelerine rağmen, ‘farklı olduklarından dolayı’ bazen başlarına neler geliyor?Yaşadıklarımı ve duyduklarımı abartısız ve sansürsüz yazacağım.Umarım yazdıklarımdan ürküp sen vazgeçmezsin. Ve umarım bu ‘Nataşa Mektupları’nı yayımlamak bir gazeteye ağır gelmez.” * * * Açık söylemek gerekirse, ben birkaç hafta ya da birkaç ay içinde bu mektupların “kesileceğini”, medyada daha fazla yer bulmayacağını düşünüyordum. Ama gördüğü ilgi, bu işi daha uzun süreli bir hale getirdi. Hatta bir kitap olarak çıkarma hayali bile doğdu. Mektuplar birçok konuya yayıldı, hem Türkiye gündemine, hem Rusya gündemine, hem de insani ve ahlaki bir dizi alana sıçradı. Bazen biraz daha cesaret göstererek polemik yaratan bir içeriğe sahip oldu. Okurlar ilk başlarda biraz şaşkındı; ilgili, ama mesafeliydi. Sonra giderek alıştılar. Duygularını daha dolaysız yaşayıp ifade eder oldular. Nataşa Mektupları’nın yayımlandığı yerlere (BirGün gazetesi, T24 sitesi, Rusya.ru sitesi), orada belirtilen elektronik adreslere, benim posta adresime (
[email protected] ) ve senin kullandıklarına birçok ileti gelmeye başladı. Dostluk, sempati ve destek dolu mesajların yanı sıra birçok eleştiri, kınama ve hakaret de almayı başardık. Bunlar herhalde son derece olağan şeyler… * * * Mektuplara (yani medyada yayımlanmak üzere yazılan Nataşa Mektupları’na) daha ne kadar ve ne şekilde devam ederiz, bunu gerçekten bilemiyorum. Ama iki konuda okurlara seslenmek istiyorum. Birincisi, bu mektuplara ilgi gösteren, mesajlarıyla destek veren, yüreklendiren çok sayıda insana gerçekten teşekkür etmek istiyorum. İkincisi ise, bu mektuplara tepki gösteren okurların bir kısmıyla ilgili bir not olacak. Elbette, yazılanlara, yazarın fikrine, verdiği örneklere ve kullandığı üsluba katılmayanların kendi görüşünü açıklaması, yazarı eleştirmesi son derece doğal bir hak ve uygulama. Buna – teşekkür etmek dışında – diyeceğim hiçbir şey yok. Ama bazı okurların ilettikleri eleştiri ve kınamalar, bu mektupları
bir yabancının, bir Rus’un, bir Rus kadının yazması ile ilgili. Kimilerine göre,
bu mektuplarda Türk düşmanlığı, dahası Rus milliyetçiliği yapılıyor. Aslında sadece 10 aydır yazdığım 40’ı aşkın mektubun (tekrar) okunmasını önererek konuyu kapatabilirdim. Ama bence bu iddia üzerinde biraz daha durmaya değer. * * * Belki bunu anlatmam zor, yaşamayanların kolay algılayabileceği bir şey değil. Ama biz çocukluğumuzda gerçekten “bütün halkların kardeş olduğu” düşüncesi ile büyütüldük.
Bugün birçok yanı eleştirilen (ve de eleştirilmesi gereken) Sovyet tipi sosyalizm uygulamasının elbette pek çok sorunu vardı. Ama ben çocukluğumu aklımda canlandırdığım kadarıyla, ana okulundan ve piyoner (öncü) çocuk örgütünden başlayarak, başka uluslardan insanlarla ilgili en ufak bir önyargının olmadığını, büyüklerin arasında çıkan sorunların bize yansımaması için bizi eğiten insanların ciddi çaba sarf ettiğini iyi hatırlıyorum. O günlerde piyoner kamplarında ve okullarda iyi arkadaş olduğum bazı insanların Ermeni, Azeri, Özbek ve başka uluslardan olduğunu ancak yıllar sonra fark etmiştim. Daha doğrusu milliyetçiliğin artması sonucu bunlar birdenbire beni sarsan “yeni gerçekler” oluvermişti.
Daha ilk okuldayken bir gün farklı ulustan iki çocuğun kavgasını ayıran rahmetli öğretmenimizin sözlerini hatırlıyorum:
- Sizin hangi ulustan olmanızın hiç önemi yok. Bu özellik size otomatik olarak hiçbir şey kazandırmıyor veya kaybettirmiyor. Çünkü siz bu özelliği kazanmak için hiçbir çaba harcamadınız. Tümüyle bir tesadüf sonucu Rus veya Tacik ailesinde doğdunuz. Brezilya’da veya Çin’de de doğabilirdiniz. Başka bir dilde konuşup başka bir kültüre ve dine mensup olabilirdiniz. Bu özelliklerinizi de kaşınız, gözünüz, boyunuz ve derinizin rengi gibi doğal bir yanınız sayın; ama ona takılıp kalmayın. Dikkatinizi kendinizi eğitmeye, geliştirmeye, iyi birer insan ve yetenekli birer meslek erbabı olmaya verin. Bunları başarırsanız övünecek şeyiniz olur, başaramazsanız sizin Gürcü veya Alman olmanız hiç, ama hiçbir şey ifade etmez!.. * * * Ben hep böyle düşünegeldim. Farklı ulustan olmanın bize kazandırdığı kültürel unsurlar, dilimiz, şarkılarımız, giysilerimiz, geleneklerimiz bize hep ilginç renkler katıyor. Ama asla bir Rus, bir Türk, bir Ortodoks, bir Müslüman olmakla övünülemez, kanısındayım. Bunları yazmanın – özellikle milliyetçiliğin neredeyse her ülkede tavan yaptığı, insanları birbirini vurmaya, kırmaya zorladığı şu günlerde – çok zor olduğunu biliyorum. Onun için haftaya bu konuya ayrıntılı olarak değinip iki ülkede yaşayan ve kendisini ikisine de ait hisseden (bazen de ikisine de ait hissedemeyen) bir insan olarak kendi duygularımı iletmek istiyorum. Sevgi ve hoşgörü dolu günler diliyorum. Nataşa