Bu ilk yazıda, Türkiye’nin katılımının AB’nin stratejik amaçları ile ne ölçüde uyumlu olacağının değerlendirilebilmesi için, AB’nin genişleme ve stratejik hedefleri konusunda özet bilgi verilerek, konuya geniş bir perpektiften bakılması amaçlanmaktadır.
Avrupa Birliği Genişleme Stratejisi, AB’nin geleceğe yönelik yapılanmasını şekillendirici temel politik araçlardan olması nedeniyle özel bir önem taşımakta, özellikle de aday ülkeleri yakından ilgilendirmektedir..
Sovyet Sistemi’nin dağılmasının ardından, sisteme dahil ülkeleri AB’ye katma sürecinde geliştirilen strateji, Kopenhag Kriterleri adı verilen ilkeler çerçevesinde yürütülmekte, AB’nin temel politika aracı olarak değerlendirilmektedir.
Tüm Avrupa ülkelerinin dâhil olduğu, güçlü bir kıta örgütü, küresel bir oyuncu olmayı amaçlayan AB’de, ‘’Genişleme’’, AB’nin istikrar, güvenlik, Avrupa’da barışın sağlanması gibi stratejik hedeflere ulaşmasının; Avrupa’da ekonomik büyüme, ulaşım ve enerji hatlarının geliştirilmesi ve küresel sistem içindeki ağırlığının temel politika aracı olarak görülmektedir.
Genişlemeden sorumlu Komisyon Üyesi Stefan Füle, 16 Ekim günü genişleme stratejisini sunuş konuşmasında; yaşanan ekonomik krize rağmen, genişlemenin AB’nin en etkili politkalarından biri olarak sürdüğünü; genişlemenin, öncelikle, yolsuzluğa karşı mücadele, verimli ekonomi yönetimi, medya ve ifade özgürlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması gibi temel konularda olmak üzere, aday ülkeler ve AB’nin bütününde politik ve ekonomik istikrarı güçlendirici bir rol oynadığını yineledi.
Küresel sistemde etkili olmayı amaçlamış olan AB’nin, küreselleşmenin gündeme getirdiği sorunlarla daha kolay başedebilecek güç ve kapasiteye ulaşmasında da temel politika aracı olarak görülen genişleme stratejisi; sosyal, ekonomik ve politik sonuçları nedeniyle AB’nin sürekli gündeminde olan bir konudur.
Özetle söylenecek olursa, AB içinde; genişleme stratejisinin ne ölçüde başarılı olduğu, yeni üyeler katılmasının, AB’ye yaptığı katkıların neler olabileceği, AB için getirdikleri yarar ve maliyetler, eski üyeler üzerindeki etkileri, daha kaç ülke, hangi ülkeler AB’ye katılmalıdır gibi konular, AB’nin sürekli tartışılan konuları olmaktadır.
Bu tartışmalar çerçevesinde, yakın zaman kadar, “genişleme stratejisi”ni sistem içinde birincil önem taşıyan başarılı politika araçlarından biri olduğu konusunda görüş birliği olsa da, bu stratejinin geleceği konusunda görüşler farklılaşmakta, çatışabilmektedir.
Bu arada, son dönemde yaşanan genişleme, özellikle Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerin yeterince hazır olmadan katılmaları, – öncelikle yolsuzlukla mücadele ve hukukun üstünlüğü açısından- gerekli reformları yapmada halen zorlanıyor olmaları, AB çevrelerinde tepki yarattığı gibi, gündeme gelen istihdam, işsizlik gibi sosyal sorunlar, AB üyesi ülke vatandaşları arasında da genişlemeye tepkilerin giderek artmasına neden olmaktadır.
Burada, AB’ye yeni ülke katılımında üye ülke vatandaşlarının genişlemeye karşı çıkmalarının öncelikle ekonomik durumlarına ve dünya görüşlerine bağlı olarak farklı nedenlere dayandığına işaret edilmelidir. AB bütçesine katkıda bulunan zengin ülke vatandaşları, yeni ülke katılımını ek mali yük olarak algılamakta, bu nedenle karşı çıkabilmektedir. Düşük gelirli, istihdam sorunu yaşayanlar ise, yeni ülke katılımını, zor bulunan iş alanlarını ellerinden alacak yeni iş gücü olarak görmekte, karşı çıkmaktadır.
AB’nin büüyük bir ticari güç olması yanında, AB içinde kabul edilmiş bütçe-mali yardım sistemine göre, ekonomisi güçlü zengin ülkelerden, daha az gelişmiş ülkelere kaynak aktarımı yapılmakta, bu durum AB’yi daha cazip hale getirmektedir. AB’nin altıdan yirmi sekiz ülkeye kadar genişlemiş olması ve halen birçok ülkenin üyelik için sırada olmasında bu ekonomik güç ve katkılarınn da önemli olduğu bilinmelidir.
AB’nin üye ülkelerini daha çok birbirine yaklaştıran, daha çok ortak politikalar belirlemesi, diğer bir anlatımla daha fazla entegrasyon yönünde adımlar atması ve daha hızlı karar sistemine geçilmesi “derinleşme” olarak adlandırılmaktadır.
Genişleme, ortaya çıkardığı güçlükler ve karşı gupların muhalefetlerine karşın yeni üyelerin katılımı ile sürerken, AB’nin, bu genişlemeyi daha iyi yönetebilecek, daha hızlı karar almaya elverişli kurumsal reformların yapılma gereği de ortaya çıkmaktadır. Diğer bir anlatımla, genişlemeyle uyumlu, genişlemenin getirdiği güçlükleri karşlayacak, daha kolay ve hızlı karar verecek bir yapılanmaya geçilememesi, genişlemenin önünde önemli bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Altı üyeli örgüt için konulmuş kuralların sınırlı değişimlerle, temel ilkeleri, özellikle önemli kararlarda oybirliği kuralını koruyarak, uygulanması, 28 üyeli örgüt için ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmekte.
Burada işaret etmek gerekir ki, bu kurumsal reform çerçevesinde yapılan tartışmalar, kurumların çalışmalarına ilişkin sınırlı değişim önerilerinden, AB’nin gelecek yıllarda yeniden yapılanmasına kadar uzanmakta, AB Antlaşması’nın değişimi önerileri de her zaman gündemde bulunmakta.
Genişleme ve derinleşme ikilemi AB’de sürekli tartışılmakta olsa da, AB’nin özellikle son dönemde yaşadığı mali kriz nedeniyle de, AB’de derinleşmenin öne çıktığı görülmektedir. AB mali ve bankacılık sisteminin ortak politikalar çerçevesinde daha yakın izlenmesini temin edecek bir yapılanmanın gereği hemen tüm çevrelerce kabul edilmektedir.
Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili ileri sürülen görüşlerin farklılığı bu konuda ciddi kafa karışıklığına neden olabilmektedir. AB’nin yaşadığı her krizde dağılacağını iddia edenlerden, giderek daha çok üye ile daha güçlü küresel oyuncu olacağını söyleyenlere kadar farklı görüşler ileri sürülmektedir. Burada hemen belritmek gerek ki, AB dünya’da başka örneği olmayan bir örgütlenme ve kurumsal yapı ile günümüze kadar yıllar içinde yaşanan deneyimler, krizlerle gelişimini sürdürmektedir. Bu nedenle de, AB’nin gelişim sürecinde krizlerle karşılaşması doğal olduğu gibi, her yaşanan krizin AB için ayrı bir öğrenme- deneyim olduğu, her kriz sonrası kendini yenilediği kabul edilmelidir.
AB’nin geleceği konusunda, öncelikle, söylenebilecek husus, bu konuda Avrupa Birliği’ni oluşturan üye devletlerin farklı yapılanma istekleri olabildiği gibi, sistem içinde yer alan çok sayıda kurumun; öncelikle, Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilen siyasi partiler, AB içinde aktif olan güçlü sektörleri temsil eden meslek örgütleri, sivil toplum örgütlerinin
AB konusunda, kendi dünya görüş ve beklentilerine göre öneriler geliştirdiğinin bilinmesidir.
Diğer yandan, AB’nin geleceğine yönelik şekillenmenin, AB alanı içinde yer alan güçlü üye devletler ve etkili baskı gruplarının önceliklerine göre oluşacağı söylenebilse de, bu şekillenmede AB‘nin dışındaki dünyanın, küresel sistem ve gelişen güç dengelerinin de Avrupa üzerinde etkili olacağı kabul edilmelidir.
Bu konuda, hatırlatılması gereken husus, AB’nin yeniden yapılanması gibi bir değişimin, yakın vadede olmayacağı, uzun bir zaman alacağı; genel inanışın aksine, tamamen büyük devletlerin yönlendirmesine bağlı olmayacağıdır. AB’de yeniden yapılanma söz konusu olduğunda, bunun ancak kapsamlı bir Antlaşma değişimi ile olabileceği, bunun için de küçük-büyük tüm üye ülkelerin, bu değişimi kabul etmesi, evet oyu vermesi gerektiği hatırlanmalıdır.
AB’nin Mart 2010’da açıkladığı “Avrupa 2020 Stratejisi”, kısaca, AB’nin küreselleşme karşısında yaşadığı yapısal sorunların aşılabilmesi için geliştirdiği bir hedefler, ilkeler belgesi olarak tanımlanabilir.
Komisyon Başkanı Borrosso sunuş konuşmasında, finans krizinin küresel etkisinden görüldüğü üzere, ekonomi alanında izlenen gelişmelerin siyasetin gelişiminden daha hızlı olduğuna işaret ederek, artan karşılıklı ekonomik bağımlılığın, siyaset olarak daha kararlı, daha tutarlı tutum almayı gerektirdiğini kabul etmenin gerektiğine vurgu yaptı
Ardından artan işsizliğin, AB ekonomisinin sıkıntılarını ortaya koyan göstergeler olduğunu, küresel ekonomi seyrini sürdürürken, AB’nin yaşanan değişime karşı tutumunun, AB’nin geleceğini belirleyeceğini ifade etti. Krizin AB için bir uyandırma çağrısı olduğunu, cesur kararlar alma zamanı olduğunu ekledi,
Sürdürülebilir bir gelecek için, yakın döneme değil, ilerisine bakılması gerektiğini, Avrupa 2020 ile bunun amaçlandığı, daha fazla istihdam ve daha fazla iş öngörüldüğü; Avrupa’nın akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi gereçekleştirme kapasitesi olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.
AB’nin izleyeceği ekonomik dönüşüm stratejisini ve 2020 yılı için hedeflerini belirleyen Strateji Belgesi’nin çıkış noktası, Borosso’nun özetlediği üzere, dünyada yaşanan küreselleşme, iklim değişikliği gibi hızlı gelişmeler, Avrupa’da nüfusun yaşlanması ve AB ekonomisinin yaşadığı yapısal sorunlar olarak gösterilmekte. Hazırlanan strateji belgesi ile, sorunlarım Avrupa üzerindeki etkileri değerlendirilerek, AB’nin 2020 yılıi tibariyle ulaşılması amaçlanan hedeflere göre yapısal dönüşümü öngörülmektedir.
Avrupa 2020 Stratejisinde AB’de yüksek istihdam, üretkenlik ve sosyal uyumun tesis edilmesi amacıyla belirlenen öncelikler şöyle belirlenmiş bulunmakta:
Bu öncelikli hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla özelikle aşağıdaki alanlarda kapsamlı çalışamalar başlatılması öngörülmekte: AR-Ge Innovasyon, gençlerin hareketliliği, dijital teknoloji, kaynakların verimli kullanımı , küreselleşme çağı için sanayi politikaları, yeni beceriler kazandırılması ve yoksulluğa karşı çalışmalar yapılması.
Burada hemen işaret etmek gerekir ki, bu strateji hedeflerine ulaşılması AB’nin eşgüdümnü altında üye ülkelerin strateji hedeflerine uyumlu politkaları geliştirme ve uygulamaları ile mümkün olabilecektir.
Genişleme stratejisinin AB’nin hedeflerine ulaşmada temel politika aracı olduğu, ancak sürekli tartışmalarla yürütüldüğü, farklı siyasi yaklaşımlar yanında, kamuoyunun da süreçte dikkate alınması gereken bir unsur olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
Ayrıca, genişleme sürecinin, teknik ayrıntılara girmeden, yalnızca büyük ülkelerin güdümünde süren bir uzlaşma süreci olmadığı da bilinmelidir. Adaylık başvurusunun değerlendirilmesinden, katılım müzakerelerine geçiş, müzakere sürecinde her başlık açılması, kapanması gibi kararların tüm üye ülkelerin kabul oyu ile alınabildiği de bilinmelidir.
Avrupa 2020 startejisi ise, AB’nin önündeki küreselleşme, kriz dönemi nedeniyle yaşanan sorunların ekonomik büyüme ve kalkınma alanında yeni ve kapsamlı bir strateji geliştirmeyi zorunlu hale getirecek boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye, AB’nin genişleme sürecinde, aynı temel politikalar ve kriterler ışığında ele alınmakla birlikte, önemli, ağrılıklı bir ülke olarak Merkez ve Avrupa ülkelerinden farklı olarak değerlendirilmektedir.
2013 İlerleme Raporunda, Kopenhag kriterleri işığında yapılan değerlendirmede, raporlarda sürekli yer alan insan hakları, demokratikleşme, azınlık hakları ihlali vb gibi çeşitli sorunlar listesi varlığını sürdürmekle birlikle, vurgulanan ‘stratejik ortaklık’ kavramı ilşkilerin çok daha geniş bir perspektifle ele alınmasını gereğini ortaya koymaktadır. Bu arada müzakere başlıkların açılması önünde, en ciddi sorun olarak görülen Kıbrıs sorunu da ayrıca ele alınmayı gerektirmektedir.