Burak Can 13 yaşında görme engelli bir oğlumuz. Bursa Vahide Aktuğ Ortaokulu'nda 8. sınıf öğrencisi. Eğitim grafiği de oldukça iyi. Hemen her dönem takdir belgeleri alarak başarılı ve zeki bir öğrenci olduğunu bizlere ispatladı. Kaynaştırma eğitimlerinin uygulandığı okullara devam eden görme engelli öğrencilerin maalesef pek çoğu başarılı olamıyor, çeşitli sorunlarla karşılaşıyorlar. Neden böyle olduğunun anlatılması ayrı ve uzun bir yazı konusu. Ancak şu kadarını ifade etmeliyim ki; kaynaştırılmış eğitim yasa ve yönetmeliğine uygun düzenlemelerin okullarımızda çoğunlukla olmadığını görüyoruz. Etüt odalarının, özel eğitim ders araç ve gereçlerinin yokluğuna, özel eğitimci öğretmen yokluğu da eklenince sorunlar devasa hale gelebiliyor. Araya pandemi girdi, bu temel sorunlara dijital nitelikte yenileri eklendi. Bu nedenlerle görme engelli bir öğrencinin diğer öğrencilerle birlikte kaynaştırılmış eğitime devam edip peş peşe taktir belgesi alabiliyor olması alkışlanması gereken bir durum. Ben Burak Can'ın performansını hep alkışlamış, onu ve başarılı olmasına katkı yapan anne ve babaannesini can-ı gönülden kutlamışımdır. Bursa Nilüfer Belediyesi Engelliler Birimi'ndeki meslek yaşamımda şahit olduğum gerçeklik; engelli çocuklarımızın en büyük destekçilerinin anneler, babaanneler ve anneanneler olduğudur. Engelli çocuklara babaların dedelerin desteği maalesef kadınlara kıyasla daha düşük oranda kalıyor. Ben, Dünya Kadınlar Günü'nde engelli yakını özveri ve sabır timsali kadınlarımızın ayrıca kutlanması gerektiğini düşünüyorum.
Burak Can ile tanıştığımızda iki buçuk, üç yaşlarındaydı. Ağlıyor, annesi Fatma Hanım'dan ayrılmak istemiyordu. Bursa Nilüfer Belediyesi'nin görme engelliler bölümündeyiz. Onu kucağıma aldım ve çalışma masamdaki ekran okuyucu ile seslendirdiğimiz bilgisayarın bileşenlerini anlatmaya başladım. Klavye tuşlarına basıldığında bilgisayardan ses geldiğini duyunca şaşırdı ve sevinç çığlıkları attı. Elleriyle dokundurarak anlatma sırası ekrana gelince "Burakcım" dedim; "Bu da ekran. Ama görme engelli olduğumuz için bizim ekrana ihtiyacımız yok". Burak büyük olasılıkla görme engelini ilk kez bu vesileyle benden duymuş oldu. Zira körlüğünün hiç farkında değildi. Sokakta diğer çocuklarla özgürce koşturuyor, oyunlar oynuyordu. Hatta inanılır gibi değil, evlerinin önündeki yolda bisiklete biniyordu. Sokaklarda düşe kalka büyümesi yön tayin etme yeteneğini, bağımsız haraketinide oldukça geliştirmişti. Kabartma yazı ve bilgisayar çalıştığımız dönemde ders bitiminde özgüven kazanması için "Senin bağımsız haraketin benden daha iyi. Haydi benim kılavuzum ol" deyip elimi omuzuna koyar, o önde ben arkada bina içinde gideceğimiz yere kolayca ulaşırdık. Burak'ın öyküsünden çıkardığım sonuç; görme engelli çocukların ebeveynlerince kontrol edilmekle birlikte sokaklarda, doğada düşe kalka büyümelerinin onları daha becerikli ve özgür hale getirdiğidir.
Burak Can şu anda akıllı telefonunu, Mac ve Windows işletim sistemlerini, Braille not alma cihazını başarıyla kullanmakta. Nazar değmesin, ben ondan umutluyum. Başarılarının devam edeceği ve güzel bir lise performansıyla seçkin bir üniversitemize kaydını yaptıracağını düşünüyorum. Tabii Burak'ın olsun, gelecek vaadeden diğer engelli çocuklarımızın olsun desteklenmeleri gerekiyor.
Birkaç gün önce Burak ile uzun bir telefon görüşmesi yapıyoruz. Ben dışarıdayım. O an bulunduğum yürüyüş yoluna baston kullanarak onunda gelebileceğini söylüyorum. Çekinceleri var. Dışarıya çıktığında karşılaşabileceği riskler ve çekinceleri üzerine konuşuyoruz. Zihin haritasını oluşturması ve yolları geçerken dikkat etmesi halinde pekala gelebileceğini anlatıyorum. Sohbet uzuyor, Burak yalnız başıma nasıl yaşadığımı merak ediyor, ev işlerini nasıl yapabildiğimi soruyor. "Burakcım" diyorum; "Ben sana bunu daha sonra anlatayım".
Nihayetinde yıllardır yalnız yaşayan bir görme engelli olarak ev pratiğimi ve başımdan geçen ilginç olayları sadece Burak'a değil de ilgi duyacak herkese ulaşacak tarzda anlatmamın uygun olacağını düşünüyor ve önceliği ev maceralarıma vererek başlıyorum yazmaya...
Konuşan saatim geceyarısının geçtiğini söylüyor. Uyuklamaya başladığım bilgisayarın başından kalkmalı, artık yatmalıyım. Mutfak masasında durulayıp kaldırmam gereken bir iki tabak, bardak var. Yatmadan yapmalıyım bu işi. Aksi takdirde unutup yarın kalktığımda onlara elim çarpabilir, yere düşürür ve kırabilirim. Yalnız yaşayan bir görme engellinin evinde maruz kalabileceği en zor durumlardan birisi; cam veya porselen eşyaların kırılması. Zira ortalığa saçılmış parçaların, elini ayağını kestirmeden önce büyüklerini bulmak ve ardındanda elektrik süpürgesiyle un ufak olanlarını toparlayabilmek pek kolay değil.
Bilgisayarı kapatıyor, mutfağa yöneliyorum. O gece epeyce dalgınım herhalde. Koridorda üç beş adım sonrası sağ yönümde bir u dönüşü yaparak mutfağa girmem gerekiyor. Dalgınlığımın veya uyukluyor olmamın etkisiyle alışık olduğum bu dönüşü yapamıyor, mutfak kapı kasasının sol keskin tarafına tosluyorum. Ama nasıl bir toslama! Alnım yarılıyor. Sol işaret parmağımla yokluyorum. parmak genişliğinde kesilmiş ve kanlar akıyor. Hemen sağ elimle alnımdaki yarığı sıkıyor ve düşünüyorum. Ne yapmalıyım. Gecenin bu saatinde kimden yardım isteyebilirim ki? Komşular, arkadaşlar aklımdan geçiyor... "Kimseyi rahatsız etmemeliyim" diyorum. Bursa İki Bin Gazetesi'nde çalıştığım günler. Kısa bir süre önce Acil 112 personeliyle söyleşi yapmış ve Heykelönü Semti'ndeki çağrı merkezlerine fotoğrafçımız Abid Kullebi'yle konuk olmuştuk. Onları anımsıyorum. Acil 112 Servisi'nden ambulans istemeliyim.
Acil Servis'i arıyor, telefonu açan sağlık görevlisine durumumu, yaşadığım kazayı, görme engelli olduğumu, yalnız yaşadığımı, yarılan alnımın kanadığını anlatıyorum. İlk görüştüğüm kişi hemşire olmalı "Bir dakika konuyu doktor hanıma aktarmam gerekiyor" diyor. Bu kez doktor hanım karşımda. Beni dinliyor ve "Biz şuuru yerinde olup doğrudan kendisi telefon edebilenlere ambulans göndermiyoruz. Fakat mademki siz yalnız yaşayan bir görme engellisiniz, Size göndereceğiz adresinizi veriniz" diyerek telefonu hemşire arkadaşa veriyor. Adresimi söylemem sonrası "ambulans ekibinin yaşadığım 4. kata çıkmasına gerek yok, ben merdivenlerden iner, binanın önünde beklerim" diyorum. Hemşire hanım "Karanlıkta inebilir misiniz?" diye soruyor. "Hiç beklemediğim bu söz karşısında yutkunup "Sorun olmaz. inerim, binayı tanıyorum" deyip telefonu kapatıyorum. Bir elim sürekli alnımda. Kesilen bölgeyi sıkarak kendimce kan kaybımı önlemeye çalışıyorum. En kolay giyebileceğim giysi olan eşofmanlarımı bulup banyoya gidiyorum. Ortalığın kan olmaması için en uygun alan banyo.
Giyiniyor, minare basamakları kadar dik ve dar Bilal Apartmanı'nın dört kat merdivenlerini iniyor, Bölüntü Sokak'taki evimin önünde ambulansı beklemeye başlıyorum. Birkaç dakika içinde araç geliyor ve enterasanlığa bakınız ki ambulanstan inip bana hitap eden ilk ses tanıdık. "Necdet ben doktor Kadir. Ne oldu, geçmiş olsun" diyor. Kadir ODTÜ mezuniyetim sonrasında Bursa'ya geldiğimde ilk tanıdığım arkadaşlardan. Sesini duyunca seviniyor, olanı özetliyorum. Ambulansa alıyorlar, hastahanede atılacak 4-5 dikiş öncesi ilk müdahalem sedyede yapılıyor. Doktor Kadir araçtaki diğer sağlık görevlilerine; "Bakın bu adam kördür ama dağcıdır. Dağlarda gezer bir şey olmaz. Gelir şehirde alnını yarar" diye gülerek beni tanıtıyor.
Zavallı alnımın çilesi bu hadiseyle bitmiş değil. Sonraki yıllarda iki yaralanma daha yaşıyorum. Birinde banyodayım. Yere sabun düşüyor. Hesapsızca yere eğilip almak istediğimde de banyo armatürünün sivri kısmına başım çarpıyor. Allahtan ilki kadar büyük bir yaralanma değil ve dikiş atılan üçüncü yaralanmam. Evde misafirim var. Arkadaşım Ferruh Yılmaz. Çay demliyoruz. Ferruh mutfakta çay bardaklarını bulamıyor ve bana sesleniyor. Bardakların olduğu yeri göstermek için ayağa kalkıp salon kapısına yürüdüğümde olan oluyor. Yarı aralık kalmış kapıya çarpıyor ve acıdan geri fırlıyorum. Bağırmış olacağım ki Ferruh yanıma gelip "Eyvah" diyor "Alnın yarılmış. Epey de büyük". Çay içmeyi unutup özel bir polikliniğe gidiyoruz ve çileli alnıma yine dikişler atılıyor.
Aslında alnımı çileli yapan, kabahatli olan benim. Dikkatsizliğimden, Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde öğrendiğim gövde korunma tekniklerine uymayışımdan kaynaklanıyor her şey. Yaralanmamla sonuçlanan bu üç olay ve uzatmamak için anlatmadığım diğerlerinden yola çıkarak bilhassa genç görme engellilere tavsiyem; rehabilitasyon merkezlerinde verilen bağımsız haraket eğitimlerine riayet ediniz. O eğitimleri almadıysanız bir şekilde öğreniniz. Üst kol koruma tekniği yani sağ kolun dirsekten kırılarak avuç içi ve parmaklar öne bakacak şekilde baş önünde tampon formunda tutulması oldukça önemli. Ben bu formu yere eğilirken, kapılardan geçerken gerçekleştirseydim alnımdaki dikişlerde olmayacaktı. Sonra körlüğümüz sebebiyle dikkat edilmesi gerekenleri öncelikle yakın çevremizdeki arkadaşlara anlatmalıyız. Yarı aralık bırakılan kapı ve pencerelerin risk oluşturduğu, yürürken yanımızdaki kişinin dirseğinden tutmamız gerektiği, bilmediğimiz bir mekanda oturacağımız yere elle vurularak ses yapılmasının uygun olacağı, yüzümüze bakılarak konuşulması vb. temel konuların yakın çevremizce öğrenilmesi yararımıza olacaktır.
Herkese sevgiler.