Sorunun doğru yanıtını verebilmek için körlerin de diğer kişiler gibi bellek sahibi olduklarını unutmamak gerekiyor. Kör bireylerde bilgi ve izlenimleri belleklerine depolayıp yeniden üretebiliyorlar. Tek farkla; veriler bizlerin belleğine görme yetisi dışındaki diğer duyularımızla ulaşıp depolanıyor. Konunun püf noktası da burası. Her kör çocuk diğer bebekler gibi işlenmeye, eğitilmeye açık standart bir beyinle dünyaya geliyor. Örneğin körlerde her tür görselliği, imajı alıp değerlendirebilecek beynin ilgili alanına sahipler. Sorun bu bölgenin fakir bırakılmaması, doğasına uygun tarzda aktive edilmesi, değerlendirilerek kör çocuklarımızın kapasitelerinin artırılması.
Renk ve imajların nihayetinde belleklerdeki izlenimler olduğu düşünülürse bu izlenimlerin görme haricindeki diğer duyularla da oluşturulabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Elbette bu oluşumun ışığın objelerden yansımasıyla görülen fiziksel renk olgusu değil, dokunma, tatma, işitme ve kokular yoluyla elde edilebilecek özgün duyusal olgular olacağı aşikârdır. Bu noktada tartışılması gereken kör çocuklarımızın zihinlerinde renk izlenimlerinin nasıl bir disiplin ile oluşturulabileceği konusudur. Oldukça mühim olan bu konu şimdiye değin gözardı edilmiş, körlerin renkler alanında izlenim fakiri olmalarına yol açmıştır.
Her dokunuşun, sesin, kokunun ve rengin bir karakteri, bir anlatısı vardır. Seslerin kimileri tiz, kimileri bas tondadır. Bazı kokular keskin, bazıları ferahlık veren, bazılarıda rahatsızlık yaratan niteliktedir. Renkler skalası içinde benzer şeyler söylenilebilir. Bir bölüm renk kişiyi daha dinamik kılarken bir bölüm renk belleklere sükûnet verebilir. Bir kadifeye dokunuşla bir ponza taşına dokunuş farklıdır. Bir senfoninin anlatısı ile bahar renklerinin armonisi arasında paralellik kurulabilir. Söz konusu paralellik üzerinden bakıldığında; renkler ile sesler, kokular, dokunuş ve tatlar arasında eşlemeler yapan, kombinasyonlar oluşturan bir disiplin ve eğitim programı geliştirilebilir. Doğal olarak çalışmanın özel eğitim alanında ve multidisipliner nitelikte olması gerekmektedir. Böylece hangi rengin hangi ses ya da notaya, hangi kokuya, hangi tada, hangi dokunuşa ya da hangi duyguların kombinasyonuna karşılık gelebileceği tespit edilebilir. Sonuçta renklerin duyusal izlenimlerini veren eğitim programıyla kör bir bireyin renklere dair zihinsel fakirliği ortadan kalkacaktır.
"Pepee ile beraber doğum günümü kutluyoruz. Eğlenirken canavar geliyor ve rüyam bitiyor."
Rüya görüp görmediğini sorduğum kör bir genç bunları söylüyor. Çocukluğunda hayranlık ve bağımlılıkla takip ettiği ünlü çizgi dizi Pepee hayalleriyle harmanlanıp rüyalarına girmiş. Pepee'yi doğum günü kurgusuyla rüyasında görmüş olması körlerin nasıl rüya gördüğünüde tanımlıyor. "Peki hiç görmeyen bir çocuk bir çizgi film kahramanını rüyasına nasıl taşıyabilir?" diye sorabilirsiniz. Yanıt, "Dinlerken belleğine aldığı özgün veriler neyse öyle." olacaktır. Yani körler de herkes gibi gündelik yaşamdaki algılarının devamı niteliğinde rüyalar görüyorlar. Gündüzleri zihinlerine giren veriler rüyalarınında hammaddesi oluyor. Bu hammadenin nasıl algılanıp işlendiği de ayrı ve kapsamlı bir konu. Her kör bunu kendi özgünlüğünde, kendi zihinsel zenginliğince yapmakta. Körlerin zihinsel zenginliği yaşama dair birikim, mutluluk ve kapasiteleri anlamında düşünülmeli. Bu kapasiteyi mümkün olduğunca artırmak körleri daha da yetkin kılabilir. Bu sebeple total körlerin renk eğitimi bilimsel bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor.
Denizin mavi, karın beyaz, portakalın turuncu olduğu şeklinde renk bilgisine sahip körler var. Ancak bu İngiltere'nin başkentinin Londra olduğunun bilinmesi gibi. Bir durum. Duyusal deneyimleri içermeyen bir biliş. Yıllardır resim yapan bir arkadaşımız da var: Eşref Armağan. Onun öyküsünün insan beyninin ne denli eğitilebileceği hakkında güzel bir model olduğunu düşünüyor ve kendisini kutluyorum. Ancak Benim eksikliğini görerek bilince çıkarmaya çalıştığım konu; yazdıklarımın bütünselliğinden de anlaşılacağı üzere farklı bir şey.
Metni hazırlarken kör arkadaşların fikirlerini sordum. Bizim cephemizden farklı tutumlar söz konusu. Bu farklı tutumları sadeleştirip özetlediğimizde ortaya çıkan yaklaşımlar şöyle;
"Renkler beni hiç ilgilendirmiyor."
"Böyle bir şeye ne ihtiyaç var?"
"Bu konuyu karmaşık bir hale getirip körleri yormamalı."
"Belli sınırlarda ihtiyaç kadar ele alınabilir."
Psikoloji eğitimi almış kör arkadaşlardan gelen ve beni umutlandıran yaklaşım ise; "Renkler seslerle verilebilir." İşte bu umutla çağrım; eğitim bilimleri fakültelerimize, bizleri gerçekten bilen özel eğitimci hocalarımıza, sanatçılarımıza, ufku geniş, yaratıcı fikirlere sahip tüm kişilere... Kör çocuklarımız yaşamanın anlamına yeni anlamlar katabilsinler. Renkli rüyalar görebilsinler. Dört mevsimin renklerini zihinlerinden yüreklerine taşıyabilsinler. Renklere kör olan bellekleri bu fakirlikten kurtulabilsin.
Herkese sevgiler, esenlikler...