Geçtiğimiz günlerde bir firmanın çalışanlarıyla sanal ortamda sohbet ettik. Organizasyonu gerçekleştiren Çiğdem Şahin ve Mehmet Ger'e teşekkürümü yinelemek isterim. Zira internet üzerinden yaptığımız sohbet esnasında ve sonrasında mutluluk duydum. Ben içten yükselen mutluluk hissini çok değerli buluyorum. Bu his gerçek yaşanmışlıklar üzerine doğal ifadelerle inşa edilebiliyor. Organik tabanlı bir yapay zeka olmamayı hep önemsemişimdir. Prensibime bu kezde sadık kalarak Yaşadıklarımı ve düşündüklerimi doğaçtan kelimelerle ifade etmeye çalıştım.
Olanı anlatmak ve içtenlik ne kadar da önemli. Hem hitabetinizi kolaylaştırıyor, hem de sizi sahici kılıyor. Sahici ve tutarlı olmanın huzurunu yaşayabiliyorsunuz. Peki her şey sınırsızca anlatılabilir mi? Söylemlerin bir sınırı ve kişiye özel yanları da olmalı ve öylece kalmalı. Neyin nerede kalacağını ve sınırlarını o anki ortam ve etik belirliyor. Örneğin geçmişin tartışmalarını yinelemeyi, negatif olan enerjilerini güncellemeyi doğru bulmuyorum. Hiçbir başarı öyküsü sorunsuz değildir. Benim için de böyle oldu. Tevazuyu bir tarafa bırakmak gerekirse; bir sporcu formasyonuyla 25 yıl dağlarda oldum. 15 yılım da maraton parkurlarında geçti. Spor yaşamımın Türkiye'nin görme engelli ilk dağcısı ve milli atleti olmak gibi bir de başlığı var. 'Beş kıtada beş maraton, beş zirve' projem vesilesiyle ülkemi yurt dışında dağlarda ve atletizm parkurlarında 15 yıl temsil etmiş olmak bana onur ve mutluluk veriyor. Davet edildiğim konuşmalarda başarı öykümü ve ardındaki felsefemi sahici bir dille anlatmaya gayret ediyorum. Yine öyle yapmaya çalıştım. Son sohbetimiz Türk Hava Yolları'nın zirve Reklam Filmi'yle başladı. Küresel projemin finali olan Avustralya Tırmanışı'nı görkemli hale getiren Bridge To Türkiye Derneği ile devam etti. Moderatör Mehmet Ger Plato'nun Mağara Alegorisine değindi. Nihayetinde sohbetimiz zihin sorunları ve yapay zeka ile noktalandı.
"Dağcılık ve atletizm üzerinde yükselen başarı öykün ile Mağara Alegorisi, zihin ve dijital zeka arasında nasıl bir ilinti olabilir ki?" diyeceksiniz.
Şöyle; yaşam felsefem, duygularım, zihnim, düşüncelerim merak ediliyor. Hiç umutsuzluğa kapılıp kapılmadığım soruluyor. Ben de olup bitenleri ve rasyonalite çabalarımı anlatıyorum.
Umutsuzluk değil de pek çok kez hayal kırıklığı yaşadım. 2010 ve 2014 yılları arasında beş kıta projem duraksadı. Finale ulaşabilmem için Amerika ve Avustralya kıtalarında birer tırmanış daha yapmam gerekiyordu. Ancak finansman bulamadım. Açık, seçik davranmayan, beni boş yere oyalayan kişi ve kurumlarla karşılaştım. Çaldığım kapılardan pozitif bir tutum göremedim. Projemi pazarlayamadım, amatör kaldım. Özetle dört yıllık uzun zaman diliminde bir dolu hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaşadım. Kişisel hatalar da yaptığım bu süreçte beni kurtaran zihnime zaman tanımak ve umudumu canlı tutmak oldu. Zihnime zaman tanıyarak hayal kırıklıklarının getirdiği negatif kimya ile tümden boyanmadım. O anki zihnim ve duygularımla ivedi şekilde haraket etmedim, kararlar almadım. Bir miktar geri çekilip rasyonel olmaya çalıştım. Akılcı olabilmemin ön şartıysa sakinleşip zihnimin durulmasına fırsat vermekti. Aksi takdirde anlamlı olmayan kararlar alıp projeyi olduğu yerde bırakır ve kulvarımın dışına çıkabilirdim. 11 yılın emeği heba olabilirdi. Zira geride bıraktığım beş uluslararası maraton, üç de tırmanış vardı.
Umut ettim ve spor kulvarımda kaldım. Adım Adım'dan arkadaşlarla tanıştım. AÇEV, TEMA, TÜRGÖK gibi sivil toplum kuruluşları yararına koştum. Onların projeleri için bağış topladım. Benim yaptığım bir manada ana hedefimden vazgeçmeksizin aktif bir geri çekilişti. Her nasılsa son iki etap da gerçekleşecekti. Dinamik olmalı, beyin ve fizik kondisyonumu korumalıydım. Sabrettim ve muradıma erdim. Bir gün bir iyilik meleği çıkageldi, Turgut Keskin. ABD'de Türklerin kurduğu Bridge to Türkiye Derneği'nin katılımcılarından olan Turgut Keskin yaz tatili için Türkiye'ye gelmişti. Beni aradı ve buldu. Onun aracılığıyla Bridge to Türkiye'ye ulaştım. Ben onlardan, onlar da benim projemden haberdar oldular. Son iki tırmanışımı desteklediler. 2017 Avustralya tırmanışım ülkemizdeki görme engelliler için bir eğitim projesi haline getirildi. Görkemli bir final oldu. Alabildiğince umutlandım ve gurur duydum. Bu onuru bana yaşattıkları için Sn. Emin Pamucak'a, Ela Eşkinazi'ye, Hakan ve Ruhan İnanoğlu'na, Turgut Keskin'e ve dağlarda kılavuzum olan, bana emek veren Nevzat Öntaş'a can-ı gönülden teşekkür ediyorum.
Bu yazıyı hazırlamaktaki amacım kendimi anlatmak değil. Zihinsel doğamıza bir nebze olsun ışık tutabilmek. Rasyonel olabilmek ve huzur süreçlerini geliştirebilmek için zihnimizdeki işleyişin bilinmesi ve duyguların kontrol edilmesi gerekiyor. Kontrol edilen zihin ve duygularla vezir olma ihtimalimiz var. Kontrol edilmeyen, ego bağımlısı, peşinden bilinçsizce koştuğumuz bir zihnin ise bizi rezil etmesi kaçınılmaz.
Zihnin işleyişi bilimsel disiplinlerden kadim öğretilere değin koskoca bir literatürün konusu. Ve ben konunun uzmanı değilim. Yaşadıklarım, fark ettiklerim ve bir miktar da ODTÜ birikimim üzerinden birkaç söz söylemeye çalışıyorum. Sözlerimin bilhassa genç engelli arkadaşlara ulaşmasından ayrıca mutluluk duyarım.
Zihnimiz ne kadar berrak, arı ve duru ise kararlarımız da o denli akılcı oluyor. Arı, duru, sakin bir zihin için ilk gereken şey toplumsal ahlak sahibi olmak. Bu konuda sabit bir reçete yok. Zira etik ilkeler yani erdem evrensel kabul edilirken ahlaki kurallar bir kültürden diğerine farklılıklar gösterebiliyor.
Ve sonrası; zihnimizde olup bitenler. Belleğimizin otomatiğe bağladığı kalıp ve tutumlar. Hiç farkında olmaksızın olayları, insanları yargılıyor ve kendimizi savunuyoruz. Hoşumuza giden duygular peşine takılıp gidiyor, hoşlanmadıklarımızdan kaçıyoruz. Bunlar zihnimizi, kendimizi bilerek özgürce yaptığımız şeyler değil. Düşünsel ve duygusal bağımsızlığını gözeten, kendini bilen, özgür bir kişiliğin ne olabileceğini sizlere bırakıyorum. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki; başkalarının düşüncelerini, medyanın, kapitalist sistemin her gün ve dakika beynimize boca ettiklerini sorgulamadan kabul etmek, zihnimizin otomatiğe bağladığı ego temelli duyguların peşinden koşmak özgürlük anlamına gelmiyor. Hoş duygular başlangıçta nektar gibi tatlıyken bağımlı hale gelindiğinde zehir gibi acı sonuçlar doğurabiliyor. ve yaşam enerjimizi silip süpürüyor.
Yıllar önce ODTÜ Koleji'nde yaptığım konuşmamdan bir bölümü şu an anımsıyorum. Zihnimizin yapıcı ve yıkıcı güçlerinden söz etmiştim. Başta öfke ve kıskançlık olmak üzere tüm negatif duygular bizleri zehirliyor, yıkıyor tarumar ediyor. Ego esaretinden kurtulmuş özgür ve sevgi temelli duygular ise onarıyor, üretiyor ve güzellikler inşa ediyor.
Zihnimiz aynı zamanda içine doğduğumuz kültür ve sistem tarafından belirlenen bir sahne. Duygular, düşünceler, tutumlarda bu sahnenin aktörleri İçine doğulan kültür ve sistem konu edildiğinde kaçınılmaz olarak siyaset bilimi alanına dair bazı temel kavramlar karşımıza çıkıyor. Demokrasi gibi, hukuk ve adalet gibi, insan hakları gibi... Bir ülkenin sosyal, siyasal coğrafyasını belirleyen Bu olgularda özgür zihinlerin oluşumunda ya da olamayışındaki parametreler.
Ve çok önemli bir kavram daha var; felsefe... Zihinsel özgürlüğe açılan tüm ama tüm yollar felsefe eğitiminden, çoklu düşünebilmekten geçiyor. Abartmıyorum. İnanın, bu böyle...
Herkese sevgiler...