Düşene gülünmez. Ama bazen uçana güleriz.
Eğer uçanın canı acımayacaksa, kendimizi tutamayız, bir utanç dalgasıyla birlikte içimizden bir kıkırtı kopar, kafayı eğip güleriz. Hiç “Yok efendim, sepet efendim, ben asla gülmem,” falan deyip benim asabımı bozmayın.
Dün, İstanbul’daki o fırtınalı günde Ümraniye’de bir plazaya toplantıya gittik. Yüksek bir bölge, rüzgar çok şiddetli, uçuruyor insanı.
Çıkışta biz şans eseri kanatlanmadan arabaya binmeyi başarmışken, tam önümüzde bir kadıncağız rüzgarla sürüklenmeye başladı. Yanındakiler de onun yanında ilerliyorlar, ama kadıncağız onlara göre daha zayıf, hafif hafif uçuyor.
Saçları kenarlardan havalanmış, pıtı pıtı adımlar atarak, hafifçe arabaya çarparak durdu canım. Kesinlikle düşmeyecek, belli, yanında insanlar da var. Korkulacak bir şey yok yani. Ama kadıncağız uçuyor. Rüzgar onu itiyor, o da Mary Poppins gibi hafif hafif uçuyor. Biz de yoğun bir toplantıdan çıkmışız, stresimiz biraz geçmiş ama yine de aklımızda iş güç.
İşte sen böyle bir moddayken beklenmedik bir manzara karşına çıkınca, “Ayıp ama yani” dedirtecek bir gülme alıyor seni. Karşındakinin iyi olduğundan emin olunca, ona göstermeden “Töbe töbe” falan diyerek basıyorsun kikirtiyi. İğrençsin.
-
T24 ekibiyle birlikte relansman çalışmalarındayız. Herkes çıldırmış, bir sabahlamalar, bir odadan öbürüne geçerken kapılara çarpmalar, uykusuzluktan takılıp uçmalar, kendi kendine gözünü morartmalar... Ama pek gülmüyoruz şimdilik, işin ortasındayız. Zaten bir parça enerjimiz kalmış, onu da gülerek harcarsak koridorlarda bayılıp kalacağız.
Nihayet site açıldı. Eksikleri düzeltmeye çalışıyoruz, ama en büyük stresi üzerimizden atmışız.
Derken efendim bu müthiş T24 ekibinden çok önemli bir gazeteciyle o ofis dışındayken yazışamamaya başladık. E-posta adreslerinin akıllı telefonlardaki ayarları falan, bildiğiniz teknolojik aksaklıklar.
Ertesi gün, onun bir önceki gün bize yazıp göndermeye çalıştığı e-postalar bir bir mesaj kutumuza düşmeye başladı.
O bu işe yıllarını vermiş, yememiş içmemiş çılgınca gazetecilik yapmış, acil yazışmalarda bile tek bir yazım hatası yapmayan, en basit notunda yanaklarınızı kızartacak kadar dikkatle seçilmiş kibar kelimeler kullanan gazeteci, artık nasıl uykusuzsa, telefon ayarları da onu nasıl uğraştırmışsa, notlar gitmiyor diye fenalık geçirerek yazmış-silmiş, sonunda delirip uyuyakalmış, bize de şöyle bir not göndermiş olmuş:
“Yarın gündemimizde müthiş bir yoğunluk olacak. Dolmayısıyla”
Dolmayısıyla.
Bu kadar. “Dolmayısıyla” diyerek bitmiş bir not.
Hem cümle yarım kalmış, yazarken yazarken uçmuş denize düşmüş gibi, hem de yepyeni bir kelime.
En zor kısmı geride bırakmışım, makaraları koyvermem an meselesi zaten, hemen kendisine bir yanıt gönderdim, “Dolayısıyla’nın olumsuzu olabilir bu,” dedim. “Dolayısıyla hoş değil” yerine “Dolmayısıyla hoş” diyebiliriz mesela bence.
Bunu böyle kötü kötü uzattım, kelimeyi Türkçe’ye kazandırmaya çalıştım, vs. Kibar espri anlayışlarıyla hepsine katlandılar.
Sonra da dedim ki, “Arkadaşlar benim yeni T24’teki ilk yazım T24’ü açarken yaşadığımız yoğun çalışmalar üzerine olacak. Ama teknik kısımlara girmeyeceğim. Olaya çok insani bir boyuttan bakacağım. Günlük yaşamdaki hoşluklar, efendim ince şeyler, vıdı vıdı.” Hemen dediler ki, “Tabii, ne güzel.”
Neden mi onları kandırdım ve sancılı relansman sürecini rüzgarda havalanan hanımlar ve insanların uçup “Dolmayısıyla” kelimesiyle yarım bıraktıkları cümleler aracılığıyla anlattım?
Çünkü efendim, Türkiye’deki internet haberciliğini nasıl değiştirdiğimizi, oyunun kurallarını nasıl yeniden belirlediğimizi, yeni nesil Blog anlayışımızı, sosyal medya entegrasyonumuzu, tasarım çalışmalarımızı, özel içeriklerimizi mis gibi anlatacak başka arkadaşlarımız var, ama okurlarımızdan deli olanlar bunlarla ilgilenmek istemeyebilir. Onları kimse düşünmüyor.
Dolmayısıyla, ben bu yüzden buradayım. Sürekli hatalı bir şey yazmışım gibi “Dolmayısıyla”nın altını çizip duran Word programına da bir çift lafım var, ama o da sonraya kalsın.
Yepyeni T24’te haberden habere keyifle uçmanız dileğiyle.