Melek miyim gümüş söğüt dalı mıyım, düşünmeye paydos!
Kızlar ima sever. Erkekler imadan anlamaz. Onlara her şeyi direk söyleyeceksin. Böyle bir şey vardı eskiden. Ama artık devir değişti. Kızlar da imadan anlamıyor. Geçen gün Serdar Ortaç’ın eski bir şarkısına rastladım. Bilirsiniz, “Çakra.” O şarkıda diyor ki, “Melek misin gümüş söğüt dalı mı?” Hiçbir şey anlamadım. Yaştandır, diye düşündüm. Yüzlerce 15-16 yaşında genç kız bağıra bağıra söylüyor şarkıyı, ben kaşlarımı çatıp bakakalıyorum. Hepsi melek mi yoksa gümüş söğüt dalı mı olduklarını biliyor, ben ikisinin nasıl karşılaştırıldığını anlamıyorum. Felsefe bilgim de yetmiyor, aklım da. O yaşlarda biz de imalı lafların üzerinde yirmi saat akıl yürütür, hatta hızımızı alamaz direk söylenen şeylerden de derin anlamlar çıkarırdık. “Satır arası yok mu satır arası?” diye fellik fellik dolanırdık. “Beni yemeğe çağırdı. Bence beni sevdiğini söylemek istedi.” Ya canım herkes yemek yer, bu da ‘gel sen de ye’ demiş. “Ama, ama, bana kalemini verdi. Tepesindeki silgi bitmiş. Bence ‘aşkımızı bu kalemle yazalım, asla silmeyelim’ demek istedi.” Oldu. Peki. “Aradım, açmadı. Bence bana ‘git başımdan’ diyor. Ayrılacak benden. Ayrılacaak!” Yahu bir dur, uyuyordur belki. İşi vardır. Hatırlayınca bile yoruldum ha. Sonra biraz büyüdük. Üniversiteye gittik. Bizim okulda bir bina vardı. Üzerinde bir saat olan, kule gibi. İsmi “Saatli Bina”ydı. Direk. Neyse o. Hayran oldum imasızlığına. O gün vazgeçtim çok düşünmekten. Saatli Bina’nın satır arası yoktu. Demek ki nasıl yorulduysam ‘herşeyde birşey’ aramaktan, sadelik mis gibi geldi. Kızılderililere hayranlığım da o günlerde başladı. Neyse, ne olması gerekiyorsa, neye benziyorsa öyleydi isimleri. Şaziye ne demek? Özellikleri kimseye benzemeyen demek. Afitap ne demek? Güneş gibi, çok güzel demek. Peki Oturan Boğa ne demek? Oturmakta olan boğa demek işte. Yalnız Kurt ne demek? O demek. Dağdan Kopan Sabah Rüzgarı ne demek? O demek işte, neyini soruyorsun hala? Direk. Dümdüz. Nefis. Eskiden müzik grubu isimleri de direk direkti. Hiç öyle Sefarad, Pinhani, Yüksek Sadakat falan gibi karışık değildi. Mazhar-Fuat-Özkan. Net. Emel-Erdal. Daha da net. Komedi Dans Üçlüsü. Mükemmel netlikte. Demem o ki, karışık kuruşuk şeylerden bıktık. Satır arası okumaktan, fikir yürütmeye, insanları tanımaya, mekanizmaları analiz etmeye çalışmaktan yüreğimiz gevredi. Şimdi artık herkes sadelik, basitlik peşinde. Omegle diye bir şey var. Omegle.com’a giriyorsunuz, “Şu anda bir yabancıyla konuşuyorsunuz, merhaba deyin” diyor. Bembeyaz ekranda bir “yabancı” bir “sen” konuşuyorsunuz. Omegle, Türkler’in akınına uğradı. İnanılmaz diyaloglar geçiyor. İngilizce başlıyorsun, -Hi -Hi -Where are you? -İstanbul -Harbi mi? diye devam ediyor. Ya da “Noo, not a Turk again!” diye yabancılar kaçıyor. O derece. Girin bakın. Temele geri dönüş. Yabancılık, “kendinle ilgili sıfır bilgi” resmileşmiş. Millet kendini ifade etmeye çalışmaktan, birbirinin verilerini değerlendirmeye çalışmaktan bıktı. Bilmeyeyim kardeşim, ismin bile sürpriz olsun. Petrol diye bir şarkı vardı eskiden. Aman petrol, sana muhtacım petrol. Bu. Halay diye bir şarkı vardı. Çalsın oynansın halay. Net. Halley vardı. Merhaba Halley, sevgi ver buraya. Ne diyorsam o. Sonra ne olduysa bir ortalık karıştı. Sufi. Bana Bunu Bana Bunu falan. Anlayamadık oraları. En sonunda doğru yolu bulduk. Özlediğimiz sadeliğe, ne diyorsam o’ya geri döndük. Hem de “Düm Tek Tek!” diye. Melek miyim gümüş söğüt dalı mıyım düşünemeyeceğim artık. Haydi Hadise, çok net, açık kızsın sen. Bayılıyoruz sana. İster birinci, ister sonuncu ol, fark etmez. Bizi yormuyorsun ya, melül melül düşündürmüyorsun ya, gözümüze kulağımıza net net “Düm Tek Tek!” diyorsun ya. Oh yahu. “Turkey, dö puan” falan değil. Herkesin on iki puanı sana!