"Lütfen rahatsız etmeyin. Döverim"
Ben anket yanıtı okumaya, özellikle “Sizce en bilmem ne nedir?” sorusuna verilen cevapları duymaya bayılırım. “Bilmem ne olan şeyler”i sıralamak, hayat boyu biriktirdiğiniz duygusal verileri kategorize ettiğiniz, kişisel zevklerinizi matematiğe bağlamanın eğlencesine vardığınız, çok keyifli bir oyundur. Internetteki meşhur “user generated” sözlük sitelerinde (ekşisözlük gibi) açılan “En bıdı bıdı olaylar” başlıkları, doğası gereği anket halini alır, bana da eğlence çıkar. Geçen gün bir başlığa rastladım. “Orgazmdan daha zevkli anlar.” Bu başlık altında bin küsür giriş yapılmış. Merak etmemek elde değil. Okudukça, o malum işten daha zevkli olarak tanımlanan herşeyin ya tek başınayken, ya sevgiliyle başbaşa, ya da herhangi bir oyuna katılınca yaşanan basit şeyler olduklarını gördüm. Yetmiş iki saat uykusuz kalıp temiz çarşaflarla buluştuğun an. Takımı öne geçiren üçlüğü attığın an. Çalışmaya ara verdiğin an sevgilinden gelen mesaj. Sevgiline sarılıp uyumak. Uzun süre görüşmediğin sevgiline sarıldığın an. Çok bayıldığın biriyle ilk öpüştüğün an. İlaçların etkisini gösterdiği, seni kıvrandıran ağrının geçtiği an. Kulağından deniz suyunun çıktığı an. Çok sıkışmışken tuvaletle buluşmak. Sabah panikle uyanmış hazırlanırken o günün haftasonu olduğunu hatırlayıp kendini yatağa atmak. Çikolatanı alıp televizyon karşısına geçince çok iyi bir programa denk gelmek. Uyanınca gelen kahve kokusu. Sürpriz bir şarkı yakalamak. Playstation oynarken uzatmalarda öne geçmek. Peki kuzum, biz boşuna mı arkadaşlarımızla yemeklere çıkıyorduk, kafeye-gazinoya gidiyorduk? Yüzlerce yanıtın içinde, sosyalleştiğimiz anlarla ilgili neredeyse hiç veri yoktu. Zevkli anların içinde, hayatımızın çalışmak dışında kalan tüm zamanında canla başla içine koşturduğumuz sosyal durumların sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmiyordu. Sokağa çıkmakla ilgili en fazla, çok sevdiğin tatlıcıya girip kalan son kazandibini almak vardı. Sosyal ortamlarda da en zevkli anlar hep yalnız tecrübelerle ilgiliydi. Çok alakasız bir yerde bayıldığın bir eski şarkıyı duymak gibi. Yılda on beş gün yaşabildiğin tatillerin her anı güzeldi, özellikle yaz tatilinden orgazm dengi binlerce detay çıkıyordu, tamam, ama geri kalan 350 günün istatistiği, çok ilginçti. Orgazmdan daha zevkli anlar, toplayıp baktığında günlük hayatın anlamını veriyordu. Ve bunların hiçbirinin tepe noktasında, ikiden fazla sayıda insan yoktu. Bütün gece arkadaşlarınla göbek atmak değil, sabah kafan davul gibiyken içtiğin su vardı en fazla. Darmaduman yataktan kalktığında yediğin kıymalı börek vardı. Düşündüm durdum. Biz bütün o canını dişine takıp, süslenip püslenip insanlarla dışarı çıkmaları, arkadaşlarla toplanıp king oynamaları, sinemaya gitmeleri, “aklımız dışarda kalmadan” o en zevkli anları evde/yalnız/sevgiliyle tecrübe edebilmek için mi yaşıyorduk? Kalabalık yolculuktan “en” keyfi almak diye birşey yok muydu? Eğer son noktayı koyan o yalnız anlarsa, etrafımıza insanları toplayarak haldur huldur aktivitelere koşturmanın, kalabalıklarla paylaşmanın kolektif bir “en zevkli bıdı bıdı”yla sonuçlanması mümkün değilse, bunların ne kadarı o kişisel “orgazmdan daha zevkli an”a varıyordu?