Şimdi size anlatacağım şey, benim için bir “kutsal an.”
Biz X kuşağı, ya da ondan sonraki Y kuşağı, bazı kelimeleri Türkçe söyleyemeyiz. Sırıtıyor gibi gelir. “Aa, holy moment’ın Türkçesi kutsal an değil ki...” Evet, değil. Holy moment, bizim için “ignore etmek” gibi bir terim. Anlamı aklımızda oluştuğu gibi. “Görmezden gel” dersek “ignore et”le aynı şeyi anlatmıyoruz. Bu yüzden yazının geri kalanında ‘kutsal an’ değil ‘holy moment’ diyeceğim. Türkçeyi bozmasaydınız. Böyle konuşanları zamanında uyarsaydınız. Ignore etmeseydiniz.
Uçaktan iniyorum. Kulağımda Rob Thomas, “Her Diamonds.”
Uçakta yanımda oturmuş olan delilerden kurtulmuş olmaktan hoşnutum. Zira yanımdaki adam, sevgilisine bir fıkra anlatmış. Bağırıyor, duymamak mümkün değil. “Temel çorabını bir çıkartmış, dört tane parmağı var!” Fena. Ama sevgilisinin tepkisi daha fena. “Gerçekten miii!” Yahu ne gerçekten mi? Gerçek değil, fıkra işte. “Gerçekten miii?” Hıı, gerçekten.
Aynı adam yol boyunca başka gariplikler yapmış. Yemeği gelince “Ne yediğimizi görelim yav!” diye bağırarak tepesindeki ışığı açmış mesela. Ya da “Serçe parmağım n’apıyorsun, işaret parmağım nerdesin,” diye güzel güzel şarkı söyleyen çocuk için “İyi ki sadece beş tane parmağı var ha, yoksa bitmiştik, hahahahaüüee” falan demiş. (Şimdi farkediyorum ki adamda parmak konusunda bir hassasiyet var. Neyse geçelim.)
Uçaktan alana sürahi gibi kaykıla kaykıla taşındığımız otobüsten beri kulağımda müzik, ilk çıkış kapısına yürüyorum.
Çıkış kapısında bekleyenin olması güzeldir. Peki ya olmamasının verdiği huzur? “Geldi mi, nerde?” diye fellik fellik bakınmak yok. “Kimbilir ne zamandır bekliyor” diye çekinmek yok. Düşüncelerimi ve ruh halimi hiç kesintiye uğratmadan, üstüme başıma çeki düzen vermeden, bavulum yamuk yumuk sırtımda, boş boş bakarak sorumsuzca o kapıdan geçiyorum.
Yürüyorum, yürüyorum, kulağımdaki şarkı “... ay ışığında gözlerini ovuşturuyor, geceyi kapatıyor, gözlerini kapatıyor...” derken, cam kapılar yanlara açılıyor. Önce öndeki, sonra hemen arkasındaki.
Dışardayım. Şehrin kokusu yüzüme çarpıyor.
Duruyorum. Durup kalıyorum.
Başka bir ülkede, başka bir şehre inmiş gibiyim. Önümden sarı sarı kayan taksiler başka bir ülkenin taksileri. Üst geçit başka bir ülkenin üst geçidi.
Öyle bir his ki, rüyadan uyanıp hatırlamaya çalışırken rüyanın kaçıp gitmesi gibi, her an yok olabilir. Bu yüzden kıpırdayamıyorum. İlerleyemiyorum. Holy moment. Kıpırdayamıyorum. Hissettiğim şeye doyamıyorum.
Holy moment devam etmeli. Hiçbir şeyi değiştirmemeliyim. Ama yolun ortasında duramam. Yan tarafa, camın önüne geçiyorum. Şarkıyı tekrar’a alıyorum. Oturuyorum.
Şehre karışamıyorum. Şehre başlayamıyorum. Bu hissi bırakıp gidemiyorum.
Ülke başka bir ülkeymiş hissinin içine geçmeye çalışıyorum. Duruyorum öyle. Bakıyorum. Normal hayatın çılgın ritmine girmek istemediğim için mi böyle acaba, diye düşünüyorum. Sonra düşünmemeye çalışıyorum. Yaşadığım duygu o kadar yüksek ve kurtarılmış bir bölge ki, birine anlatmam lazım. An’ı bozmamak için kendimi tutuyorum. Birine anlatma isteğimi zar zor geçiştiriyorum.
Sonra bir kadın yanıma yaklaşıp bir şeyler söylüyor. Kulaklığımı çıkarıyorum. Mendil istiyormuş. Çantamı açıyorum, çıkarıp veriyorum.
Kulaklığı tekrar takıyorum. Bakıyorum, holy moment bozulmamış.
Şaşı bak şaşır yapmaya çalışırken gözlerinin şaşılığa alıştığı an gibi, çizgilerin içindeki farklı resmi kolaylıkla gördüğün an gibi, holy moment’ın içine geçmeyi başarmışım. Seviniyorum.
Başka bir ülkeye indim hissi devam ediyor, şarkı devam ediyor, ben şaşı bakıyorum, artık şaşırmıyorum.
45 dakika holy holy duruyorum orda.
Sonra ayağa kalkıyorum. 34 plakalı bir arabanın bagajını açıp yaşadığım şehre başlarken, müzik duruyor, holigan oluyorum.