Onlar ayağımın ritmini izliyor, ben denize bakıyorum.
Annem “gençlere” kızıyor. Dünyayı takip etmiyorlar diye. Ben de kızarım. Kendime de kızarım. Geçen gün “hepsinin kulağında bir kulaklık, dünyayla alakaları yok, bana çok sembolik geliyor, iletişimsizliklerini anlatıyor gibi,” dedi. Düşündüm. Taktım ipod’umu kulağıma, müziğe dalıp yürüdüm. Benim gibi onlarca insan gördüm, çoğu çok genç. Ne hissediyoruz böyle hareket halinde müzik dinlerken, yüzlerce insanın arasında müzikten başka birşey duymadan yürürken... İyi niyetim tuttu o gün. Bana öyle geldi ki, bu iletişimsizlik değil, iletişim için bağırmak aslında. Kendileri farkında değildir belki, bilmem, ama o kulaklıkların içinde muhteşemleşmiş bir yalnızlık var. Benim gibi kulaklıklı genç insanların aklını okumaya çalıştım, kulağımda müzik, onların düşüncelerini duymaya çalıştım. “İçimde fırtınalar kopuyor. Zaten yalnızım, bari muhteşem olsun...” “Kulağımda film müziği, ben bu filmde başroldeyim. Size karşı sorumluluğumdan birkaç saatliğine kaçıyorum. Bu filmde, hayatla yaptığım sözleşmeleri unutup, istediğim yerde olabiliyorum. Görünmez olduğumu zannederek, duygularımla kalabiliyorum. Çünkü iletişim “insanın ruhuna inmek” diyor artık, pazarlama seminerlerinde, okullarda “insanın öyküsünü öğrenmek”ten bahsediliyor. Herkes birbirinin hikayesinin peşinde. Saygılarımla, ivedilikle diyerek işler hallolmuyor. Birbirlerinin en samimi eğilimlerini bilmezlerse, kimse kimseye birşey satamıyor. Kulağımda bu müzikle, en azından birkaç saatliğine, dünya olduğundan daha soyut oluyor. Malumat elimin altında, talebin sınırı yok. Nereye bakacağımı seçemiyorum, bilgi saf değil. Düşüncelerinize hiper-duyarlı, hayati şeylere hiper-duyarsızım. Sadece birkaç saat, insanlar müziğe eşlik eden ayağımın ritmini izliyorlar, ben denize bakıyorum. Böylece dolunayı görebiliyorum, nereye gidersem aynı büyüklükte. Oysa siz ya yarında, ya dündesiniz. Gördüklerim kulağımdaki sese resim oluyor, zamanda bir delik açıyor. Hayal gücümü ancak böyle yaşayabiliyorum. Halay gücümü ancak böyle toplayabiliyorum. Alfabeler ve hesap makinelerinden başka türlü kurtulamıyorum. Ben koşarken kronometre tutuyorsunuz. Adımlarımı ölçüyorsunuz, lokmalarımı sayıyorsunuz, oyumu istiyorsunuz. Benim hayalimdeki dünya öyle değil, muhteşem yalnızlığımdaki gibi. Kazandığımın karekökü alınıyor. Keşke hiç yazmasaydık dediğimiz bir romanı yaşıyoruz bütün insanlık, ben en azından birkaç saat, kendi filmimde oynuyorum. X büyüktür benden, ben büyüktür Y’den, siz Z’ler benim büyüklüğümle ilgilenmiyorsunuz, en büyükle ilgileniyorsunuz. Ben de en azından birkaç saat, yadsınmaktan kaçıyorum. Günlük hayatta kendimi hep şifrem kırılmış gibi hissediyorum. En azından birkaç saat, parolam güvende olsun istiyorum. Büyüme grafiğim aşağı doğru, safi hasılam yerlerde. Hepimiz birer rakamız, ben en azından birkaç saat, sonsuzluk oluyorum. Hepimiz uzun uzun cümleleriz. Ben muhteşem yalnızlığın içinde, bir kelime oluyorum, ben oluyorum...” Müziği durdurdum. Önce otobüslerin, seçim arabalarının, ambulansların sesi üşüştü kulağıma. Düşündüm, hayata atıldığımdan beri, denizin, kuşların, çocukların sesini duyabilmek için ne çok çaba sarfettiğimi hatırladım. Ben hayatın güzel seslerini, yalnızlığı muhteşemleştirmeden duyabilmiş miydim? Annemi aradım. Telefonun sesi dııt dııt kulaklarıma doldu. Evde kimse yoktu.